Ted Chiang kaleme aldığı kısa öykülerle çağımızın en etkileyici bilimkurgu yazarlarından biri. Çoğu bilimkurgu yazarının aksine, uzun soluklu bir seri veya roman çalışması bulunmayan Chiang, sınırlı sayıdaki öyküsüyle birçok kez Hugo, Nebula, British Science Fiction Association gibi saygın ödüller kazandı. Kariyerinde niceliği değil niteliği esas alan Chaing’in 1999’da yayımladığı Story of Your Life (Hayatının Hikayesi) isimli kısa romanı, 2016’nın en çok konuşulan filmlerinden biri olan Arrival’ın ilham kaynağıydı. 1967’de doğan Çin asıllı ABD’li yazar, işlediği konuların çekiciliği bir yana, köklerinin bulunduğu topraklara yaraşacak bir edebi zenginliğe de sahip. Öyküleri ve kısa romanlarıyla geniş bir anlatı yelpazesine uzanan yazarın öne çıkan özelliklerinden biri de, ele aldığı olay, durum veya temaya hakimiyeti sayesinde güçlü ve derin bir atmosfer oluşturmasıdır. Eserlerinin büyük kısmı bilimkurgu severler için keşfedilmeyi bekleyen bir dünya özelliği taşısa da kimi öykülerinin genel okur kitlesine de hitap ettiğini söyleyebiliriz.
Chiang 90’lı yıllardan beri çeşitli mecralarda yayınladığı öykülerini ilk kez 2002’de Stories of Your Life and Others ismiyle kitaplaştırdı. Bu eseri Monokl Yayınları 2017’de Geliş (Hayatının Hikayeleri ve Diğer Öyküler) adıyla Türkçeye kazandırdı. Yazarın dokuz öyküden oluşan ikinci derlemesi Exhalation ise 2019’da raflardaki yerini aldı. Eser yine Monokl Yayınları tarafından ve bu kez Kıvanç Güney çevirisiyle geçtiğimiz ay Nefes adıyla okurla buluştu.
Uzaylı Hikayelerinin Uzağında Bilimkurgu
Bilimkurgu dendiğinde ortak bir tanıma gerek olmaksızın okurun zihninde belli görüntüler ve kavramlar oluşur, nedir bunlar? Dünya’nın gelecek tasviri, başka bir gezegen veya galakside geçen olaylar, keşfedilmiş yeni elementler ve fizik yasaları, yabancı türler, ileri ve kompleks teknolojiler ilk akla gelenler. Bu maddeler kişi veya grupların çatışmaları üzerinde kurgulanır. Anlaşılıyor ki bilimkurgu sahip olduğumuz sınırları kırmaya yönelik bir düşünce biçimidir. Kırdığınız sınırı mekân ve zamanda ne kadar öteye taşıyacağımız anlatacağımız hikâyenin niteliğini belirler. Kimi yazarlar insanoğlunun gelişimini gezegenimiz veya güneş sistemimiz etrafında ele alırken kimi de galaksi ötesine uzanır. Türün en önemli eserleri genelde yaşadığımız gezegenin dışını, yabancı dünyaları veya insanın uzak diyarlardaki maceralarını anlatır.
Bununla birlikte, medeniyetimizin neler yapabileceğini öngörebilmek için bildiğimiz fizik yasalarından yola çıkarak tanıdık karakterleri ele almak da bir tercihtir. Hatta bazen daha etkili bir yoldur. Çünkü bu yaklaşım kurguyu bilime daha da yakınlaştırır, işin ehli parmaklarla bilim ve kurgu müthiş bir ahenk yakalar. Öykünüzde Dünya’dan ne kadar uzaklaşırsanız fantastik öğelere temasınız o oranda artar. Söz gelimi Dünya veya Dünya’ya yakın sistemlerde bir kurgu oluşturmak, geleceği yorumlamak için bilimkurgunun bilim kısmında birtakım kuralların farkında olmak, bu kuralları kurguda sentezlenmek gerekir. Böylelikle ayrıca hikâyenin dili güçlenecektir. Bu niteliklerle ortaya çıkan bir eser muhtemelen sert bilimkurgu özelliği taşıyacaktır. Türün sevenleri için farkı bakış açıları vadedecek, kurgu gerçek anlamda bilimle yol aldığından ufuk açıcı olacaktır. İşte, Ted Chiang’in genel olarak uzaylılar ve öte dünyalardan mahrum eserleri bilimi ve anlatının gücünü bir potada eritip tüm bu etkiyi sağlıyor.
