karanlik cennet kapak

Karanlık Cennet’te Bir Adım Öteye Gidebilme Cesareti

Chris Beckett’e 2013’te Arthur C. Clarke ödülü kazandıran Karanlık Cennet, yaşam için girişilen mücadeleye getirdiği orijinal yorumla öne çıkan bir roman. Dünya’ya ışık, enerji, hayat veren Güneş’in ötesinde kaçınılmaz olarak tekrar tekrar gerçekleşen yeni başlangıçları, deneyimlerimizin dışındaki fizik kurallarını, nesneleri, canlıları ve her birinin birlikte yazdıkları öyküleri keşfetme motivasyonu önce hayal gücüne sonra da eylemlere yansır. Bilimkurgu eserleri sayısız tema içinde bazen temel izleklere yönelir ve bu başlangıçları ele alır, bir nevi Homeros ve Vergilius’un izinden gider. Medeniyetin nasıl doğduğu, geliştiği ve kabuklarını kırıp yeni dünyalara açılmak için kendi içinde ne türden bir kavgaya tutuştuğu konusu en az müthiş teknolojiler, belki de düşünce daracığımızın dışına taşan duyusal veya zihinsel gerçeklikler kadar önemlidir. Sanatın hangi dalında olursa olsun, bilimkurgu yapıtları bundan dolayı önceliği öykülere verir, çünkü geleceği hayal etmemizi sağlayan tüm ilerlemelerin sorumlusu insan ve onun başarıları, başarısızlıkları, hırsı, hayal kırıklıkları, cesareti, keşfetme arzudur.

Kolektif Kitap etiketi taşıyan Karanlık Cennet, evrenin bilmediğimiz bir yerinde insanların müdahalesiyle başlayan, yavaş yavaş büyüyen fakat gelinen noktada sayısı bini bile geçmeyen, dar bir alanda kendilerini âdeta hapsetmiş küçük bir grubun hikâyesi. Eser, kendilerine Aile diyen bu topluluğun birkaç kuşaklık tarihini, durağanlığını, Dünya’ya kavuşma özlemi ve beklentilerini, nihayetinde içinde kısıldıkları çemberi kırmak isteyenlerin öyküsünü anlatsa da özellikle kavramsal açıdan birçok sorgulamaya kapı aralıyor. Dünya tarihi, medeniyetin gelişimi, savaşlar, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş, uzay döneminin başlangıcı, internetin sağladığı enformasyon yığınında sosyal yapının değişimi ve bitmeyen huzursuzluk çağları, öykü anlatan herhangi birinin ‘burası’ yani Dünya dışında bir yer düşlediğinde bile benzer kavramlara ve problemlere yönelmesini kaçınılmaz kılıyor.

Bilimkurgu her şeyden önce bilimsel ve düşünsel sıçramaları, gelişimin nasıl elde edilebileceğini ve olası sonuçlarını yorumlar, bunu yaparken ya medeniyetimizin aktörlerini başrole taşır ya da Güneş Sistemi’nin dışında farklı bir uygarlık tasarlayıp başlangıcı, gelişimi ve sonu tamamen orada kurgular. Karanlık Cennet’te Chris Beckett, bilinenle bilinmeyen arasında tuhaf bir ilişki kuruyor, Dünya ile bir bağlantısı olmasa da yaşam kıvılcımını Dünyalıların ateşlediği bir gezegendeki kırılma noktalarını sıralıyor. Üç kitaplık bir serinin başlangıcı olan eser, konusu, karakterleri, üslubu, ataları Dünyalılar olmasına rağmen kendilerine has bir yaşam kültürü oluşturan topluluğuyla okura uzun bir öykü vadedeceğine dair ipuçlarını veriyor.

