Joe Haldeman ve “Dünyalar”ı

You shall above all things be glad and young

You shall above all things be glad and young

For if you’re young, whatever life you wear

it will become you; and if you are glad

whatever’s living will yourself become.

Girlboys may nothing more than boygirls need:

i can entirely her only love

whose any mystery makes every man’s

flesh put space on; and his mind take off time

that you should ever think, may god forbid

and (in his mercy) your true lover spare:

for that way knowledge lies, the foetal grave

called progress,and negation’s dead undoom.

I’d rather learn from one bird how to sing

than teach ten thousand stars how not to dance.”

Joe Haldeman’ın Worlds (Dünyalar) üçlemesinin ilk kitabı olan Worlds, Edward Estlin Cummings’in bu karışık anlamlı şiiri ile açılış yapıyor, dolayısıyla yazıya onunla başlamak uygun olacaktır. Joe Haldeman ülkemizde bilinmeyen bir yazar değil, çıktığı dönemde üç bilimkurgu ödülünü birden alan (Hugo, Nebula ve Locus) Bitmeyen Savaş ve yine üç ödüllü (bu sefer Nebula, Hugo ve John W. Campbell) Bitmeyen Barış dilimize kazandırılmıştı. Tabii yazarın bu iki kitabı dışında da Türkçe’ye çevrilmemiş pek çok eseri var. Örneğin Bitmeyen Savaş’ın devamı olan ve yıllar sonra yazılan Forever Free (Bitmeyen Özgürlük) bunlardan biri. Words’ün yanı sıra Bound üçlemesi (Marsbound, Starbound ve Earthbound) de Haldeman’ın bir başka serisi, bunlar dışındaki kitapları (örn. Mindbridge ya da The Hemingway Hoax) ise herhangi bir seriye ait olmayan bağımsız eserler.

Yazar pek çok batılı meslektaşı gibi bilim kökenli; Maryland Üniversitesi Fizik ve Astronomi bölümünden 1967 yılında mezun olmuş. Bu dönemde aldığı yazarlık derslerinde yazdığı ilk bilimkurgu öykülerden birini Galaxy, diğerini ise Amazing Stories dergilerine satmış, ikinci öykü daha sonra Alacakaranlık Kuşağı dizisinin bölümlerinden birinin senaryosu hâline gelmiş. Ne var ki mezun olunca mesleğini icra etmeye fırsat kalmadan askere alınıp Vietnam Savaşı’na gönderilmiş, burada ciddi bir şekilde yaralanarak Mor Kalp madalyasına layık görülmüş. Savaş dönüşü oradaki deneyimlerinden yola çıkarak War Heart adlı bilimkurgu olmayan ilk kitabını yazmış. Bu kitabın yayımlanmasında Ben Bova’nın da çok katkısı olmuş. Asıl üne kavuşmasını sağlayan Bitmeyen Savaş’ta da savaş deneyimlerinden bolca faydalanmış. Kitapları erkenden üne kavuştuğu için de asıl mesleği olan fizikçiliği yapmamış. Hâlâ hayatta olan yazar, 1967 yılında eşi Gay Haldeman ile evlenmiş ve Gainesville, Florida’da yaşamakta.

Joe Holdeman
Joe Haldeman

Burada bir saptama yapmak gerekiyor; bazı yerlerde Bitmeyen Savaş’ın bir militarist bilimkurgu, Haldeman’ın da militarist bilimkurgu yazarı olduğu söyleniyor, ancak bu pek doğru değil. Evet, bu kitapta savaştan bahsedilir, ama güzellemesi yapılmaz, tam tersine savaşın saçmalığı ve nasıl insanlık dışı bir şey olduğu gösterilir, savaştan dönen askerlerin karşı karşıya kaldığı yabancılaşma vurgulanır; yani kitap aslında anti-militarist bir eserdir. Hatta yazarın bu kitabı, Heinlein’ın Starship Troopers’ının (Yıldızgemisi Askerleri) militarizm güzellemesine bir karşılık olarak yazdığı da söylenir (ki Yıldızgemisi Askerleri de yanlış anlaşılmış bir kitaptır, filmi de bu yanlış anlaşılmayı körükler). Haldeman’ın yazdığı diğer kitaplarda da savaş bir unsur olarak yer alsa da hiç bir zaman övülmez, insanlığın bencilliği ve aptallığının bir sonucudur, kötüdür ve yok edicidir. Haldeman kesinlikle militarist bir yazar değildir, tam tersine kendi deneyimlerinden de yola çıkarak savaş karşıtı bir tavır takınır.

