Pandora’ya Çağdaş Bir Yorum: Hayal Kutusu

Türkiye’de bilimkurgunun ihmal edilen, görmezden gelinen ve yeterince değer verilmeyen bir edebiyat dalı olduğu aşikar. 1950’li yıllarda çevirilerle başlayan bilimkurgu yayıncılığı, aradan geçen yaklaşık yetmiş senelik zamanda işte tam bu nedenlerden ötürü yeterli gelişimi sağlayamadı. Yine de ferdi çaba ve girişimlerin rolünü yadsımamak gerek. Çağlayan, Okat, Baskan, Metis ve halen devam eden İthaki ile Ayrıntı bilimkurgu serileri dilimize çeviri eserleri kazandırmakla birlikte, türe dahil alt kültür motiflerine aşinalık da kazandırdı. Orhan Duru gibi aslen ana akım eserler veren yazarlardan Müfit Özdeş gibi türün ustalarına değin uzanan süreçte, bahsi geçen yayıncılık faaliyeti eş zamanlı olarak adım adım ilerlemiştir. Bilhassa Son Tiryaki‘yle Müfit Özdeş, Amerikan motifleriyle Tanzimat dönemi adaptasyon oyunlarını anımsatan eserlerin yerini alacak özgün yapıtların önünü açmış, gündelik hayatımıza ve kültürümüze dair ne varsa türe ait özelliklerle ustalıkla bağdaştırmıştır.

Günümüzde birçok farklı internet platformuna bağlı yazarlar yerli bilimkurgu adına değerli eserler ortaya koymakta. Yazımızın başrolünde ise henüz geçen ay Cinius Yayınları etiketiyle yayımlanan kolektif öykü derlemesi Hayal Kutusu var. On iki yazardan yirmi öyküyü barındıran eser, Yalçın Altın‘ın öncülüğünde bambaşka düşsel boyutların gezgini yazarların hayallerinin toplandığı bir nevi Pandora Kutusu. Ancak bu kutuyu açmak ilkinin aksine umudu okura bırakıp, hayatın içindeki bütün tekdüzelikten kopacağı tatlı bir okuma serüveni vaat ediyor. O halde kutuyu açmadan evvel size fragmanı takdim etmeme izin verin…

Ali Okan Pandar/Sherlock Holmes

İkonik Sherlock Holmes karakteri, 19. yüzyıl İngiltere’sinde ortaya çıkan ve bugüne değin birçok başka polisiye figürün önünü açan önemli bir isim. Devrinde öyle başarılı olur, öyle ses getirir ki, yazarı Arthur Conan Doyle’a Sir unvanını dahi kazandırır. Vakaları çözmekte kullandığı alışılmadık gözlem tekniği, hafıza sarayı diyerek adlandırdığı inanılmaz bellek yapısı ve kendine has şahsi duruşuyla okuruna oldukça keyifli bir okuma serüveni sunar ve hakkını da daima verir.

Kalemine her daim hayranlık duyduğum Ali Okan Pandar ise, Sherlock’u doğal ortamında ele alarak, karakterin bilinenleri üzerinden bilinmeyene doğru ilerleyen güzel bir öykü ortaya çıkarmış. Bu noktada Watson’ın, ev sahibesi Bayan Hudson’ın ve yekpare Baker Sokağı’nın Sherlock üzerindeki etkisini ve hayatındaki yerini de okura çok iyi aktarıyor. Bununla da yetinmeyerek Sherlock’un bireysel arayışını oldukça ilginç bir yol seçerek okurla birlikte yaşamasını sağlıyor. Nihayetinde sarsıcı bir sonla karşılaştığımızda da, taşlar tek tek yerine oturuyor. Ayrıca yazarın yakın zamanda KDY etiketiyle yayımlanan eseri “D’evletsiz”le de bir an evvel tanışmanızı öneririm, zira ilgi çekici bir kurgusal evren barındırıyor.

Aşkın Güngör/Geldiler & Sevgilim, Dans Edelim mi?

