İmalattan Toptan İnanç: Tanrı Fabrikası

“Aşağıda, mahzende esrarengiz bir şey var, bütün dünyayı tersine çevirecek bir şey.”

Semenderlerle Savaş‘ı incelerken “20. yüzyılın en büyük ve gerçek kâhini” olduğunu ifade ettiğimiz Karel Čapek‘in, yine yazarlıkta olduğu kadar kehanetteki yeteneğini de konuşturduğu bir diğer eseri Tanrı Fabrikası‘dır. Tanrı Fabrikası, “Mutlak“, yani Tanrı’yı maddeden kurtaran ve böylece insanların ve ulusların duygu ve düşüncelerinin altüst olmasına sebep olan bir makinenin icadını konu alan anti-ütopik bir roman. Aynı zamanda yazarın kardeşi olan ve onunla beraber eserler kaleme alan şair ve ressam Josef Čapek, kitaba illüstrasyonlarıyla katkıda bulunmuş. Romanda vurgulanan hikâye hem komik ve çılgın hem de trajik sayılabilecek, endişe verici derecede gerçekçi ve aklı başında.

Karel Čapek’in 1922 tarihli bu ilk romanı, orijinal adıyla “Továrna Na Absolutno(İngilizce adıyla: The Absolute at Large), 1943’te başlıyor ve en ünlü eseri RUR‘daki gibi, dünyada çığır açan teknolojik bir ilerlemenin istenmeyen sonuçlarını hayâl ediyor. Metallo-Elektrik Şirketi’nin yöneticisi olan sanayici G. H. Bondy, gazetedeki bir ilânın dikkatini çekmesi üzerine eski bir tanıdığı olan mühendis Rudy Marek’le görüşüyor ve Marek’in icadı olan bir makineyi satın alıyor. Marek icadına “karbüratör” adını veriyor.

Karbüratör, asgari miktarda maddeden neredeyse sonsuz enerji üretebilen küçük bir motor, bir başka bir deyişle, bir çeşit füzyon reaktörüdür. Tek parça kömürle yıllarca çalışabilir. Diğer tüm enerji kaynaklarının yerini alabilir ve çok daha ucuza üretim sağlayabilir. Ancak bu devrim niteliğindeki buluşun küçük bir yan etkisi vardır. Enerjiyi soyutladığında, başka bir şeyi ortaya çıkarır: ruhsal özü, yani “Mutlak” olanı. Mutlak, karbüratör çalıştıkça etrafa salınır ve insanları karşı konulmaz bir maneviyat duygusuyla doldurur, onlara tanrısal bir ilham verir. Mutlak’a maruz kalanlar, halüsinasyonlar görür, vecd ya da cezbe hâline girer, kimi zaman da gerçek mucizeleri de beraberinde getiren ruhsal bir coşku ve dönüşüm yaşar.

“Varsayalım, Tanrı fiziki maddenin bütün biçimlerinde içerilmiş, adeta hapsedilmiş olsun. Bu maddeyi tamamen yok ettiğin zaman, bir kutudan çıkar gibi uçar. Aniden serbest kalır. Kömürden ışık gazının çıkması gibi, maddeden açığa çıkar. Bir tek atomu tamamen yaktığında tüm mahzen anında Mutlak ile dolar. Yayılma hızı dehşet verici…”

Karbüratör, “Tanrı her şeydir,” panteist doktrinini doğrular. Panteizm, madde ve ilahî varlığın bir olduğu, aralarında hiçbir ayrım bulunmadığı inancıdır. Tanrı evrendir, evren de Tanrı’dır. Var olan her şey ilahî olanın bir parçasıdır. Tanrı her şeydedir, çünkü her şey Tanrı’dır. Madde yok edildiğinde belli miktarda “mutlak” serbest kalır. Bu kutsal radyasyondan etkilenen kişiler birden son derece dindar olup vaaz vermeye başlar ve hatta hastaları iyileştirmek gibi mucizeler gerçekleştirir. Kendi kârından başka şey düşünmeyen sanayici, karbüratörleri toplu olarak üretir ve bunun sonucunda ortaya çıkan felaket ironik şekilde komiktir. Čapek hiciv konusunda nasıl usta olduğunu bir kez daha gösterip son derece zekice ve eğlenceli bir kurguya imza atar.

Arz-talep kanununu hiç umursamayan Mutlak, her şeyi mümkün oldukça çok miktarda seri üretime geçirir. Bu durum diğer her şey gibi, aşırı bolluğu nedeniyle değersiz hâle gelen “para” için bile geçerlidir. Dolayısıyla ekonomi çöker. Karbüratörler bir noktadan sonra, çalışmasalar dahi aynı etkiyi vermeye devam eder. Bu durum kısa zamanda dünya çapında  bir dizi din ve mezhep savaşına sebep olur. Çünkü herkes Mutlak’tan kendince etkilenir. “…O sırada tabii, yerkürenin her yanında ordular çarpışıyor, her görüşten düşünür, “daha iyi bir yarın” için dünya tarihinin şekillendiği yönünde güvence veriyordu.” Sayısız inanç sistemi kendi fanatiklerini doğurur ve hepsi de kendi inançlarının en doğrusu olduğu zannıyla diğerlerini yok etme arzusuna kapılır. “Avrupa’da insanlar ezelden beri birbirlerini idealizm uğruna öldürür.”

İşler bu raddeye geldikten sonra  sonra, anlatıcı gelişmeleri aktarırken farklı farklı olayları anlatıp, birbirinden bağımsız sahneleri gözümüzde canlandırıyor ve bu suretle roman epizodik bir anlatıma sahip oluyor. Burada sanki eser, yönünü kaybetmiş ya da kopukluk hasıl olmuş gibi gelebilir. Ancak bunun sebebi Čapek’in matrak bir tarihçi gibi kendine has üslubuyla bıyık altından gülerek okuyucuyu düşünmeye sevk etmek istemesidir. Eser milliyetçiliğin, ruhbanlığın ve yazarın içinde bulunduğu sosyal sistemin incelikli bir eleştirisidir. Her kesimden fanatikler, futbolculara, taraftarlara kadar Mutlak hakkındaki görüşlerini militan bir şekilde savunur. Bir futbol takımı Zeus’un tek tanrı olduğunu savunurken, diğeri eski Slav güneş tanrısına tapıyor. Ve kozlarını sahada topla tüfekle paylaşıyor. Buradaki top meşin yuvarlak değil elbette…

“O, sonsuz. Mesele tam da burada. İşte herkes, O’nun bir miktarını ölçüyor ve sonra Tanrı’nın tamamı olduğunu sanıyor. Herkes O’nun bir kısmını veya parçasını kendine mal ediyor. O’nun bütününe sahip olduğunu zannediyor. Tanrı’nın tamamen kendi Tanrısı olduğuna ikna olmak için, başkalarını öldürmek zorunda. Tam da bu sebeple, çünkü Tanrı’nın ve gerçeğin tamamına sahip olmak onun için öylesine anlamlı ki. Bu nedenle başka birisinin, başka herhangi bir Tanrı veya başka herhangi bir gerçeğe malik olmasına tahammül edemiyor.”

Yazar kapitalizme ve bağnazlığa aynı anda sağlam eleştiriler getiriyor. Bir yandan tanrının anlaşılmasının neden bu kadar zor olduğunu sorarken, diğer yandan özellikle “çivi” örneğiyle Adam Smith’in Ulusların Zenginliği kitabına ince bir iğneleme (ya da çivileme?) yapıyor. Smith’in, işinin ehli bir işçinin günde kaç çivi yapabileceğine dair teorisini anlattığı pasaja bir gönderme mahiyetinde, Čapek de sınırsız ve duraksız çivi üreten makineyi anlatıyor. Bu noktada aşırı üretim ve insan kapasitesinin üstüne çıkan, insanın yerini alan robotları çağrıştırarak RUR‘u da hatırlatıyor. Bu makineler kendi mallarını üretebiliyor ve kârlılık yerine hayırseverlikle ticarî dengeleri de değiştirebiliyor. Dinî komünlerin sahip olduğu şirketlerin ve hiç bitmeyen üretim zincirlerinin işe yaramaz malzemelerden yığınlar oluşturmasına sebep oluyor. Böylelikle, insanlığın çöküşü kaçınılmaz hâle geliyor ve Karbüratör her yere nüfuz ettikçe dünyaya çılgınlık hâkim oluyor.