Dünya’dan kaçırdıkları bir uzay gemisiyle bilinmeze açılan üç astronot ve onların peşinden giden iki yörünge polisinin, daha sonra adına Cennet denecek gezegene çakılmalarıyla gelişen olaylar romanın bütününe sirayet ediyor. Adı bilinmeyen bu yerden tekrar Dünya’ya dönmek isteseler de araçları arızalanıyor. Yörüngede bıraktıkları Muhalif isimli gemiye gidebilmek için arızalı iniş aracını onarıyorlar. İçlerinden biri, Angela isimli yörünge polisi, bunun tehlikeli olacağını söylüyor ve evlerine dönme aksiyonunu ertelemeyi teklif ediyor. Mehmet, Michael ve Dixon ise ne olursa olsun yola çıkmaya karar veriyor. Angela ve Tommy ise yabancı gezegende kalıyor. Bir kadın ve erkek, böylece yeni dünyalarında benzersiz bir yaşamın tohumlarını atıyor; çocukları, torunları, torunlarının çocukları derken Cennet dedikleri yerde çoğalıyorlar Beş Dünyalının Cennet’e inmesi, üçünün Dünya’ya dönmek için oradan ayrılması, Angela ile Tommy’ninse yeni bir hayat kurması romanın aktüel zamanında gelişen olaylar değil. Beş Dünyalının macerası Cennet’te dini bir kabul gibi, tüm sevinç ve sıkıntı anlarında sarıldıkları bir öykü.

Kuşaktan kuşağa aktarılan bu öykü haricinde Angela ile Tommy’nin onlara Dünya ve oradaki yaşamla ilgili anlattığı bilgiler de mevcut. Genellikle soğuk ve karanlıkla örtülü bu yerde, sadece hayvanların ve bitkilerin duyargalarından çıkan ışığa sahip olan Cennet’tekiler Dünya’nın Güneş’ten hayat bulduğunu öğrenmişler ancak zamanla bu yıldızın ismini unutmuşlar. Kendi soğuk ve karanlık Cennet’lerinde doğal veya yapay ışık kaynakları yokken, hatta Ay gibi endirekt bir aydınlatıcıdan bile mahkumken hiç görmedikleri Güneş’e, onun ışığına ve sıcaklığına özlem duyuyorlar. Ne var ki beş Dünyalının macerası ve Angela’yla Tommy’nin öğrettikleri haricinde yaşama, evrene dair bilgileri bulunmayan Cennet topluluğu, uzay aracının kendilerini bir gün almaya geleceğine, hepsini Dünya’ya götüreceğine inanıyor. Dünyalılardan, özellikle Angela ile Tommy’nin başını çektiği bir din oluşturmuş gibiler. Angela, bir gün mutlaka Dünya’dan birilerinin onları almaya geleceğini söylediği için Cennet’te küçük bir alanda, Dünyalıların uzay aracıyla indiği bölgenin çevresinde yüzyıllardır yaşamaya devam ediyorlar. Daima Angela’nın anlattıklarına sarılıyorlar, geçmiş onlar için Dünyalıların Cennet’e getirdikleri. Tüm sorunların çözümünü onların sözlerinde ve Cennet’e indikten sonra yaşadıklarında arıyorlar. Aile’deki herkes Angela’nın sözlerine sarsılmaz bir iradeyle sarıldığı için Dünya’ya bir gün kesinkes döneceklerine inanıyor, bu nedenle uzay aracının indiği bölgeden ne olursa olsun uzaklaşmıyor, önlerinde ve gerilerinde karanlık, soğuk ama besini bol kocaman bir dünya uzanırken çemberden ayrılma düşüncesi bile onlara korkutucu geliyor.