Gelelim “Dünyalar”a. Bir giriş notu: Hiç bir ödül kazanmamış olsalar da, Joe Haldeman biyografisinde bu üçlemeyi en iyi işleri olarak gördüğünü belirtmiş. Ödül kazanmış o kadar eseri varken yazarın en beğendiği kitaplarının bu üçlü olması diğer sanat dalları gibi yazmanın da aslında ne kadar öznel ve kişisel olduğunu gösteren bir örnek. Worlds üçlemesi dilimize çevrilmiş değil, yakın zamanda çevrilir mi o da belirsiz. Ama birkaç yıldır gelenek hâline geldiği üzere, Türkçeye kazandırılmamış yüzlerce, binlerce bilimkurgu eserinden birisi (daha doğrusu üçü) olan bu seriyi de olabildiğince tanıtmak bu yazının amacı olacak. Seri tanıtmanın en büyük sıkıntısı, serideki devam kitaplarından bahsettiğiniz zaman mecburen sürpriz bozan vermek durumunda kalmak; çünkü sonraki kitabın konusuyla ilgili en ufak bir ipucu verdiğinizde önceki kitabın bitişi belli olmuş oluyor. Serinin yakın zamanda çevrilme ihtimali düşük olduğu için bu sürpriz bozanlar çok da önemli olmayabilir, ama eğer kitapları orijinal dilinden okumayı düşünüyorsanız yazının bundan sonraki kısmını okumamayı tercih edebilirsiniz.

Bu üç kitap aslında bir hayat ya da İngilizlerin deyimiyle bir “coming of age”, yani reşit olma öyküsünü içeriyor. Kitapların başkahramanı Marianne O’Hara’nın başından geçenler (Marianne genetik soyu olan Scanlan “çoklu ailesi”nden nefret ettiği için bu soyadını seçmiş, çoklu ailenin ne olduğunu ise daha sonra açıklamaya çalışacağız) asıl konuyu oluşturmakta, tabii Haldeman’ın yarattığı “istemsiz bir alternatif dünya” altyapısı üzerinde dönüyor bütün olup bitenler. İstemsiz bir alternatif dünya olarak tanımladık, çünkü Haldeman 1981 yılında yazdığı ilk kitapta, o dönemin hemen sonrasında şekillenen bir gelecek kurgulamış ve bu gelecek gerçekte var olanla işin doğrusu çok fazla kesişmemiş. Bu kesişmeme durumu yüzünden de yakın geçmiş ve günümüzde yaşadığımızdan pek çok yönden farklı bir alternatif dünya oluşmuş. Kitaplar 22. yüzyıl başlarına kadar gidiyor, önümüzdeki dönemlerde gerçek ile kurgu olan kesişir mi, şu an için bilinemez tabii ki. Yakın geçmiş, günümüz ve yakın gelecek hakkındaki bu tutmamış ve tutup tutmayacağı belirsiz tahminler aslında bilimkurgunun lezzetlerinden biri galiba.

Yazar, o dönemde içinde yaşadığı dünyanın koşullarını dikkate alarak bazı tahminlerde bulunmuş; gelecekte birçok devletin birleşerek birlik ülkeler olacağı gibi. Örneğin o dönemde hâlâ var olan Sovyetler Birliği’nin yıkılmak yerine, Çin’i ve başka devletleri de bünyesine katarak Supreme Socialist Union (Yüce Sosyalist Birlik) hâline geleceğini öngörmüş. Avrupa’nın bir birlik hâline gelmeye başladığı o dönemde de belli olduğu için birleşik Avrupa devleti öngörüsü çok da yanlış değil, tabii Brexit o zamanlar konu dışıydı. Bu topraklar ve Ortadoğu için ise pek hoş şeyler kurgulamamış ne yazık ki, ama okumak isteyenlere kalsın o kısmı da. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise tam tersine bazı eyaletler bağımsızlığını ilan etmiş, mesela Las Vegas’ın bulunduğu Nevada gibi.

