Yaşlı Adamın Savaşı serisiyle geniş bir bilimkurgu kitlesinin beğenini kazanan ABD’li yazar John Scalzi, HUGO ve Lucas ödüllü romanı Kırmızı Üniformalılar’la da (Redshirts) başarılı yazarlık kariyerini sürdüreceğine yönelik güçlü sinyaller veriyor. Eğer Star Trek (Uzay Yolu) benzeri macera yapımlarından hoşlanan biriyseniz ve bu aralar ne okuyacağınıza bir türlü karar veremiyorsanız, Kırmızı Üniformalılar tam da aradığınız türden bir roman. Zaten kitabın tek cümlelik bir tanımını yapacak olsaydık, kesinlikle bir Star Trek parodisi olduğunu belirtmekle yetinebilirdik.
Yazarın, Stargate zincirinin son halkası olan Stargate Universe dizisi için danışmanlık da yaptığı göz önüne alındığında, romanı için belirlediği konu pek de şaşırtıcı gelmiyor. Kırmızı Üniformalılar, John Scalzi’nin Stargate Universe üzerine çalışmalarını sürdürdüğü dönemde kaleme aldığı bir eser olsa da, söz konusu dizi ile benzeşen yönleri yok denecek kadar az. Zaten yazarın kendisi de kitabın son sözünde bunu şu cümleyle vurgulama ihtiyacı hissetmiş:
“Bu, Stargate Universe’e gönderme yaptığım bir kitap değil, hatta SGU’in tersine bilimi esas alan bir kurgu bile değil; sadece kurgu yaptım.”
Hepimiz çok iyi biliriz ki, bazı bilimkurgu dizileri ve filmleri evrensel anlamda popülerlik sahibidir. Hiç kuşkusuz bunun en büyük örneklerinden biri de Star Trek. Bilimkurguyla ilgilensin ya da ilgilenmesin hemen hemen herkesin bildiği bu yapım, hem işlediği konusuyla ve hem de hayatlarımıza kattığı karakterleriyle haklı bir üne kavuşmuştur. Hepimiz Kaptan James T. Kirk’ün, Mr. Spock’ın, McCoy’un, Scott’ın ya da Uhura ve Sulu’nun adını bir şekilde mutlaka duymuşuzdur. Çünkü bu karakterler yapımın aynı zamanda yüzü konumundadırlar ve anlatılan hikâyeler de genel olarak bu bir avuç insanın etrafında cereyan eder. Hatta onlar birer kahraman ve cesur yürektir. Neredeyse tüm dizi boyunca onları izler ve çözümü imkânsız gibi görünen her türlü çetrefilli durumdan büyük bir başarıyla sıyrılışlarına alkış tutarız.
Ancak bir de madalyonun öteki yüzü vardır. Çoğumuz, göz önünde olan ana karakterlerin serüvenlerine dalıp giderken arka plandaki gemi mürettebatıyla pek ilgilenmeyiz. Peki, ama kimdir bu insanlar? Hayat hikâyelerini ya da orada bulunuş nedenlerini hiç merak ettiniz mi? Büyük olasılıkla etmediniz. Zaten etseniz bile, merakınızı giderecek bir bilgiyle karşılaşmanız çok düşük bir olasılık. Çünkü eserlerin büyük bir kısmı, az sayıdaki ana karakterin hikâyesini anlatmakla yetinir. Geride kalanlar ise bilimkurgunun “ötekileri”dir. Bilimkurgu ve fantastik yazınının büyük kalemi Ursula K. Le Guin, sitemizden de okuyabileceğiniz “Amerikan Bilimkurgusu ve Öteki” adlı makalesinde tam olarak bu durumdan bahseder ve eleştirilerini dile getirir. Konuyu pekiştirme adına söz konusu makaleden bir alıntılama yapmak yerinde olacaktır. Bakın Ursula K. Le Guin ne diyor?