Tüm bu detaylar roman için ufak bir spoiler anlamı bile taşımıyor. Dünyalıların Cennet’teki yansıması günümüzün büyük dinleriyle paralellik gösteriyor, Aile isimli toplum körlemesine bir inanç ile içe kapanmış durumda ve onları birbirlerine sıkı sıkıya bağlayan tüm hikâye abartılarla tekrar tekrar anlatılıyor. Romanın başlangıcı Cennet’teki bu sığlığa, dar alandaki sıkışmışlığa karşı artık farklı hisler ve düşünceler geliştiren, bir şeylerin ters gittiğini fark eden, başka dünyalar keşfetmek isteyen John Kızılfener isimli karakterin uyanışıyla gerçekleşiyor. John, karanlık Cennet’te yüzyıllar geçse de insanların sadece geçmişe dönük yaşamalarını, Dünyalıların öykülerini hayatlarının kılavuzu yapmalarını, sayıları çoğalıp kaynakları yetersiz geldiği hâlde bir adım bile ileri gitmemelerini saçma buluyor ve çemberden dışarı çıkmayı teklif ediyor. Hâliyle büyük bir dirençle karşılaşıyor. Kendini bilen, gerçekçi, özgüveni yüksek biri olan John, kısacası yaşadığı hayattan ve ortamdan memnun değil. Aile dedikleri Cennet toplumuna, onun bireylerine, durmadan tekrarladıkları alışkanlıklarına artık tahammül edemiyor. John’un sürüden ayrı düşünebildiği, ona verilenle yetinmeyip sorular sorabildiği, olaylara eleştirel yaklaşabildiği için istenmeyen kişi ilan edilmesi gecikmiyor tabii. Neyse ki yalnız değil, duruma onun baktığı pencereden bakan, başka yerler ve hayatlar düşleyen bir avuç insan daha var.

Chris Beckett, yarattığı bu yeni dünyada insan, hayvan ve bitkilerin hem genotip hem de fenotipleriyle ilgili dikkat çekici eklemeler yaptığı gibi ayrıca dil ve üslup üzerinde de birtakım farklılıklar deniyor. Ustalıkla ördüğü bu özgün ilaveler, özellikle karakterlerine kullandırdığı dil, eserin atmosferini güçlendirdiği gibi gerçeklik katmanını da yukarı taşıyor. Karanlık Cennet’te yaşayanlara özgü olan söz konusu dil ve üslup onların hayallerini, dünyayı algılama biçimlerini, herhangi bir durum karşısındaki tepki ve yorumlarını daha kuvvetli aktarmayı sağlıyor. Eserde kurulan toplumsal yapıda günümüzün ahlak anlayışı, medeni hayatı düzenleyen yasalar elbette geçerli değil.

Yazar bununla birlikte öyküyü anlatırken tek bir karakterin bakış açısına sığınmıyor. Her bölüm farklı bir karakter tarafından aktarılıyor ki bu tercih bir yazar için aynı zamanda zor da bir sınav. Zor olmasının sebebi öyküyü dile getiren karakterlerin kişisel özelliklerinin, duygularının ve beklentilerinin ayrı ayrı yansıtılmasının gerekliliği. Chris Beckett’in bu konuda da iyi bir iş çıkardığını görüyoruz. Gerçekten de bölümler, gerek konuşmasıyla gerek tepkileriyle ve gerekse de yorumlarıyla kendine özgü bir kişi tarafından sahneleniyor, kendimizi onun yanında gezinirken hissediyoruz ve her biriyle kolaylıkla empati kurabiliyoruz

Kısacası titiz bir çalışmanın ürünü olan Karanlık Cennet, sıra dışı atmosferini M.Salih Kurt’un başarılı çevirisiyle yansıtmayı başarıyor.

Yazar: Serdar Yıldız

İllet (roman), Karanlık Gökkuşağı (öykü), Yüksek Doz Gelecek (beş yazar beş bilimkurgu kısa romanı), Silsile (Ödüllü Bilimkurgu Öyküleri), Arz Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (Bilimkurgu Öykü Antolojisi).

İlginizi Çekebilir

siyah bilimkurgu temsiliyet

Irksal Temsiliyetin Eksikliği ve Yeni Ufuklar

Bilimkurgu edebiyatı, geleceği hayal ederken toplumsal meseleleri göz ardı edebilir mi? Peki ya ırk ve …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin