Gökcan Şahin uzun yıllar boyunca çeşitli platformlarda öykülerini yayımlamış genç ancak üretken bir yazar. Bilimkurgu türündeki eserlerinde farklı bakış açıları sunmasının yanında, sağlam temellere konumlanmış kurgular yaratmayı da başarıyor. Yazar Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü’yle başlayan yazı macerasından bugüne gelene dek birçok seçkide kendine yer buldu. Yeryüzü Müzesi ve Yüksek Doz Gelecek’teki eserleri bunların içinde öne çıkıyor. Ayrıca FABİSAD ve TBD’nin organizasyonlarında ödüller kazandı. Daha çok kısa öyküleriyle tanıdığımız yazarın Suçun Altın Devri isimli distopya türündeki ilk romanı ise 2020’de yayımlandı. Zaman geçtikçe fikirlerinin de öykü anlatma biçimlerinin de olgunlaştığını gördüğümüz yazar, son eseri İstanbul Tanrıları: Laplace’ın Son Şeytanı ile tekrar okurunun karşısında.
En başta ifade etmek gerekir ki, Laplace’ın Son Şeytanı ülkemizin bilimkurgu edebiyatını destekleyecek güçlü bir eser. Türk bilimkurgusunun en büyük eksiklerinden biri olan özgünlük ve yerele hitap edememe konusunun, her türlü öykünmeden uzak durarak, çok doğal bir biçimde üstesinden geliyor. Genç yaşına rağmen çeşitli denemelerle kendi tarzını yaratmış bir kalem olduğu izlenimi veren Gökcan Şahin, öykünün çatısına dair önemli bileşenler olarak sayabileceğimiz ilgi çekici bir konu, gerçekçi karakterler ve güçlü bir anlatıma dair söz konusu üçlü dengeyi rahatlıkla sağlıyor. İstanbul Tanrıları üst başlığını taşıyan eser iddialı bir kurgusal evrene sahip. Alt başlık olan Laplace’ın Son Şeytanı ise bu evrenin kahramanlarının özelikleri hakkında okurda fikir uyandırabilir.
İstanbul Tanrıları yazarın özgün süper kahramanlar evreninin tohumlarının atıldığı bir giriş eseridir. Altı bölümden oluşan kitabın her bölümü bir öykü tadında ilerliyor. Kahramanlarımızın ortaya çıkış hikâyelerini, özel güçlerini keşfedişlerini, bu keşifler sırasında yaşadıkları dehşeti ve bocalamaları anlatan her bir kısım ilgi çekici bir şekilde birbiriyle bağlantılıdır. Bölümlerin sonu açık uçlu bitse de ilerleyen sayfalarda soru işaretlerinin cevaplarını alırız. Aktüel zamanın art arda bölümlerle ilerlediği bir kurgu yerine yazarın farklı denemelere yöneldiğini fark ediyoruz. Bölümlerde geçmişin farklı dilimlerine veya şimdiye ani sıçramalar yapılsa da hikâye anlatımındaki ustalık okurun kafasının karışmasının önüne geçiyor. Gökcan Şahin aklındaki fikirleri çekinmeden, edebiyatın sınırlarını zorlayarak satırlara işliyor. Yazma anlamında yeteri kadar olgunlaşmanın bir emaresi olan bu cesaretin esere bir kimlik kazandırdığını görmek çok kolay.
Süper kahraman öykülerinde sahip olunan özel güçler kötülere karşı savaşmak, insanlara veya dünyaya musallat olan karşı tarafı etkisiz hâle getirmek, onları belki de cezalandırmak için kullanılır. Kahramanlarımız güçlerinin farkına vardıkları andan itibaren genelde çevresine kötülüğü dokunan kişilere bir ders verme motivasyonuna ulaşırlar. Bundan sonra aklımıza takılan soru şudur: İstanbul Tanrıları diğer kitaplarda hangi kötülerle mücadele edecek? İstanbul’u, Türkiye’yi veya dünyayı hangi yöntemlerle kurtarmaya çalışacaklar? Altı öyküyle doğumlarına şahit olduğumuz kahramanlarımızın her biri farklı bir karaktere, mizaca sahiptir. Onların kendilerini nasıl geliştirecekleri ve kötülere karşı harekete geçerken nasıl bir yol izleyeceklerini ileriki kitaplarda göreceğiz. Yazarın İstanbul Tanrıları’nın hepsine ayrı ayrı bir ses verebilmeyi başarmış olması, okurun yavaş yavaş ortaya çıkan bu evrene karşı bir yakınlık hissetmesini sağlayabilir.