Aşkın Güngör, Esrarengiz Hikayeler adlı siteyle birçok yayıncı tarafından gözden kaçırılan ya da görmezden gelinen yazar ve yazar adaylarına eserlerini yayımlama imkanı vermesinin yanı sıra, yazdıklarıyla da edebiyatımızda önemli bir yere sahip.

Geldiler: Barındırdığı muzip espriler ve klişe sayılabilecek konu başlığına getirdiği yenilikçi bakış açısıyla ilginç bir kurguya sahip. Olay örgüsünde okura sürükleyici bir anlatım sunmasına ek olarak alt metinde güncel hayata dair yaptığı ince göndermeler öykünün üzerine düşünüleceği birçok zeminden yola çıktığını sezdiriyor. Sezdirmek demişken Freudyen bir parodiyi andıran kimi sahneler gerçekten de mizah unsurunu ilgi çekici hale getiriyor.

Sevgilim, Dans Edelim mi?: Bilimkurgu eserlerinde fantastik öğeler bulunduğunda, “bilimkurgu deyil” denilerek başlayan tartışmalara hepimiz aşinayız. Fakat bilimin yalnızca bizlerin algılarından ibaret olmadığı varsayımı ortaya atıldığında, bilimkurgu da belirli oranda şekil değiştirmeye, farklılaşmaya müsait olur. Aşkın Güngör de kolonyal bir intergalaktik yolculuğun neticesini benzeri bir noktaya bağlıyor ve okurunu son bir dansa davet ediyor.

Atilla Bilgen/Bir Tiryaki’nin Günlüğü & Sıradan Bir Gündü

Bir Tiryaki’nin Günlüğü: Adından da anlaşılacağı üzere gündelik hayata dair bir öykü. Söz vermek oldukça bağlayıcı bir eylemdir, kişiyi yükümlülük altında bırakır ve ihlali halinde zora sokması da oldukça muhtemel. Bir de bunu bir tiryakinin yaptığını düşünürsek… Mizahı bol, eğlenceli birkaç dakikaya kapı aralayan bu öykü, yazarın hüneriyle birlikte durum komedisine güzel bir örnek teşkil ediyor.

Sıradan Bir Gündü: Sıradan Bir Gündü, sonrasında her şey birbirine girdi; ama neden? Hikayenin olay örgüsü girişini bu cümleyle özetlenebilecek biçimde yapıyor. Sekiz adet karakterin gözünden adım adım anlatılan olay, bir arkadaş grubunun yıllar evvel çocukluklarının geçtiği mahallede birleşmeleriyle cereyan ediyor. Daima iyi geçinmelerine rağmen nasıl cereyan ettiği anlaşılamayan bir kavgayla yüzleşmek zorunda kalıyorlar. Bu kavganın her aşaması da insanın asla göründüğünden ibaret olmadığını, derinliğine dair farklı bakış açıları kazandırarak gösteriyor.

Adil Öztürk/Bukalemun & Duygular En Büyük Engeldi

Bukalemun: Okuru oldukça becerikli bir suikastçinin mükemmeliyetçi dünyasına davet eden öykü; tüm yaşamını ve mesleki kariyerini tehlikeye atacak olsa da, beklenmeyen etkenlerin neticesinde içine düştüğü bir ahlaki ikilemin nasıl bir anda tüm düzenini ve yaşam şeklini çöpe atabileceğini ortaya koyuyor.

Duygular En Büyük Engeldi: Auguste Comte’un öncüsü kabul edildiği Pozitivist akım, insanı rasyonel düşünen bir canlı olarak ele alır. Dolayısıyla kararlarında baskın etken akıl olmalıdır. Ancak bunun yanlış olduğunu en basit tercihlerimizden biri anlayabiliriz. Duyguların ve arzuların aklın önüne geçişine dair bilinen en net yorum David Hume’a aittir: “Akıl, arzunun kölesidir.” O halde insan asla rasyonel olamayacaksa, rasyonelliği mi yoksa arzuları mı seçmeli? Cevabı belki de ikinci hikayede saklıdır…

