“Gerçeğin ara yerde, dere yerde barınamayacağı anlar vardır. Ya bir yalan örtülür üstüne ve sonsuza dek unutulmaya terk edilir ya da olanca yakıcılığıyla kucaklanır ve sahip çıkılır.”
Müfit Özdeş adını, bundan yaklaşık dört sene evvel duymuştum. Genç bir yönetmen olan Levent Soyarslan’ın Oflu Hocayı Aramak isimli filminin reklamında geçmişti adı. Film hakkında bir şey bilmediğim gibi, Müfit Özdeş’in kim olduğuna yönelik herhangi bir fikrim de yoktu. O dönem filmi izlememi sağlayan kişiyse, ünlü yazar Nihat Genç’ti. Fakat Müfit Özdeş adı, kişisel olarak tanışana değin önemli bir detay hâlini almadı. Velhasıl aradan yıllar geçti. 2017 yılında, üniversiteden arkadaşlarla yayımladığımız dergimiz için bilimkurgu edebiyatının öncü isimlerinden Isaac Asimov’un hayatına ve eserlerine dair bir yazı hazırlıyordum. İsmail Yamanol’un yazdığı Asimov yazıları vasıtasıyla Bilimkurgu Kulübü ile tanıştım. Yazılarına dair düşüncelerimi paylaşmak ve etkilendiğim noktaları belirtmek adına kendisiyle sosyal medya üzerinden iletişime geçtim. Ardından hiç beklemediğim bir şey oldu ve kendimi kulübün yazar kadrosunda buldum. Tuhaf ama gerçek.
Müfit Özdeş’i de işte bu süreçten sonra tanıdım ve her geçen gün bambaşka yönlerini keşfetmeye başladım. Tanışmam bir nebze eksik kalmış olsa da benim için büyük bir şanstı. Bizleri evinde içtenlikle ve ihtimamla ağırlayan, her daim kitaplara duyduğu sevgiyi anlatan, tevazu ile hürmetini esirgemeyen bu insanda modern Tolstoy esintileri gördüm. Gözlerinde öğrenmeye aç bir çocuk, sözlerindeyse bir ülkenin ve hatta tüm dünyanın değişimine tanıklık etmiş bir münevverin ışıltısı vardı. Son Tiryaki‘nin satırları arasında kaybolurken edebi dehasına hayran kalmış ve yerli bilimkurgu edebiyatına kılavuzluk edebilecek bir eserle karşı karşıya olduğumu hemen anlamıştım.
Yakın zamana kadar baskısının bulunmaması, Son Tiryaki’yle tanışmamı da ne yazık ki biraz erteledi. Neyse ki bu sorun da çözüldü ve kitap yepyeni ve güncellenmiş baskısıyla raflardaki yerini aldı. 96’daki ilk baskısında 15 kısa öyküyle okuruna merhaba demiş bir kitap Son Tiryaki. Yeni baskısına 8 öykü daha eklenerek, hacmi kadar sırtladığı hayal gücü de arttırılmış. Ağırlıklı olarak bilimkurgu öykülerinden oluşan kitap, aynı zamanda fantastik ve masalsı çalışmalar da barındırıyor. Bazı klişelere ve öğretilere karşı tavır alan bu öyküler, içerdiği mizahi dille de biz okurlarını tatmin etmeyi başarıyor.
Kitapta öne çıkan belirgin temalardan belki de en önemlisi özgürlük. Neredeyse tüm karakterlerin ya özgürlük mücadelesi verdiğini ya da özgürlüğe dair sorgulamalarda bulunduğunu görüyoruz. Örneğin kitabın Yeraltı İnsanları adlı kapanış öyküsü, Aldous Huxley‘in ünlü eseri Cesur Yeni Dünya‘da gördüğümüz distopik dünyanın bir benzerini sergiliyor. Modern Avrupa insanına 17. yüzyıldan beri uygulanan ‘yedir, içir ve sustur’ yöntemine dayalı mantık her iki eserde de karşımıza çıkıyor. Fakat bir başkaldıran insan figürü, rahatsızlığının peşinden gitmeye karar verince işler karışmaya başlıyor.