Worlds evreninde teknoloji de var olandan farklılıklar içeriyor. Yazarın iyimser tahminleri doğrultusunda uzay ve bağlantılı bilimsel konulardaki gelişmeler gerçek dünyaya kıyasla daha hızlı ilerlemiş, tabii bu ilgili teknoloji ve mühendislik dallarını da etkilemiş, ama iletişim gibi bazı konular da neredeyse tümüyle seksenlerde kalmış. Cep telefonu gibi kişisel iletişim araçları yok, onun yerine bilimkurguların klasiği görüntülü sabit telefonlar ve Cube (küp) denen holografik televizyonlar karşımıza çıkıyor. En belirgin değişim ise daha 20 yy. sonlarında inşa edilmeye başlanmış, Dünya’nın çevresinde çeşitli yüksekliklerdeki yörüngelerde dolanan irili ufaklı “Dünyalar”, yani içlerinde insanların yaşadığı yapay uydular. En küçüğü yaklaşık Uluslararası Uzay İstasyonu kadar olan, en büyüğü ise Dünya çevresinde yörüngeye sokulmuş kilometrelerce büyüklükte bir göktaşının içinin oyulmasıyla elde edilen bu onlarca “Dünya”nın her biri yeryüzündeki bir ülkeye, şirkete ya da dini kuruma ait, kurulma nedenleri de genellikle ticari ya da endüstriyel. Örneğin güneşten biriktirilen enerjiyi dünyaya aktarma ya da belli ürünlerin üretilmesinde yerçekimsiz ortamların avantajlarını kullanma gibi. Ayrıca antimadde elde etme, gelişmiş itici sistemler gibi konularda “bize” göre daha fazla gelişme olmuş.

Kitapların kahramanı Marianne ise en büyük koloni olan “New New York”ta dünyaya gelmiş genç bir kadın. İlk kitabın başlarında Marianne’ın soyunun nasıl Prusya’daki kızıl saçlı bir kadına dayandığını anlatan güzel bir paragraf da var. Ki kendisi de aynı şekilde kızıl saçlı, aynı atası gibi klasik anlamda güzel değil ama çekici ve etkileyici.

Toplumların dönüşümleriyle ilgili yine pek günümüzü tutmayan tahminleri var yazarın, galiba 60’lar ve 70’lerdeki özgürlük hareketlerinin en azından “Dünyalar”da yaşayanların günlük hayatlarını değiştireceğini düşünmüş, cinsellik ve aile yapısı gibi konular açısından özellikle. Bu arada bütün bunları söylerken bilimkurgunun ille de gelecek tahmini olmak zorunda olmadığını da belirtmek gerekli. Sonuçta ortaya çıkan şey yazarın hayal gücü ile oluşturduğu bir kurgusal evren, bu evren var olan ile çakışabilir ya da tümüyle pas geçebilir, ama var olan gerçeklikle bağlantılar ya da göndermeler de pekâlâ mümkündür. Clarke gibi yazarların gerçekleşen tahminleri okuyucuyu böyle bir beklentiye sokabiliyor galiba.

Bu bağlamda Joe Haldeman’ın Worlds üçlemesindeki cinselliğin günümüz gerçekliğine göre belli yönlerden daha liberal olduğunu söylemek mümkün. Worlds evrenini bu yönden incelemeye başlamak da yerinde olabilir, çünkü bu evrende din ve politika dahil pek çok şeyi cinsellik belirliyor. Diğer bazı bilimkurgu eserlerinde olduğu gibi cinsellik, din ve politika gibi kavramlar -bazen sürreal olacak derecede- daha abartılı, renkli, yoğun ve stilize. Çünkü bütün bunları kullanarak yazar bir şeyin altını olabildiğince kalın çizmek istiyor; o da insan ırkının aptallığı ve bencilliği, her şeyin nasıl çok daha güzel ve iyi olabilecekken aptallar ve benciller tarafından -ki ikisi de aynı kişiler- mahvedilişi.

Aile kavramının temelinde de var olan cinsellik, yazar tarafından özgürce dönüştürülmüş. Özellikle “Dünyalar”da normal aile yerine yukarıda bahsettiğimiz “çoklu aile” kavramı yaygın. Çoklu ailede ebeveynler ikiden fazla olmakta, üyelerden birisi aile dışında ilişki yaşadığı birini (ki Dünyalarda bu çok normal bir durum olarak görülüyor, hatta destekleniyor) diğer üyelerin de onayıyla aileye davet edebiliyor, onunla da evlenip ailenin bir parçası yapıyor, diğer eşler de isterlerse ve yeni eşin rızasıyla ilişkinin parçası olabiliyorlar. Burada Dünyalar ile yeryüzündeki toplumların farklarından birisi ortaya çıkıyor: Kitaplardaki Dünya’nın halkları, koloni dünyalarında yaşayanlara göre genel olarak daha geleneksel ve tutucu. Zaten kitabın önemli temalarından birisi de uydu dünyalar ile ana dünya arasındaki tezatlar.