Faruk Korkmaz/Gölgeler ve Renkler & Guguk Kuşu Operasyonu

Gölgeler ve Renkler: Fransızca’dan dilimize geçen ve “Kural, standart” gibi anlamlara gelen norm kelimesi, toplumun ortak mutabakata vardığı davranış kalıplarını yani normali tanımlar. Faruk Korkmaz da normların değişiminin toplumsal olayların şekillenmesinde üstlendiği rolü çok iyi özetleyen bu öyküde, okuruna bahsi geçen kavrama dair alternatif bir yorum sunmuş. Ya yok edilecek ya da yok sayılarak tükenmeye zorlanacaksın…

Guguk Kuşu Operasyonu: Bilimsel çalışmaların insanlığa katkısı yadsınamaz, şu anda bu yazıyı söz gelimi kaleme aldığım aygıt bile teknolojinin ürünü. Ancak insanın bu hususta en büyük yanılgısı da hayatın ilerleyişine dair sabit, kalıplara dayalı bakışıdır. Değişen şartlar karşısında hayatta kalmak adaptasyonu gerektirdiğinden, Herakleitos’un sözünü akıllara getirerek, “Aynı nehirde iki defa yıkanamazsın,” ve koşullara göre kendini yeniden biçimlendirmelisin! Böylece olaylar başlar.

Hakan U. Öztürk/Tek Başıma Kaldığım Kabuslar

Çocukluk hayal gücümüzün doruğa çıktığı, gerçeklik algımızın bambaşka bir boyutta bulunduğu ve bundan ötürü daima özlediğimiz zamanlardır. Bir de hayali arkadaş meselesi var ki, birçoğumuzun hayatında bulunup erişkinliğe geçişte bizlere eşlik etmişlerdir. Kimileyin yalnızlığın, kimileyin korkunun ortaya çıkardığı bu dostların amacı ya sanıldığı gibi “arkadaşça” olmasaydı? İşte size gerilim dolu bir hikayeye girişin şifresi!

Murat Yıldırım/Babamı Kurtarmalıyım & İz Bırakanlar

Babamı Kurtarmalıyım: Zaman kavramı insanlığın asırlardır üzerine kafa yorduğu ve açıklamaya çalıştığı en temel kavramlardan biri. Heidegger’in Varlık ve Zaman’ı da Einstein’ın Görelilik Teorisi de zamanın yapısına ve insanın zamanla olan ilişkine dair fikirler içermekte. Dolayısıyla insanlığın anlatılarına da sirayet etmesi normal. Murat Yıldırım da zamanı yapısal olarak ele aldığı öyküde insanın zaman karşısındaki rolünü kavramsal yorumlarla birleştirerek kurguluyor.

İz Bırakanlar: Yine zamanın ışığında modern fiziğe bir bakış. Çağlar boyunca zaman lineer akışa sahip olarak kabul edildi ve bu nedenle mütemadiyen geçmişten geleceğe akacağı düşünüldü. Klasik fiziğin görüşü de buydu haliyle. Ancak modern fizik Kuantum Teorisiyle birlikte zaman kavramına devrimsel bir yorum getirdi. Zaman ne mutlak ne de yapısal olarak bu kadar basit! Geçmişin ve geleceğin birbiri içinde yittiği ve sebep-sonuç ilişkilerinin ustaca karıştığı öyküde ise yazarın zekice kurguladığı olaylar cilt cilt metne sığacak mevzuyu okura ustalıkla aktarıyor.

M. Ercan Ergür/ Derillosa’nın Şarkısı & Küçük Yürekli Koca Dünya

Derillosa’nın Şarkısı: İç içe geçmiş girift bir yapıya sahip bu öyküde, yazar okuru birçok farklı boyuta ve aleme taşıyacak derin sorgulamalara sevk ediyor. Bu noktada kullandığı korku öğeleri ise alışıldık ama bir o kadar da ilgi çekici.