“Anlatılan senin hikâyendir…”
Firar ve Haşarı Kuzu öyküleri de kendi içinde özdeşlik taşıyan eserler. Bilinmeyeni keşfe çıkan iki küçük yavrunun macerası olmalarının yanı sıra, özgürlük kavramına da sert dokunuşlar atıyorlar. Evet, haşarı kuzunun öyküsü ilk kez anlatılmıyor, fakat sonuna gelindiğinde yazarın verdiği ironik mesaj öyküyü özgünleştirmeye yetiyor. Dahası kendimizi “özgürlük nedir?” diye düşünmekten alıkoyamıyoruz. Öyküdeki her bir cümle, özgürlük üzerine söylenmiş sözlerin ezberden ibaret olduğunu hissettiriyor adeta. Özgürlük denince akla alegori ve mizah da geliyor kuşkusuz ve Müfit Özdeş bu konuda tam bir uzman. Mizahın kullanımı, psikanalitik olarak acının veya duygusal hassasiyetinin yoğunluğuyla doğru orantılı kabul edilir. Bunu Oğuz Atay’ın metinlerinde de görebiliriz. Mizah ile ortaya konulan aslında gerçeğin kendisidir. Marx’a ithaf edilen ama Horatius’a ait olan bir söz vardır; “Neden gülüyorsun? Adı değiştir; anlatılan senin hikayendir.” Karakterler bizdendir, isimler ve mekanlar ortaktır ama asıl önemli olan nokta his dünyalarının özdeşliğidir. Fantastik sınırlarda gezinen okur, bir kuzunun da robotun da benliğinde kendiyle müşterek dertler bulabiliyor. Kurgunun gücü de zaten buradan geliyor.
Kadın-erkek ilişkilerinin ve bu ilişkilerdeki ahlaki değerlerin yansıtılış şekli de ilgi çekici. Müfit Özdeş, karakterlerin yaşadıkları ya da söyledikleri karşısında ahlaki bir öğüt verme yoluna gitmiyor, aksine ahlaki öğreti kalıplarını ve masalsı mutluluk tasvirlerini alaya alarak adeta bunların absürt yönlerini ifşa ediyor. Kül Kedisi ve Çirkin Prenses öyküleri bu durumun en güzel iki örneği. İkisi de alışılmış kalıp anlatıları yıkan ve alaya alan ince mizah ürünleri. Yazarın sorguladığı bir diğer şey ise yalnızlık ile özgürlük arasındaki ilişki. İnsan için özgürlüğünün bir bedeli olmalıdır ve bir toplumda yaşadığımıza göre bunun bedelini de toplum belirler. Özgür olan kişi toplumda var olabilir mi? Var olduğunu farz etsek bile özgür olabilir mi?
Modern çağın hikâye anlatıcısı, kısa ve öz bir anlatımla meramını okura aktarabilmelidir. Mizah, alegori ve kelime oyunlarıyla bezeli kıvrak bir zekâ ortaya koyabilmeli; okurunu hayatın anlamsızlığı ve tekdüzeliği üzerine gülümsetebilmelidir. Olaylara dair öznel yargıların verilmesi de mizahi anlatımın kilit noktasıdır. George Orwell’ın ünlü eseri Hayvan Çiftliği’nde de kullanılan bu alegorik anlatım, okurla metin arasında güçlü bir organik bağ oluşmasını sağlar. Özdeş’in öyküleri bu bağı başarıyla kuruyor ve bize dair, bizden şeyler anlatıyor.
Tüm bu vasıflarıyla Son Tiryaki, Türk bilimkurgu edebiyatı için önemli bir yere sahip. Kurgu başarısına ek olarak, dil kullanımı da bir hayli hünerli. Noam Chomsky, ‘dil abartılmış bir mucizedir’ der, ama yine de dilin bir mucize olduğunu inkar etmez. Günümüzde çoğu eser, dilin kendine özgü kurallarından ve yapısından habersizken, Son Tiryaki dilin nasıl enstrüman hâlini alabildiğinin güzel bir ispatı. Dolayısıyla, yerli bilimkurgu yazmaya hevesli her yazarın elinin altında tutması gereken önemli bir başvuru kaynağı…