Kurguda Bilimsel Yaklaşımı ve Estetiği Yakalamak
Borgesvari ifadesinden ne anlayabiliriz? Zengin, masalsı, farklı kültürlere dokunan, çatısı sıkıca örülmüş yoğun bir anlatım. Gerçek ile düşün iç içe geçmesi. Hikâyenin kendisinde ve hikâyeyi açan söylemde dil bakımından güçlülük. En bariziyse kısa bir öykünün zihninizde sanki yüzlerce sayfalık bir roman gibi, tesiri kuvvetli bir tat bırakması. Ted Chiang okurken bilimkurgunun, iyi bir edebiyat ve kavramsal yaklaşımla, sağlam temellere oturtulmuş bir bilimsel makaleden daha dikkat çekici durabileceğini, okura bilişsel haz veren bir nitelik kazanabileceğini görmekteyiz. Söz konusu etkiyi yakalayabilmek için işlenen konu hakkında uzmanlık derecesinde bilgiye sahip olmak, kurguyu destekleyen bilgiyi hikâyede uygun bir şekilde eritmek, gelecekle ilgili mantıklı tahminlerde bulunmak, bunu yaparken de kimsenin görmediğini görmek, yani kısaca yetenekle emeği buluşturmak gerekir. Bu tarz öyküler sadece olay ve karakter özgünlüğünden değil, ele aldığı bahsi okura daha önce karşılaşmadığı bir bilgi ve perspektifle sunduğu için başarılıdır ve Ted Chiang örneğinde olduğu gibi, gelişi okur tarafından büyük şenliklerle kutlanır.
Özellikle Geliş’te yer alan Babil Kulesi ve Nefes‘in ilk öyküsü Simyacının Kapısı ve Tacir’de Borgesvari atmosferi, hikâye aktarımındaki ustalığı, kavramsal yaklaşımı fark edebiliyoruz. Yazarın doğduğu toprakların çok uzağındaki kültürlerden, inanış ve mitlerden yola çıkarak ele aldığı iki eserde de zorun ustalıkla aşıldığı bir anlatı görüyoruz. Simyacının Kapısı ve Tacir hem zaman yolculuğunu ele alması hem de Binbir Gece Masallarına öykünen, iç içe geçmiş hikâye aktarımıyla kitabın sonraki eserleri için de güçlü bir izlenim yaratıyor. Örneğin Arrival’ın uyarlandığı Hayatının Hikayesi, yazarın uzaylıları konu edindiği yegâne çalışmalardan biri olsa da, özellikle öykünün kişisel yazgıya dair söyleminin Borgesvari temas ve esintiyle kendini dışa vurduğunu görürüz. Okurun henüz birkaç satırda bu yakınlığı hissetmesinin sebebi, iki yazarın da öykülerindeki kavramsal odağa dikkat çekmesi, anlatının ve olayların söz konusu kavramı büyük bir vizyonla aydınlatmaya hizmet etmesidir.
Kısa Öykünün Gücü ve Nefes
Ted Chiang için bilimkurgu öykülerinin Borges’i demek bu bileşenler etrafında yanlış olmaz. Yakıştırmayı yapan ilk kişi ben değilim. Okumalarım sırasında kendi izlenimimi edindikten sonra yaptığım kısa bir araştırmayla hatırı sayılır okur kitlesinin aynı düşündüğünü görmem sürpriz olmadı. Kaldı ki Chiang de bir röportajında söz konusu yakınlığın ipuçlarını verir. Üniversiteye kadar Borges okumadığını, eğer Borges’i daha erken bir dönemde tanısaydı, onun ardından bir şey yazmanın gereksizliğine kapılıp belki de yazmayabileceğini söyler. Bu düşüncedeki bir yazarın Borges’le benzeşmesi son derece normal, aynı yaklaşımın Chiang’de kısa öykünün gücüne inanmayı da beraberinde getirdiğini anlamak zor değil. Faulkner’in şu sözü Chiang’ın kısa öykü tercihinin açıklamalarından biri olabilir: “Belki de her romancı önce şiir yazmak ister. Bunu başaramadığını anladığındaysa şiirden sonraki en zorlu tür olan kısa hikâyeyi dener. Yine başarısız olduğunda, işte o zaman roman yazarlığını üstlenir.”
Ted Chiang öyküleri sadece hoşça vakit geçirmek için değil, aynı zamanda yaratıcılığın tetiklediği zihinsel doyumu deneyimlemek için de birebir. Nefes’teki öyküler kurguya aktif bir şekilde dahil olmanızı sağlıyor, hem kendinizi hem de dünyayı görme biçiminiz özellikle Olgusal Gerçeklik, Duygusal Gerçeklik isimli öyküde değişebilir. Okurken Black Mirror’ın dördüncü sezonunun Crocodile isimli üçüncü bölümünü anımsayabilirsiniz. Paralel iki kurguda ilerleyen öykünün okuma, yazma ve hafıza konusunda söyledikleri üzerine düşünülmeye değer. Bilgi, doğa yasaları, teoriler, buluşlar, düşünsel deneyler kurguya katman katman yerleştirildiği için, aslında kısa öykülerin vurucu gücü olan sürprizlere ve kırılma anlarına Chiang’de ihtiyaç duyulmuyor. Zira Chiang’in ayırt edici özelliklerinden biri de şaşırtıcı bir son veya merak öğesine ihtiyaç duymadan da kendini okutabilmesidir.