Küçük Yürekli Koca Dünya: Dış uzayda ya da dünya harici gezegenlerde koloni oluşturmak uzun yıllardır üzerinde akıl yürütülen ve tasarlanan bir düşünce. Dolayısıyla bunun izlerini anlatılarda da görüyor olmamız gayet olağan. Ancak insanın bağlamı ne kadar değişirse değişsin kendinde barındırıp muhafaza ettiği birtakım özellikler asla değişmiyor ve hayatına tesir ediyor. Ama nasıl?

Mustafa Yaşar Dilsiz/Hayat Devam Ediyor

Queen’in efsanevi vokalisti Freddie Mercury’nin ölmeden evvel çıkardığı son şarkının “Show Must Go On” olması gibi hayat da ne olursa olsun devam ediyor, etmeli. Yaşamımız, gündelik hayatta başımıza gelenlerle zihnimizi işgal eden onca düşünceye rağmen geçiciliği aşikar bir düş. Suların kıyılara savurduğu nice taş ya da kum gibi dalgaların karşısında çaresiziz, her bir devinimde yeniden savrulup başka kıyılara vuruyoruz ve hayatın akışına şahitlik ederek, “hayat devam ediyor,” diyoruz.

Ruhşen Doğan Nar/Bir Taşla Üç Kuş & Sizi Ben Öldürebilir miyim?

Bir Taşla Üç Kuş: Teknolojik gelişmelerin ihtiyaç doğrultusunda yapılandığını düşünüyorsanız feci şekilde yanılıyorsunuz. Tüketim odaklı sistemler daima tüketiciyi manipüle ederek arz-talep ilişkisi yaratmayı hedefler. Böylece tüketimi baki kılarak bireyi çarkların arasında emeğine yabancılaşmış niteliksiz bir unsur haline getirir. Bu aşamaların içerisinde en önemlisi ise görüldüğü üzere arz-talebin arz ayağıdır. Arz demek, beklenti demektir; beklentiyi yaratarak üretimi başlatmak için ise arzı tetikleyecek bir olay ya da durum oluşması gerekir. Oluşmuyorsa da oluşturmak!

Sizi Ben Öldürebilir miyim?: İnternetin bilgiye ulaşımı kolaylaştırdığı muhakkak; ancak, işin bir de karanlık tarafı var. Bugün buz dağının görünen kısmında bile bir ton müstehcen içeriğe ulaşım mümkünken, görünmeyen kısmındakiler üzerine geçen bahisler bile dudak uçuklatıcı cinsten. İnsanın karanlık tarafına odaklanan bu hikayede ise, Deep Web’in ve dolayısıyla internetin karanlık yüzünün aslında ne kadar hayatın içine sinen beklentilerle ortaya çıktığı tüm açıklığıyla sergileniyor. Yazarın İçimdeki Robot adlı bilimkurgu öykü derlemesini de ayrıca tavsiye ederim, oldukça başarılı bir yerli bilimkurgu eseri…

Yalçın Altın/O Gece

Okuduğumuz hikaye ya da romanlardaki kurgusal evrenlerde kaybolmak kitap kurtlarının en çok haz aldığı aktivitelerden biri kuşkusuz. Üstelik sürprizlerle bezeli, duygusal ve edebi derinliği başarılı ve ters köşelerle doluysa tadından yenmez olur. Çocuk gözüyle okunan hikayelerin yeriyse kişinin dünyaya bakışında oldukça etkilidir. Yaşamı farklı bir bağlamda ve boyutta algılayan çocuklara sunulan bu yeni mecraların tesiri, zihinlerini açarak kendi gerçekliklerini oluşturmalarını sağlar. Bu kitabın derleyicisi olarak epey çaba sarf eden Yalçın Altın, seslendirmelerinin yanı sıra yazdıkları ve bu kitabı ortaya çıkması için gösterdiği emekle okurun düşşel dünyalara seyahatine içtenlikle vesile oluyor.

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

chiana kapak

Farscape’in Kedi Kadını: Chiana

1999 ile 2003 yılları arasında toplam dört sezon olarak ekranlara gelen Farscape, sadece karmaşık hikâyesi …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin