Oğuz M. Tanaydın’ın yazdığı ve Luna Yayınları etiketiyle piyasaya sürülen Zolgot Toprağı, yazarın ilk kitabı olmasına rağmen on beş gün gibi kısa bir sürede ikinci baskıyı görerek büyük bir başarıya imza attı. Yazarın gördüğü kısa bir kabus ve dört yıllık çalışmasının sonucunda ortaya çıkan epik bilimkurgu, Işığın ve Buzun Senfonisi serisinin başlangıcı.
Hepimizin aklındaki soruyu cevaplayarak ve önemli bir eleştiriyle başlayalım. Evet kitabın rahatsız edici derecede tumturaklı bir dili ve öykünmeci bir havası var. Bu önsözden tutun sondaki sözlüğe kadar her sayfada hissediliyor. Acemice kurulmuş uzun cümleler hedeflenen epik havayı yakalamak yerine okumayı zorlaştırıyor. Henüz ilk kitabını yayımlamış olan yazar, ileride bu yanlışlara düşmemeyi de öğrenecektir. Peki bu kitabı okumak için hiç mi sebep yok? Tam tersine, Zolgot Toprakları’ndan çok keyif alabilirsiniz.
Durumu açıklamak için Amerika’dan bir örnek verelim. Eragon isimli epik fantezi serisini duymuş olabilirsiniz. Henüz on dokuz yaşında türün delisi bir genç tarafından hayran kurgusu yazıyormuşçasına kaleme alınmıştır. İçinde tek orijinal fikir dahi olmamasına rağmen, kendisi gibi okurların sevdiği unsurları o kadar güzel kolajlamıştır ki çok büyük bir hayran kitlesi kazanmıştır. Okuması gerçekten keyifli ve türün hayranlarının gözüyle yazıldığı belli olduğu için çok samimi bir seridir. Işığın ve Buzun Senfonisi için de benzer bir durum geçerli. Kitap biz bilimkurgu hayranlarının sevdiği şeyleri korku ve komedi unsurları kullanarak eğlenceli bir şekilde anlatıyor. Zaten Zolgotlar sayesinde hafif bir parodi havası da var. Tanaydın, orijinal bir dünya yaratamasa da ilk kitabında okunmaya değer bir eser ortaya koymuş. Eragon serisinde olduğu gibi her kitap öncekinden daha iyi olacaktır.
Kitaba adını veren Eptalih gezegeni çok geniş bir lore’a sahip, bu da eserin en başarılı yönü. Roman, yenilikçi olmayan ama detaylı dünyasıyla Yüzüklerin Efendisi’ni hatırlatıyor. Fark şu ki Yüzüklerin Efendisi’nde bu bilinçli bir tercihti. Yine de Tolkien hayranlarının çoğu Yüzüklerin Efendisi’nin hikayesinden çok dünya yaratımındaki detaycılığı sever. Okurların bu sebeple Işığın ve Buzun Senfonisi’ni de sevmesi olası. Sonraki kitaplarda lore’un hikayeye hizmet edecek şekilde daha iyi işlenmesi gerekiyor, çünkü yazarın bilimkurgu dünyasında geçen bir frp hikayesinden fazlasını anlatmak istediği belli. Kitapta ışık ve buz gibi kavramları temsil eden varlıklar var, ama bu kavramların arkası doldurulamamış. Yine Tolkien’den örnek verirsek dünyayı yaratan müzik gibi kavramların birer anlamı vardı. Burada ise ya sahte, yani anlam ifade etmeyen bir sembolizm var ya da sembolizm okuyucuya yansıtılamıyor. Bir de Tanaydın’ın durmadan hikayeyi kesip bir şeyler açıklaması ve kendisinden yazar olarak bahsetmesi romanın sürükleyiciliğiyle gerçekçiliğini yok ediyor. Tüm bu bilgilerin öykü akışına yedirilmesi gerek.
Kitabın konusunun dışında kullanılan isimler ve kavramlar da maalesef o öykünmeci havayı hissettirmiş. Serinin adının Taht Oyunları’ndan esinlendiği fazla belli ve bu ismin kulağa hoş gelmekten başka pek bir işlevi yok. Buz ve Ateşin Şarkısı’nda buz kuzeyden yaklaşan ak gezenleri, ateş güneyden yaklaşan ejderhaları belirtiyor; biz de ikisinin arasındaki Westeros’ta yaşananları okuyorduk. Burada ise önce Işığın ve Buzun Senfonisi ismi seçilmiş, karakterler ona göre adlandırılmış gibi. Kitaba adını veren Zolgot ise “zılgıt” kelimesinden bozulmuş gibi duruyor. Zolgotlar aptal ve kaba bir tür, bu yüzden uygun olduğu düşünülebilir, ama isimler daha farklı bir bakış açısıyla yaratılsa iyi olurmuş.
Temel yanlışlık çoğu konuda olduğu gibi Amerika’yı geriden takip ediyor olmamız. Oğuz M. Tanaydın’ın tarzı artık Amerikalı yazarların bile terk etmeye başladığı antika bir stil. Serinin devamında bunların mutlaka düzeltilmesi gerekiyor. Işığın ve Buzun Senfonisi, Eragon serisi gibi her kitapta öncekinin üzerine bir şeyler koyabilirse yerli bilimkurgunun klasikleri arasına girebilir. Çünkü bu kitapta nadir bulunan bir şeyler, yani gerçek istek ve heyecan var. Tanaydın’ın yazarken keyif aldığı belli oluyor. Bu keyfi okuyucuya daha iyi yansıtmanın yolunu bulması gerek. Ayrıca daha önce anlatılmış hikayeleri tekrarlamak genelde çok büyük bir eksi olmasa da, yapılmış twistleri tekrarlamamak gerek. Kitabın zirve noktası daha özgün olmalıydı.
Sonuç olarak romandaki çoğu şeyin tanıdık gelmesi sizi rahatsız etmeyecek, aksine geek damarınızı yakalayacak. Tanıdık gelmekten kast ettiğimiz yanlış anlaşılmasın, Zolgot Toprağı’nı herhangi bir eseri taklit etmekle suçlamıyoruz. Eser bilimkurgunun, genel olarak bazı spesifik alt türlerin daha önce kullanılmış fikirlerini birleştiriyor. Bunu Biz, Cesur Yeni Dünya, Otomatik Piyano zinciri gibi edebi amaçlarla değil bir hayranın duygularıyla yapsa da, yerli bilimkurgu külliyatına sunduğu katkıdan dolayı Oğuz M. Tanaydın’a teşekkür ediyoruz…