Bu konu din ve politikada da farklı değil. Kolonilerde var olan dinler, tarikatlar ve müritleri, aşağıda yaşayanlara göre yine özellikle cinsellik anlamında farklılar; buna daha özgürler demek çok da doğru değil, onların da pek çok dogması ve tutuculukları var, ama bu tutuculuğun şekli oldukça farklı. Örneğin Devonitler denilen ve aslen Devon’un Dünyası adlı kolonide yaşayan bir grup, dünyadaki bazı mezheplere oldukça benziyor, tabii çok önemli bazı farklarla; örneğin ritüele dönüşmüş özgür cinselliğin hayatlarının önemli bir parçası olması gibi. Buna rağmen dünyadaki türdeşleri gibi doğum kontrolü yasak, genç yaştan itibaren de çocuk yapmaya başlamaları gerekiyor. Yer sıkıntısı olan kolonilerde bu tarikatın bir tür haşere gibi görülmesi çok anormal değil o yüzden. Burada işin politika ve yönetim kısmına girersek, her şeye rağmen Devonitlerin var olmalarına ve tavşanlar gibi çoğalmalarına izin veriliyor, zira neredeyse her şeye izin veriliyor, yeter ki bir koloniyi yok edecek bir şeyler olmasın. Bu noktada da koloni dünyaları ile yaşlı dünya arasındaki fark ortaya çıkıyor; dünyamız yasaklar, koloniler ise özgürlükler üzerine kurulmuş. Bu yazılanlardan serinin erotizm üzerine kurulu olduğu anlamı çıkmasın elbette, yazar sadece kurduğu evrenin tüm diğer detayları gibi cinsellik konusunu da ihmal etmemiş. Böyle bir sistemde yaşayan özgür, zeki ve güçlü bir kadının hayatını da her yönüyle (erotizm ya da pornografiye kaçmadan) aktarmış.

Worlds serisinin etkileyici yönlerinden biri de ne kadar dolu olduğu. Bazı kitaplarda olduğu gibi konunun gereksiz yere sündürüldüğü hissine kapılmıyorsunuz, her paragraf içerikle dolu. Özellikle ilk kitap simgeler, tasvirler ve sembollerle bezeli. Yazar kurduğu olay evrenini incelikle işliyor, bunu doğrudan tasvirler yerine de genellikle olaylar vesilesiyle yapıyor, her olay aynı zamanda o evrenin yeni bir yönünü de gözümüzün önüne seriyor. Örneğin bir tarikata ait olup yörünge ayarlaması sırasında yapılan hata yüzünden Dünya’ya çakılarak yüz binlerce insanı öldüren, atmosfere girince bir ateş topuna dönen haç şeklindeki devasa uzay katedrali bunlardan sadece birisi. Kitapların baş kahramanı Marianne O’hara ise istemeden bütün bunların ortasında kalmış, ama bir şekilde de bu olayların şekillenmesinde önemli rolü olan genç bir kadındır. İlk kitabın başlarında Marianne’ın soyunun nasıl Prusya’daki kızıl saçlı bir kadına dayandığını anlatan güzel bir paragraf da var, ki kendisi de aynı şekilde kızıl saçlı, aynı atası gibi klasik anlamda güzel değil ama çekici ve etkileyici. Onun hayatı, yaşadıkları, başından geçenler, maruz kaldıkları bir yandan da olay evrenini ve arka planı detaylandırmakta. Tekrarlamak gerekirse en önemli unsur Dünyalar ile ana dünya arasındaki tezatlar, çekişmeler ve ilişkiler. Hepsinin yeryüzünde bağları olsa da yıllar içinde koloni dünyalarında yaşanan dönüşümler nedeniyle bu bağlar gittikçe zayıflamış. Enerji üretimi, yörünge fabrikaları gibi ilk başlarda ortaya çıkma nedenleri olan unsurlar da bağımsızlığını kazanmaya başlayan kolonilerin geçim kaynağı olmuş, ki zaten kitaptaki çatışmaların nedenlerinden birisi de bunlar.

Üç kitabı ayrı ayrı kısaca tanımlamak gerekirse, ilki bir yetişme hikâyesi, ikincisi bir distopya, sonuncusu ise bir yolculuk öyküsü, tabii sonrakiler öncekilerle bağlantılı. Yazının bundan sonraki kısmında mecburen olup bitenlerle ilgili daha fazla ipucu olacağı için, seriyi bir şekilde okumak isteyenler devam etmeyebilir.