“… Peki ya bilimkurgunun toplumsal yabancısı? Marksist terimlerle konuşmak gerekirse, ya proletarya? Onlar bilimkurgunun neresinde duruyorlar? Yoksullar, o çok çalışıp yatağa aç giren insanlar nerede? Onlar bilimkurguda hiç insan olabilmişler mi? Hayır! Onlar ancak Chicago lağımlarındaki dev çamur dalgalarından kaçan, çevre kirliliği ve radyasyondan milyarlarcası ölen isimsiz devasa kitleler veya generaller ve devlet adamlarınca muharebeye sürülen meçhul ordular olarak belirirler…”
Le Guin’in de vurguladığı gibi, bilimkurguda “ötekiler”in konumu pek de iç açıcı değildir ve genellikle aksiyon ihtiyacının kurbanı durumundadırlar. Tıpkı Star Trek’teki kırmızı üniformalıların başına gelenler gibi. Çünkü onlar da Star Trek’in “ötekileri”dir. Nerede bir aksilik çıksa, bir kırmızı üniformalı ya ağır yaralanır ya da ölür. Düşünün, galaksiler arası boşlukta ilerlerken düşman gemisiyle çatışmaya girildiğinde veyahut ayak basılan yabancı gezegende saldırgan bir uzaylıyla karşılaşıldığında ölen hep onlardır. Kâh gemi güvertelerinde yaşanan bir patlamayla havaya uçarlar, kâh uzay boşluğuna savrulup sırra kadem basarlar, kâh bulaşıcı bir hastalığa yakalanıp acı çeke çeke hayata gözlerini yumarlar… Anakarakterlerimiz lütfedip bazen dillendirseler de, çoğu zaman bir isimleri bile yoktur. Zaten bir önemleri de yoktur ve basit birer ölü sayısından ibarettirler. Yakında yerlerine başkaları gelecek ve macera kaldığı yerden devam edecektir!
İşte İthaki tarafından dilimize kazandırılan John Scalzi’nin Kırmızı Üniformalılar’ı bu durumu konu alıyor ve bir parodi havasında bizi hem güldürürken hem de düşüncelere daldırıyor. Evrensel Birlik’in bayrak gemisi Gözüpek’e atanan Asteğmen Andrew Dahl, çok geçmeden bazı gerçeklerin farkına varır. Her dış görevde uzaylılarla ölümcül bir mücadeleye girilmekte, geminin kıdemli subayları bu mücadelelerden daima sağ çıkmakta ve düşük kıdemli bir tayfa muhakkak ölmektedir. Bu konuyu araştırmaya başlayan Andrew ve meslektaşları, hayatlarını kurtarmak için zaman ve uzayda son derece tehlikeli bir yolculuğa çıkarlar.
Eser için bir ana hikâye ve üç ek bölümden oluştuğunu söyleyebiliriz. Kitabın sonunda yer alan bu üç bölüm ise genel bağlamda bir tıkanış anlatımını ve ana hikâyedeki bazı karakterlerin kişisel ve alternatif değinisini sunuyor. Hâl böyle olunca, kitabın büyük bölümünde anlatılan hikâye, okuyucuyu bir çeşit son bölümlere hazırlama girişimi gibi duruyor. Zira son bölümlerde duygu aktarımının ve coşkunluğun had safhaya ulaştığını söyleyebiliriz. Yazar bunu yaparken kendisini eleştirmekten de kaçınmıyor ve ortaya da deneysel bir uğraş koymayı başarıyor.
Son tahlilde Kırmızı Üniformalılar, gerek bilimkurgunun ötekisine yaptığı vurguyla, gerek mizah dozu yüksek anlatımıyla ve gerekse de uzay maceralarından haz alanlara verdiği tatmin duygusuyla okunmayı hak eden bir kitap. Ancak eserden yeterince zevk alabilmek için bir şekilde Star Trek‘e hâkim olmanızda fayda var.