“Eğer birisi, bir Yaratıcı, gücünü göstermek istediyse, bu kadar çılgın miktarda bir şey yaratmaya ihtiyaç yoktu. Fazlalık kaostur ve kaos çılgınlık veya sarhoşluk gibidir. Evet, insan aklı bu yaratıcı başarının aşırılığından dolayı afallar. Bu gerçekten çok fazladır. Onun sınırsızlığı çılgınlık düzeyine ulaşmıştır. Elbette varoluşundan bu yana sonsuz olan O, devasa oranlara alışkındır ve uygun bir standardı olmayacaktır (çünkü her standart sonlu olmayı ima eder) veya daha doğrusu hiçbir standardı yoktur.”

Anlatılanlar hem gerçek olamayacak kadar absürt hikayelerdir hem de insanlık tarihi göz önüne alındığında hiç de olmayacak şeyler değillerdir. Čapek’in yaptığı sadece insanın sabıka kaydını biraz mizahla süsleyip sivrilterek dikkat çekici hâle getirmektir. Yazar toplumu, tüketimi, din ve ahlak anlayışını eleştirirken, bunu olabilecek en eğlenceli ve zekice şekilde yapıyor. Eser din karşıtı değildir; insan yanlısıdır. “İnsanlık” dediğimiz şeyi “insan”dan ayrı düşündüğümüzü, böyle yaptıkça da bir arpa boyu bile yol gidemeyeceğimizi gözler önüne seriyor.

karel capek

“-Bilirsiniz bir insanın inancı ne denli güçlüyse, o kadar heyecan duyar ve inanmayanları o derece küçümser. Bu yüzden en güçlü inanç, insana inançtır.

-Herkes genelde insanlık için en iyi duyguları besler, bireylere değil. ‘İnsanları öldüreceğiz ama insanlığı kurtaracağız.’ Bu doğru değil muhterem Peder. İnsan insana inanmadıkça dünya uğursuz bir yer olacak.”

Roman aslında, dinin, kendi yorumlanması üzerindeki acizliğini; göksel olanın, insan elinden çıkma kavramlarla değişip şekillendiğini ispatlıyor. Ticaret ve siyaset gibi, Tanrı’nın bile gücünün ötesinde şeyler olduğunu vurguluyor. Kapitalizm ve fanatizmi sertçe eleştirirken aslında direkt Tanrı inancıyla pek de zoru olmadığını beyan ediyor.

“Herkes Tanrı’sının üstünlüğüne inanır ancak başkasının da iyi bir Tanrı’ya inandığına ihtimal vermez. İnsanlar önce diğer insanlara inanmalı, gerisi gelir. (…) Birisi kesinlikle öbür dini kötü sanabilir ama ona inananın değersiz, alçak ve hain olduğunu düşünmemelidir. Aynısı siyasette ve her şeyde geçerlidir.”

Čapek’in burada yazdıklarını, eleştirdiği, dikkat çektiği hususları alıp modern çağa koyduğumuzda yerini hiç de yadırgamadığı muhakkak. 101 yaşındaki bu eser bu anlamda arkaik sayılmaktan çok uzak olduğu gibi, güncelliğini korumaya devam edeceğe benzer.

“Ancak biliyoruz ki birkaç on yıl sonra daha da büyük bir savaş çıkarmayı başaracağız, zira bu hususta insan ırkı daima ilerliyor.”

Čapek 1922’de yaptığı bu öngörünün gerçekleştiğini göremeden öldü. II. Dünya Savaşı onun gerçekleşen ilk kehanetiydi. Ancak son değil… Çünkü: “İnsanlar başladığı yere geri döner hep.”

Yazar: Münevver Uzun

Onu siz delirttiniz!

İlginizi Çekebilir

frank-herbert-roportaj-3

Kayıp Röportaj #3: Frank Herbert’tan Fütüristik Düşünceler

Daha önce hiç gün yüzüne çıkmayan bu sohbet, ilk olarak 1984 yılı ortalarında, tam da Dune filminin …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin