Iain Banks’in meşhur Kültür Serisi‘nin ilk kitabıdır 1987 tarihli Phlebas’ı Hatırla. Phlebas’ı Hatırla için Banks’in yazdıkları arasında gelenekselliğe en yakın romanıdır diyebiliriz; her aşamasının sınırları çizilmiş birer sahnede geçtiği, her sahnesi kahramanın üstesinden gelmesi gereken mücadelelerle dolu epik bir yolculuktur bu.
Horza, gen dizilimini değiştirerek başka türlerden insansı varlıkların formuna girebilen bir Değişçin’dir. Evrende süregelen büyük bir savaş vardır, bu savaşın taraflarından biri İdirliler adı verilen bağnaz ve militarist bir ırk iken diğer tarafı da Kültür adı verilen, az sayıdaki insansı yaşam formlarının bir araya gelerek oluşturduğu bir uygarlıktır. İdirliler inançları için, Kültür ise varoluş hakkını korumak için savaşmaktadır. Bu sonu gelmez savaşta Horza, Kültür’ün, yapay zekâ sahibi makineler ile olan büyük ölçekli ilişkileri nedeniyle yaşam karşıtı bir ideolojiye sahip olduğunu düşündüğünden, kendini inançlarıyla pek de aynı fikirde olmadığı İdirliler’den yana görür. Toplumu ahlakî açıdan zekâdan ve yaşam pırıltısından yoksun görür, bu nedenle de “kapatma tuşu olmayan bir kansere” benzettiği Kültür’ün yok olmasını ister. Öte yandan İdirliler ise, ona göre evrimsel açıdan ahlakî üstünlüğe sahip olan taraftır.
Kültür’ün son derece ‘mukaddes’ gördüğü bu eski zamana ait süper makinelerden biri, bir Zihin, bir ‘tarafsız bölge’ statüsündeki Ölü Gezegen’de gerçekleşen bir çatışma sırasında esaretten kaçar. Pek eskiden gerçekleşmiş ve müthiş yıkıcı bir savaşın anısına nezaret eden ve misilleme korkusuyla ne İdirliler’in ne de Kültür’ün karşısına almaya cesaret edemediği kadim bir ırkın mensubu bir varlık yaşamaktadır. İdirliler, bu gezegende görev yapmakta olan Horza’yı bu değerli makineyi ele geçirmesi için görevlendirir, böylece Kültür’e karşı savaşta büyük bir avantaj elde edeceklerdir.
Böylece Horza onu dolambaçlı yollardan geçirecek ve giderek artan bir tempoyla onu hedefine ulaştıracak bir yolculuğa sürüklenir. Yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen azmini hiç kaybetmez, ne var ki etrafında gelişen kozmik çatışmanın boyutlarının yanında bu azim küçükcük bir kıvılcım misali kalacaktır.
Phlebas’ı Hatırla, evreninin anlatıldığı tasvir kısımlarında biraz sabır gerektiren bir kitap. Bu kısımlar epey yoğun ve sürekli gerçekleşen aksiyona rağmen ağır aksak ilerliyor, bu nedenle özellikle ilk yarısında olay örgüsünün dağınıklığı ve bir hızlanıp bir yavaşlayan tempo alışkın olmayan okuyucuyu yorabiliyor. Öte yandan bu tasvirlerin gayet sinematikleştiği yerler de var, Banks’in hayal gücünün doruğa ulaştığı ada sahnesi bunlardan biri. Bir başka müthiş hayal ürünü de Hasar oyunu ve ona gelene kadar olayların tırmandığı kısımlar. Hasar, oyuncuların duygularını somut hasarlar verebilen silahlara dönüştürdükleri ve bir el kaybetmenin ‘gönüllü’ ekibin bir üyesinin yaşamına mâl olmasıyla eşdeğer olduğu dekadan ve sürreel bir oyun.
Bu gibi sahneler hikayenin akışına doğrudan etki etmese de evreni elle tutulur bir hâle getirirken Horza’nın içinde bulunduğu ruh halini de anlamamıza yardımcı oluyorlar. Bir felaketten diğerine sürüklenen bîçarenin biri gibi resmedilse de, Horza’nın sarsılmaz kararlılığı ve karşısına çıkan tüm zorlukları aşma azmi onu ayakları yere basan bir karakter haline getiriyor.
Banks, karakterlerinin ahlakî ikilemleri konusunda bambaşka bir yerde, Horza da vahşi veya zararlı davranışlar sergilemeden ahlakî spektrumun her iki ucunda da gezen bir karaktere dönüşmeyi başarıyor. Hedefine ulaşmak için etik birçok değeri ayakları altına alsa dahi sempatik bir karakter olmaya yaklaşıyor bile diyebiliriz. Horza’nın kişiliğinin belirsiz doğası ayrıca Değişçin olmasına da güzel bir motif sergiliyor.