İstanbul Tanrıları: Laplace’ın Son Şeytanı, Epizon isimli bir bölümle başlıyor. Adı Ediz olan kahramanımızın öne çıkan gücü insanların bilinçlerine nüfuz etmek ve onları yönlendirebilmektir. Tabii bebekliğinden beri pençesinde olduğu katatoniden kurtulma hikâyesi onu süper kahraman olmaya doğru götüren süreci de doğuruyor. Kitabın en uzun bölümü olan Epizon, ustaca işlenmiş kurgusuyla ilerleyen sayfalarda çok daha fazlasını vadettiğini okura hissettiriyor. Farklı zamanların ve anlatıcıların sıkça devreye girdiği Epizon kitaptaki favorim oldu. İkinci öykümüzün kahramanı Amber ise nesneler arasındaki kütle çekim işaretlerini görebilen ve nesneleri yerçekiminden kurtararak istediği gibi hareket ettirebilen genç bir kadındır. Yazarın kurgudaki denemeleri bu öykü için de geçerli, zaman çizelgesinde zikzaklar çizilen öyküde İstanbul Tanrıları evreninin genişlediğini fark ederiz. Zamanbozan isimli üçüncü öykümüzün kahramanı Mert isimli bir genç. Eliyle temas ettiği her şeyi yakıp çürüttüğünü fark edince onun macerası da başlar. Kurgusal evrenin ilk kitabı olduğundan ve kahramanlarımızın sahnede belirişlerini izlediğimizden öyküler arasındaki geçişlerin, karakter bağlantılarının okuru sürprizlerle yakaladığını söylemek mümkün.
Dördüncü öykümüzün kahramanı öyküye de adını veren Cemre’dir. O da farklı insanlara benzemek konusunda ustadır. Daha önce gördüğü herhangi birinin bedenine ve sesine bürünebilir. Kahramanlarımız için ortak noktalardan biri de keşfettikleri bu yetenekleri ilk baştan itibaren kötü niyetli kişileri cezalandırmak için kullanmak istemeleridir. Köpekbalığı isimli beşinci öykümüzün kahramanı Ateş doğuştan ölümcül bir kıkırdak hastalığından muzdariptir. Aldığı tedavilerle yenilmez bir ölüm makinasına dönüşür. Bu öykünün öne çıkan özelliği ise diğer kısımlardan tanıdık isimlerin kurgu içindeki çözülüşleridir. Altıncı öykümüz Laplace’ın Son Şeytanı’ndaki kahramanımızın adı Tuna’dır. Temas ettiği herhangi bir insanın hem bilinç düzeyinden hem de kuantum parçacıklarından onunla ilgili tüm bilgileri elde edebilme yeteneğine sahiptir. Kitabın son öyküsü olduğu için diğer bölümlerde tanıştığımız kahramanlarımızın burada bir araya geleceklerini tahmin etmek zor değil.
Öykülere kısaca değinmek, okura onu nasıl bir evrenin beklediği konusunda ipucu verebilir ancak eserin sahip olduğu edebi nitelikleri ve yazarın kurguda yaptığı keşifleri göstermek anlamında yetersiz kalır. Bir bilimkurgu öyküsünde biçimsel bağlamda alışılmışın dışında teknikler kullanmak, özellikle yerli bilimkurguda bir karakter ortaya koyabilmek eseri birkaç adım ileri taşıyabilir. İstanbul Tanrıları tüm bunları olabilecek en doğal hâliyle öyküye aktarabildiği için adeta parlıyor. Eser ülkemizin ve yaşadığımız coğrafyanın yakın dönemine dair birçok göndermede bulunduğu gibi etik ve ahlaki birtakım soruları da gündeme taşıyor.
Antares Yayınları etiketi taşıyan eserin editörü Ozancan Demirışık. Kusursuza yakın bir metin ve kaliteli bir baskıyla okurla buluşan İstanbul Tanrıları: Laplace’ın Son Şeytanı, Türk bilimkurgusunın kilometre taşlarından biri olmaya aday güçlü bir eser.