Post-apokaliptik bir evrende geçen, yıkımın ardından sıfırdan inşa edilen yaşam ve günbegün süren soluksuz mücadeleler…
Uraz Sarı tarafından kaleme alınan ve Fihrist Kitap’a ait Ütopya-Distopya-Bilimkurgu Dizisi‘nin 33. kitabı olarak yayımlanan Elektrosfer, yazarının ilk göz ağrısı ve onun deyimiyle “bitirebildiği tek roman”. Başlangıcından itibaren alışılmışın dışında bir olay örgüsüne sahip bu romanda yazar, âdeta sonun başlangıcını sunarak girişiyor atmosfere. Belki de başlangıcı sona taşıyan, tanışmayla başlayıp tekrar tanışmayla biten örgüsüyle Elektrosfer, bu anlamda da türe yenilik katıyor.
Kitap, iki ana karakter etrafında, iki önemli nesneyle, iki ayrı evrende ve birbirinden çarpıcı mücadeleler ekseninde gerçekleşiyor. Bir abla ve kardeşinin yirmi üçüncü yüzyılda başından geçenler, o yüzyıldan öncesinde bildiğimiz tüm kavramları sorgulatır nitelikte. Peşlerinde düşmanların, yani yabancı insan gruplarının olması ve en önemlisi de nereye giderlerse peşlerinden gelen yıldırımların bulunması kitabın temel itkisi.
Abla ve kardeşi, günlerini yirmi ikinci yüzyılda gerçekleşen insanüstü bir felaketin ardından harabe ve izbe mekânlarda uyuyarak, ısınacak yer ve yiyecek arayarak geçiriyor. Bu sırada iki kardeşin adlarının bile olmaması bir yana, geçmişe dair gördükleri tüm cisimleri de ilk kez tanıyor ve anlamlandırıyorlar. Bu yekpare varoluşları, akıllara Platon’un Mağara Alegorisini getirebilir, zira yıkımın ardında bıraktığı harabelerde karşılaştıkları her şey, onların kendi şemalarında benzettiği cisimlerce adlandırılıyor. Örneğin gemi bir “kutu”, ışın ya da elektrik silahı da bir “sopa” olarak anılıyor. Tüm günlerini geçirdikleri evrende abla ve kardeş, ancak küçük kardeşin bulduğu, gün gün yazılmış, dolu bir defter ile bir geçmişe, yeniden oluşturacakları şemalara sahip olabiliyor.
Yirmi üçüncü yüzyıldan evvel yaşamış bir arkeoloğa ait olan bu defter; onların her gün karşılaştığı ve hayatlarını zora sokan yıkımın nasıl meydana geldiği, geleceklerini nasıl bir zemin üzerinde kuracakları, neyle nasıl savaşacakları ve buldukları garip “sopa” ile ne yapacakları konusunda rehberlik ediyor.
Arkeoloğun bu defterde bahsettiği gibi, teknolojinin hayatlarını kolaylaştırmaktan çıkıp bir problem hâline gelmesi ve felaketi çağırdığı düşüncesi, bugün modern teknolojinin geldiği noktada tartışılmakta olan temel konulardan. Bildiğimiz gibi teknolojinin gelecekteki olası yıkıcı gücü ya da diktatörlerce kullanılacağı endişesi, bilimkurgu türünde de işlenilen en önemli detaylardan biri. Elektrosfer’de ise bu ayrıntıyla birlikte, yaşanmış olan felaketin en ilginç yanı, teknolojiden ziyade evcil hayvanların insanlara saldırgan davranışlarda bulunmaya başlaması ve bunun gittikçe önüne geçilemeyecek bir soruna dönüşmesi. Daha sonra ise evcil hayvanları tarafından öldürülen insanların sayısının artmasıyla, felaket birçok yönden insanlığın sonunu getirmeye doğru evriliyor. Buna karşın kitap boyunca abla ve kardeşe eşlik edecek “minik canavar” kahraman da, âdeta umudun ipucu gibi beliriyor.
Diğer yandan, buldukları sopa ve defter ile günlerini devam ettirmeye çalışan abla ve kardeşi, bu defter aracılığıyla felaket öncesinde yaşayan insanların isimlere, ortak bir dile, bir günden fazla durabildikleri mekânlara, çeşitli işlevsel eşyalara sahip olduklarını öğreniyor. Her gün heyecanla okuduğu defter sayesinde kendisine bir isim seçen küçük kardeş, artık “Kaptan” olarak anılmak istiyor. Bunların yanı sıra felaket yıllarında yağmurun, yıldırımların, dolayısıyla yangınların artış gösterdiğini söyleyen arkeolog, aynı zamanda Kaptan ve ablasının kaçtığı yıldırımların çok önceleri başladığını öğrenmesine vesile oluyor. Yıldırımlar, bardaktan boşalırcasına yağan yağmurlar ve yıldırım gibi peşlerine düşen haydut avcılar… Her gün bir şeyden kaçan Kaptan ve kardeşi, sonunda bir kabileyle ve onların “lider”leriyle bir diyaloğa girecek ve bu diyalog belki de sonsuza dek sürecek bir savaşın ya da bir devlet inşasının ilk adımı olacak…
Adı da kendine biçtiği liderlik ceketi gibi “Lider” olan kabile şefinin, onun insanlarının, hatta düşmanı sayılabilecek herkesin Kaptan’la savaşmak istemesinin yalnızca bir nedeni var: Geçmişten gelen, büyük bir güce sahip o sopa. Kaptan’ın elindeki sopa, hem var olan tüm elektriği toplayabiliyor ve depolayabiliyor hem de depoladığı tüm elektriği geri püskürtüp ateş edebiliyor. Kaptan bu sopayı kullanmayı zamanla öğrenecek, sopanın gücünün farkına vardıktan sonra ise “Elektrosfer”in yegâne sahibi olacak. Bu sonuç, aynı zamanda kitabın temel sorusunu da oluşturuyor. Zira Kaptan, zaman içerisinde ulaşılamaz bir yolun elçisi oluyor ve tam anlamıyla bir peygamber ilan ediliyor.
Kitap boyunca yalnızca Kaptan olarak değil, Tanrı’nın Eli, Ruh Hasatçısı, Toprak Yeşerten, İmparator gibi isimlerle de anılıyor, çünkü felaket sonrasında en baştan kurulan devlet yapılanması ve kutsallığı her yönüyle henüz keşfeden bir toplum meydana geliyor. Zaman içerisinde “Anason” adını alacağı abla ve kardeşi Kaptan, Lider’in gücü ve güçlü kabilesi karşısında yer yer saldırıya yer yer savunmaya hazır vaziyette, ya savaşın ya da barışın gelişini bekliyor.
Elektrosfer’in en önemli cümlesi, tek cümlelik özeti yahut ders niteliğindeki temel sözünü de unutmadan:
“Her günümüz sonuncudur. Yarınları buna göre yaşarız.”
Hazırlayan: Ayşegül Karayama