İthaki’nin Burak Albayrak editörlüğünde başlattığı fantastik, korku ve bilimkurgu türlerini birleştiren kitap serisi Pangea, Türkçe bilimkurgu türüne yaptığı katkılara bir yenisini daha ekledi. Serinin altıncı kitabı, daha önce dört kitabıyla kendini ispatlamış olan Selim Erdoğan’ın yazdığı “Kurbağa Adası” oldu. Kurbağa Adası, adından da anlaşılacağı gibi bir iklim distopyası. Gerçi kitap kendini “Bir İstanbul Distopyası” olarak tanımlıyor ama benim görüşüme göre bu tanım, kitabın kapsamını tam olarak yansıtmıyor. Nedeni, kitabın bundan çok daha kapsamlı olması.
Kısaca anlatmak gerekirse roman, iklimsel bir krizin ortasında kalmış olan bir aileyi ele alıyor. Ailenin “iyimser” reisi Ozan, etrafında olup biten olaylara kulak asmayarak, her zamanki gibi yaşamaya devam etmek istiyor. Oysa şehirleri bekleyen birçok büyük tehlike var. Bunlar çürüme, yozlaşma, bozulma, kirlenme, suç oranında artış, kontrolsüz göçler, her yeri kaplayan mikroplu ve kaygan çamur, aşırı hızlı rüzgârlar ve oluşması beklenen bir “süper sıcaklık adası” tehlikesi… Üstelik alt yapının çökmesiyle birlikte kendine güvenlerini yitiren insanlar, mantar gibi çoğalan kıyamet tarikatlarının da tuzağına düşmekteler. Bütün bunlar olurken, yavaş yavaş ısınan bir tenceredeki kurbağa gibi, Ozan da her şeyin gelip geçici olduğuna kendini inandırarak iyimserliğini korumaya çalışıyor. Romanın her cümlesi okuyucuya bu kurbağa analojisini hatırlatıyor. Her cümlenin, her gözlemin, her diyaloğun içinde alarm zilleri çalıyor. Tepemizde kimliği belirsiz dronlar dolaşırken, maskeli insanlar tarafından her an kaçırılma tehlikesi içindeyiz. Üstelik ailemizi de bir tarikata kaptırabiliriz.
Kurbağa Adası’nı distopya yapan baskıcı bir sistemin insan özgürlüğünü kısıtlaması değil. Tam tersine, Kurbağa Adası’nda insan özgürlüğünü kısıtlayacak hiçbir siyası sistem mevcut değil. Hatta, böylesi bir siyasi sistemin varlığı istenen bir şey olarak sunuluyor. Kurbağa Adası’nı bu denli korkutucu yapan, özgürlük temelli olması. Yani insanlar özgürlüklerinden dolayı distopik bir dünya oluşmuş. Serbest piyasa hala etkili, hala ticaret yapılabiliyor. Ortama uyum sağlayanlar hala zengin ve güçlü olabiliyor. Kurumlar, birlikler, ticari şirketler var. Hatta şehrin kimi bölgelerinde özgürlük hat safhada; sapıkların dahi özgür olduğundan söz edilebilir.
Kurbağa Adası’nın distopik yapısı, George Orwell’in 1984’ündeki gibi etkili bir polis ya da haber alma teşkilatından değil, liberal serbest piyasa ve tüketim ekonomisinden kaynaklanıyor. Bu durum, Kurbağa Adası’nı daha gerçekçi, dolayısıyla daha korkutucu hale getirirken, Aldoux Huxley‘in Cesur Yeni Dünyası‘na da yakınlaştırıyor.
Roman, insanı yavaş yavaş geriyor. Bunu yaparken de karanlığa tutulan bir ışık gibi, fenerinin aydınlattığı noktalarda bize kendi hayatımızın gerçeklerinden kesitler sunuyor. Orada büyük İstanbul depremi, yapay gıdalar, yoksulluk, sel baskınları, inşaat krizi, patlayan çöplükler, çöken semtler, çürümüş belediye sistemleri, ilaç ve madde bağımlılığı, çılgın İstanbul Kanalı ve eğitim sisteminin çöküşü var. Bütün bunlar romanda sakin bir ses tonuyla işleniyor. Her şey kulağa tanıdık geliyor. Günümüzde karşılığı olmayan hiçbir şey yok Selim Erdoğan’ın romanında. Kripto paralardan tutun da geri dönüşüm sisteminin çöküşüne değin, zararsız görünen şeyler bile tehditkâr bir şekle bürünebiliyor.
Örneğin havada gezen dronlar, suçlu mahallelerinde geri vitese izin vermeyen otomatik sürüş sistemleri, yavaş yavaş yosunla kaplanan havuzlar bile ürkütücü görünebiliyor. Statükoyu elli yıl ileri aldığımızda nelerle karşılaşabileceğimizi görüyoruz kitapta. Selim Erdoğan bize bunları bir saatli bombanın tik takları gibi dinletiyor. Biz bütün bunları olabileceğini biliyoruz, çünkü kendimiz görebiliyoruz. Tek yapmamız gereken dikkatle etrafımıza bakıp biraz düşünmek. Ama ısınan tenceredeki kurbağalar gibi, biz de gerçekleri görmeyi sürekli erteliyoruz. Yaptığımız şikayetler her zaman iyimser bir şekilde yanıtlanıyor. “Sistemlerin bakımı düzenli olarak yapılmaktadır, hiçbir tehlike yoktur, rahat olun!” mesajları veriliyor. Selim Erdoğan böyle yaptığımızı biliyor ve bizi uyarmak için tik takların volümünü yavaş yavaş arttırıyor. Tenceredeki suyu ısıtıyor.
Romanın teknik olarak oldukça üst düzeyde olduğunu söyleyebiliriz. Gerek anlatımın ustalığı, okuyucuyu sıkmayan rahat yapısı, sadeliği olsun, gerekse de kullanılan anlatım ve kurgu teknikleri olarak oldukça yetkin bir yapıtla karşı karşıyayız. Kişisel fikrimce, Kurbağa Adası, Selim Erdoğan’ın başyapıtı olmuştur. Yazar, daha önce yazdığı dört romanda da bilimkurguya oldukça özgün ve nitelikli eserler kazandırmıştı. Ancak, Kurbağa Adası’nın uluslararası düzeyde bir eser olduğunu şimdiden rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sözü daha fazla uzatmaya gerek yok. Erdoğan’ın kitabı raflarda sizi bekliyor. Alın ve okuyun. Pişman olmayacaksınız.