Bu romanla birlikte ayrıca Kültür’le de tanışıyoruz. Banks’in bilimkurgu evrenini üstüne kurduğu bu ‘topluluk’, esas oğlanımıza düşman bir fraksiyon olarak tanıtılmasıyla da ilginç bir yere oturuyor. Romanın asıl odağı Horza’nın arayışı olsa da Kültür’ün perspektifinden de baktığımız kısımlar yok değil. Bu kısımlar asıl olarak, ana karakterin, erdemli olsa da pek de inandırıcı olduğunu söyleyemeyeceğimiz mücadelesine ve bakış açısına yoğun bir şekilde maruz kalışımızı rahatlatmak isteme ve karşıdan bakmamızı sağlama amacı güdüyor.
Romanın parladığı noktalar arasında detaylı ve akıcı anlatımını, ara sıra denk geldiğimiz kara mizah dolu sahneleri, sunulan evrenin bütünlüğünü ve özellikle de romanın Dünya merkezli olmayan galaktik ortam hakkında öne sürdüğü ufuk açıcı fikirleri sayabiliriz. Güneşlerin fotosferlerinden geçebilen devasa uzay gemileri, sarsıcı ölçekli yapay zekâlara sahip dev makineleri, gösterişli, büyük teknolojik yapıları ve biyolojik fonksiyonları üzerinde belli ölçüde kontrol sahibi çeşitli organizmaları ile romanın insanı dumura uğratan bir atmosferi var. Zihin’in hafıza kapasitesinin tasvirleri Borges’un Babil Kütüphanesi ile aşık atacak düzeyde baş döndürücü.
Ne var ki Banks’in diğer kitaplarıyla karşılaştırıldığında biraz zayıf kaldığı ve (spekülatif kurguda M orta ismiyle ilk defa tanışmamız hasebiyle) bir çıkış kitabı olmanın klasik zorluklarıyla başa çıkamadığı da görülebiliyor. Bazı kısımları gereksiz uzatılmış durumda. Bu kısımlarda bazı muhteşem enstantanelere şahit oluyoruz ve birçok farklı hikâye elementi de sunuluyor öte yandan, örneğin Horza’nın ‘uzay korsanları’ tutsak edilmesi vahşi ama abartılı da olmayan bir potpuri sergiliyor. Bağnaz, çıldırmış bir kültle olan karşılaşma da grotesk korku öykülerine konu olmaya layık. Finalde gelen uzay yörüngesindeki patlamadan kaçış da Star Wars ayarında görsel efektlere yaraşır denli epik bir anlatım sunuyor.
Anlatılan her şeyin iki farklı yanı olduğu da söylenebilir. Tasvirler ve yazım Banks’in hayal gücünün sınırlarını göstermenin yanında, Kültür’e olan algımıza da farklı açılardan katkıda bulunuyor. Kitap boyunca Kültür’e daire hep dışarıdan ve üstünkörü bir fikrimiz oluyor, hep Kültür’ün Horza’nın görüşleriyle neden çatıştığını görüyoruz. Hatta, hikâye boyunca olan olaylarda Kültür’ün eksikliğini hissetmemiz, birçok farklı karakterin Kültür’ün ahlâki değerleriyle olan çatışması Kültür toplumunu daha yakından tanımak istememize yol açıyor. Bu karakterlerin hepsi etkileyici ve müthiş bir şekilde yansıtılmış farklı görüşlere sahip olsalar da, büyük resim düşünüldüğünde kopuk durmaktan da kurtulamıyorlar; sanki her biri kendi içinde tutarlı olan parçalar birleştiğinde bütünlüklü bir yapı oluşturamıyorlar gibi.
derinlemesine ele alınmamış olması onu ağırlıktan yoksun kılıyor. Fakat anlatımın asıl parladığı kısım, Eliot’un şiirinden alıntılanan kısma yaraşır bir biçimde, kitabın her yerine sinmiş derin bir duygusallık. Kitabın asıl vurgulamak istediği şey kişisel edimlerin, büyük resimde dikkate değer değişimler yaratamayacak denli önemsiz kalmalarının trajedisi. Phlebas’ı Hatırla, fantastik ve bilimkurgu janralarında sıkça rastlanan, önemsiz bir karakterin dünyaların kurtarıcısı rolüne ulaştığı anlatılardan çok uzakta. Kitabın ulaştığı vahşi ve mutlak son da bunu vurgular nitelikte. Savaşı anlatan küçük detaylar birleşerek muazzam bir gösteri sunuyor ve Horza’nın büyük macerasının aslında ne denli önemsiz olduğunu gösterirken tüm savaşın ahlâki muğlaklığının da altını çiziyor.
Tutarlılık bağlamında zayıf düştüğü bazı kısımlar olsa da, bu Kültür evreninin temellerini atan ciddi bir bilimkurgu eseri. Bu kitapla birlikte, hikâye boyunca pek detaylandırılmasa da bilimkurgu evreninin belki de en hırslı ve devasa yaratılarından biri olan Kültür evrenine giriş yapıyoruz. Özellikle de Kültür’ün ahlâki değerlerinin, örf ve geleneklerinin ana karakterin baş düşmanı olarak gösterilmesi bu tanışmayı daha da özel kılıyor. Kültür, anlıyoruz ki, aslında onu oluşturan parçaların toplamından çok daha fazlası.
Kaynak: Renai LeMay