Yapay Zekâ, Etik Çıkmazlar ve Zarif Düşünce Deneyleri
Chiang anlatının gücüyle, Dünya’yı değiştirecek yeni buluşlara kapı araladığı fikirleriyle, fizik yasalarını kuramsal limitlerinin ötesine taşımasıyla okuru hikâyeye bağlar. Bu şekilde merak öğesi ve bir sürpriz beklentisi olmasa bile, yeni görüşler keşfettiğinizi anlarsınız ve hikaye sizi sürükler. Kısaca Chiang, kısa öyküde edebiyatın estetik yönünü başarıyla temsil ettiği gibi zekasını da yansıtır. Aynı durum polisiye öykülerinde de geçerlidir. Açıkçası polisiyede okur iyi bir edebiyattan ziyade zekice örülmüş bir gizemin akıllıca çözümünü bekler. Bilimkurguda ise okur, gelecek vizyonu ve ele alınan temanın düşünsel boyutunu, işin edebi kısmından da tat alarak okumak isteyecektir. Bu bağlamda Chiang’in hem Geliş hem de Nefes’te bilimkurguyu iyi bir edebiyat ve keskin bir zekayla kaynaştırdığını söylemek yanlış olmaz. Kitaba ismini veren Nefes isimli öyküde ve Büyük Sessizlik’te Chiang belki de farkında olmadığımız halde akıp giden dünyaları işte bu keskin zekayla değerlendiriyor. Termodinamiğin ikinci yasasına yaslanan Nefes’te evrende yalnız olup olmadığımıza çarpıcı bir bakış açısı sunan Chiang, entropi ve yaşamı olanaklı kılan denge unsurlarına robotik bir karakterle yaratıcı bir yorum katıyor. Büyük Sessizlik ise akıllı türleri uzakta aramak yerine yanı başımıza bakmamızın belki de daha şaşırtıcı sonuçlar verebileceğini ima ediyor.
Derlemenin kısa roman tadındaki en uzun öyküsü olan Yazılım Nesnelerinin Yaşam Döngüsü yapay zekayı esas alan dijital hayvan yetiştiriciliği üzerine. Çevrimiçi bir dünyada varlıklarını sürdüren ve açık kaynaklı yazılımlarla desteklenen dijital hayvanlar beklenmedik çatışmalara neden olur. On yılı aşkın bir zaman aralığını kapsayan öykü, kendini geliştiren yapay zekanın insanlaşması ve bu haliyle bazı haklara sahip olup olamayacağının sorgulamasına girişir. Dijital hayvanlar büyürken insanlar da bir bakıma kendilerini keşfeder. Chiang bu sırada gerçek ve data dünyalar arasındaki bilgi transferlerine özgün fikirler sunar. Öykü daha çok sanal ve gerçek dünya, yapay zekâ ve onu var edenler arasındaki sorunlara yoğunlaşır ve bir çözüm sunmak yerine daha fazla soru sorar. Kitabın sonunda yer alan ve en uzun ikinci öyküsü olan Kaygı Özgürlüğün Baş Döndürücülüğüdür, kuantum mekaniğinin en ufak bir kaymada sonsuz olasılık yaratan doğasına ve bunun sonucunda oluşan paralel evrenlere temas ediyor. Sert bilimkurgunun zihin açıcı gücünü hissettiğimiz eserde paralel dünyadaki kendileriyle iletişim kurabilen insanların açmazlarına uzanıyoruz. Bizden Beklenen isimli kısa öykü ise, insan eylemlerinin hazırlayıcısı niteliği taşıyan irade kavramının bir yanılsamadan ibaret olabileceği üzerinde duruyor.
Nefes’te yer alan uzun veya kısa tüm öyküler, teknik ve felsesi düzlemde başlı başına bir roman konusu olgunluğunda. Burada hepsine tek tek değinmek yerine eserin genel yapısını ve Chiang’in yazma felsefesi üzerinde durmayı daha doğru buldum. Ted Chiang Geliş’teki öykülerden farklı olarak bu defa kesin sonlara ihtiyaç duymuyor ve okur tarafında analize, senteze, kısaca düşünceye geniş bir yer bırakıyor. Uzun sürelere yayarak yazdığı eserlerindeki titiz çalışma, yaratıcılık, insan odaklı yaklaşım Chiang’in kısa öyküdeki yenilikçi yerini sağlamlaştırıyor.