İlk kitap olan “Worlds”, genelde olduğu gibi Worlds evreninin tüm temelinin atıldığı eser. Yirmili yaşlarındaki Marianne’in başından geçenlerin kitabın ana konusu olduğunu söylemiştik. Başından geçen en önemli ve ilk kitabın neredeyse tümünü oluşturan şey ise doğup büyüdüğü New New York kolonisinden her kolonili gencin yaptığı gibi bir süreliğine Dünya’ya inmek. Bunu batılı ülkelerdeki gençlerin dünyayı gezmesine benzetebilirsiniz, ya da dinsel olmayan bir hacca. Tabii Dünya’ya inen gençlerin önemli bir amacı da oradaki kurumlardan dünyayla ilgili eğitimler almak. Kendisininkinden çok farklı bir dünyaya inen Marianne’in dünyayı tanıma çalışması çok değişik yönlere gider. Aslında bu, dünyada olup bitenlerle ve koloniler arası ilişkilerle de sıkıca bağlantılı. Çok detaya girmeyelim, Marianne bu süre boyunca pek çok insanla tanışır, sevgilileri olur, gizli komploların parçası hâline gelir. New York’ta uzun bir süre kaldıktan sonra Dünya’yı gezer, neredeyse tecavüze uğrar, hastanelik olur, kaçırılır ve daha pek çok şey yaşar. Marianne’in en etkileyici yönü ise müzik sevdası ve müzisyenliği. Klarnet çalmayı çok seven ve bayağı yetenekli olan Marianne, kitabın bir noktasında bir Dixieland orkestrası ile barda programa bile çıkar, ki bunun anlatıldığı kısımlar özellikle keyifli, sonu tatsız olsa da.

Ancak Marianne bu maceraları yaşarken dünyada kötücül değişimler olmaktadır. Dünya ile koloniler arasındaki gerilimler artmakta, dünya yönetimlerinin arkasındaki bazı gölge karakterler de birtakım ipleri çekmektedir. Marianne bu olup bitenlerin ortasında kalıyor ve bu durum zor kararlar vermesini gerektirir. İlk kitapta neler olduğunu detaylı anlatmak elbette uygun değil, ancak özellikle sonunda olanlar yüzünden ikinci kitapta (Worlds Apart) mahvolmuş bir dünya okuyucuyu karşılar. Koloniler bu durumdan etkilense de, Dünya’ya göre genellikle daha iyi durumdadırlar. Arkasında bir sevdiğini bırakarak “memleketine” dönen Marianne’i bu sefer de oradaki dönüşümler ve sorunlar karşılar. Geride kalmış az sayıda insanın yaşadığı, teknolojinin ve günlük yaşamın bütün kolaylıklarının artık var olmadığı Dünya ile kolonilerin ilişkileri, çözüm arayışları ve çözümsüzlükler kitabın özünü oluşturmakta, tabii olayların merkezinde yine Marianne O’Hara yer almaktadır.

Üçüncü kitap, yani Worlds Enough and Time ise bir yolculuk ve “yeni ufuklar” kurgusu. İnşa ettikleri bir nesil gemisi ile New New York’tan ve yeryüzünden ayrılan, içinde artık yetişkin bir Marianne ve tabii eşleri de olan, yaklaşık on bin kişilik bir grubun bulunduğu New Home ile yapılan zorlu seyahat, on yıllar sonra vardıkları gezegen ve orada yeni bir hayata başlama çabaları da üçüncü kitabın içeriğini oluşturuyor. Nesil gemilerinin en iyi kurgulandığı kitap Kim Stanley Robinson’ın yine dilimize çevrilmemiş Aurora’sı olabilir. New Home içinde olup bitenlerle, yaşanması kesinlikle muhtemel felaketlerle, insanların psikolojisinden alınan kararlara tüm “ince işçiliklerle”, üstüne de varılan gezegenin detaylarıyla Joe Haldeman da oldukça iyi bir iş çıkarmış diyebiliriz.

Yazarın diğer eserlerinde de olduğu gibi, bu üç kitapla vurgulanmak istenen asıl şey insanların önemli bir kısmının ne kadar aptal ve bencil oldukları, bu aptallık ve bencillik yüzünden her şeyi berbat etmeleri elbette. Fakat Haldeman bir yandan da farklı, zeki ve iyi niyetli insanların var olduğunun, bu insanların gidişatı değiştirecek güçleri olmasa da bir şekilde o gidişatın dışında yeni ve güzel hayatlar kurabileceklerinin de altını çiziyor, yeter ki gereken azim olsun.

Sonuç olarak hiç bir ödül kazanmamış olsa da, yazarının favorisi olan Worlds serisi bir şekilde okunmayı hak ediyor, çevrilmesi beklenerek ya da beklenmeyerek.

Hazırlayan: Orhan İzmirlier

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

din ve bilimkurgu

Duygular, İnançlar ve Teknolojinin Kesişimindeki Hikâyeler

Bilimkurgu ve din, ilk bakışta birbirine zıt kavramlar gibi görünse de türün doğuşundan itibaren aralarındaki …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin