Koushun Takami’nin 1999 yılında yayımlanan kült romanı Battle Royale, her şeyiyle çok başarılı bir kitap olmasının yanında, popüler kültürü şekillendiren eserlerden olmasıyla da ön plana çıkıyor. Kafka’nın Dönüşüm’ü, Mark Twain’in Çalınan Taç’ı veya Richard Connell’in The Most Dangerous Game’i kadar ilham vermiş ve taklit edilmiş bir roman… Hikâye alternatif bir günümüzde Japonya’nın yerindeki Doğu Asya Cumhuriyeti isimli distopik ülkede geçiyor. Her yıl kura ile ülkedeki tüm lise 1. sınıflar arasından seçilen birkaç sınıfın öğrencileri program ismi verilen bir deneye tabi tutuluyor. Sınıftaki tüm öğrenciler rastgele silahlar ile bir adaya bırakılıp tek kişi hayatta kalana kadar birbirlerini öldürmeye zorlanıyorlar. Çok tanıdık geldi değil mi? Açlık Oyunları ve tüm türevlerinin atası olan Battle Royale, bu kitapların aksine genç yetişkin türündense distopya ve bilimkurgu türünde.
Kitap adını ringde tek kişi kalana kadar mücadele edilen bir Amerikan güreşi türünden alıyor. Kitap ve film uyarlaması 2000’lerin başında o kadar meşhur olmuş ki başlı başına bir janra adını vermiş. Battle Royale, Stephen King’in favori romanlarından, film uyarlaması ise Quentin Tarantino’nun en sevdiği filmlerden… Yine de devam filminin oldukça başarısız olduğunu ve filmin de kitaba kıyasla çok geride kaldığını söyleyebiliriz. Battle Royale filmindeki lüzumsuz anime dünyası kitabın acımasız ve karanlık gerçekliğine zarar veriyor. Yine de sinematografisi ve özellikle kan efektlerinin kullanımı epeyce başarılı. Kill-Bill başta olmak üzere Tarantino’ya ilham verdiği de bariz.
Kitap yayımlandıktan sonra o kadar kısa sürede o kadar büyük bir etki yaratmış ki filmi yalnızca bir yıl içinde vizyona girmiş. Amerika’da bu kitap gereksiz derecede vahşi bulunduğu için yasaklanmaya çalışılmış ama bu vahşet totaliterizmin karanlık yüzünü 1984’den bile daha başarıyla yansıtıyor. Çünkü burada ölümle burun buruna olanlar sistemi sorgulayan yetişkinler değil, 14-15 yaşlarında liseli çocuklar. Tabi bu kahramanlarımızın hiçbirinin devrimci bir yönü olmadığını düşünmeyin. Tam aksine Otomatik Piyano’dan beri ilk kez bu kadar iyi yazılmış bir devrimci lider okuyoruz. Filmin en büyük eksiği devrim temasını dışarıda bırakıp yerini saçma bir psikolojik çatışmayla doldurmaya çalışması ve kitabın mükemmel ötesi dünya yaratımına değinmemesiydi. Distopyanın arka planını ve tarihini yavaş yavaş keşfetmek çok daha keyifli. Film kitaptaki faşizmin yerine “yetişkinlerin gençlikten memnun olmaması” gibi absürt bir sebep koymuş.
Koushun Takami’nin Battle Royale’den başka eser vermemesi dünya edebiyatı açısından gerçekten büyük bir kayıp. Bu hem anlatımı hem de hacmiyle devasa eser maalesef artık unutulmuş bir başyapıt. Kesinlikle bilimkurgu hayranları arasında yayılması gerekiyor. Asıl mesleği gazetecilik olan Takami’nin tek romanı Battle Royale. Yazar bir de kitabının manga uyarlamasını kaleme almış. Romanın üç manga serisi var. Bunların yalnızca ilk ve en uzun olanını Takami yazmış. Kendisinin şu sıralar devam romanı üzerinde çalıştığına dair bir iddia var. İkinci kitapta Koushun Takami’nin kaleminden bir devrim hikayesi okumak müthiş olur.
Ölüm Oyunu, karakterlerin yaşam ve ölüm arasında kaldıkları etik ikilemleri başarıyla yansıtıyor, bir yandan da bunu drama unsuru olarak kullanabiliyor. Sadece ahlakın değil, arkadaşlığın, sevginin ve bağlılığın da sınandığı bir ortamda olduğunuzu sonuna kadar hissediyorsunuz. Kitabın finaline kadar artan akıl oyunları, Sherlock Holmes hikayelerinden aldığınız zevki aratmıyor. Konunun temel çekiciliği bağlandığınız bütün karakterlerin ölme ihtimalinin çok yüksek olması. Kitap, her başarılı distopya eseri gibi kurgusal bir dünya üzerinden bizim dünyamızı eleştiriyor. Japon ahlakçılığı ve yarışmacı eğitim sistemi, politikaya kıyasla daha çok eleştirilen nokta olmuş. Çoğu klasik distopyadan farkı ise eleştirisini heyecan ve koşuşturmacanın durmak bilmediği bir olay örgüsünde yapabilmesi. Çoğu modern distopyadan farklı olarak da kendini sığ aksiyona kaptırıp ucuzlaşmıyor. Yazarın ergenlik ve büyüme konularını ele almadaki başarısını da takdir etmeliyiz.
Kitapta Japonya ve Türkiye gibi ülkelerdeki abartılı muhafazakarlığın gençleri ülkelerinden tiksindirip Amerika gibi batı devletlerine özenilmesine sebep olmasına da parmak basmış. Bunu “gençlik de çok bozdu yahu” şeklinde işlemek yerine gençlerin gözünden anlatması mutlu etse de, Amerikan yanlısı bir tutum takınıldığı belli. Zaten kitapta tam olarak söylenmese de Battle Royale evreninde İkinci Dünya Savaşı’nı Amerika yerine Japonya’nın kazandığı ve böyle bir distopya oluştuğuna gönderme yapılıyor. Tabi yazar gerçekten milletinden nefret mi ediyor veya Hiroşima ile Nagazaki’yi haklı mı buluyor bilemeyiz çünkü kitap ideolojik konular yerine Japonya’nın modern, pratik problemlerine yoğunlaşmış. Bu problemler Türkiye ile epeyce paralel olduğu için ülkemiz okuru Amerikalı okura göre daha kolay empati kuracaktır.
Battle Royale, dilimize Pegasus Yayınları tarafından kazandırılmış. Müge Kocaman Özçelik’in çevirisi oldukça başarılı. Ancak kitabın isminin “Ölüm Oyunu” olarak çevrilmesi çok büyük bir talihsizlik olmuş. Yazarın Japonca kitabının ismi için İngilizce bir terimi seçmesine saygı duyulması gerekirdi. Kapak ve isim ile genç yetişkin havası yakalamak, muhtemelen de Açlık Oyunları hayranlarına hitap etmek amaçlanmış ama tüm dünyada orijinal isimle hatırlanan filmin popülerliği ve kitabın tek başına bir janra isim verdiği düşünülünce anlamsız bir tercih olduğu anlaşılıyor. Kitabın baskısı yok gibi gözükse de kitap fuarları gibi yerlerden rahatça temin edilebiliyor. Bu şaheseri kaçırmamalısınız…