2016 yılında bilimkurguyu casusluk, polisiye ve aksiyonla harmanladığı romanı M4Y4 ile hayatımıza giren ve kısa sürede ülkemizdeki bilimkurgu camiasının sevilen isimlerinden biri hâline gelen Ş. Yüksel Yılmaz, bir yıl sonra yayımlanan devam kitabı M4Y4: Nesil ile daha sert bilimkurgusal konuları işlemedeki yetkinliğini de göstermişti. Hatta ilk kitapta karanlıkta bırakılmış noktaları aydınlatıp üstüne yeni şeyler ekleyen bu eser, öncekinden daha çok beğenilmişti. Hayranlar, bir Hollywood filmi estetiğinden bilimkurgunun derinliklerine evrilen yolculuğun sonrasında ne geleceğini merakla bekliyordu.
2020 yılında Pegasus tarafından yayımlanan Halaskâr’da yazar, hâlihazırda büyük beğeni toplamış M4Y4 serisinden bile daha başarılı bir iş ortaya koyuyor. Öncelikle M4Y4’teki dağınıklık bu kitapta yok. Halaskâr gizemleriyle, twistleriyle, karakter gelişimi ve yaratılan evrenin büyük öyküsüyle başı sonu belli bir roman. Son sayfayı bitirip kapattığınız zaman kafanızda her şey tamamlanmış oluyor, modern bir bilimkurgu klasiği okumanın verdiği tatmin duygusunu yaşıyorsunuz. Yazar hem üslup olarak kendini geliştirmiş hem de aksiyon yerine karakterlerin düşünce dünyasına ve duygusal çatışmalarına odaklanmayı tercih ederek edebi anlamda daha doyurucu bir eser ortaya çıkarmış.
M4Y4’te Yüksel Yılmaz, ilginç fikirlerini okuyucuya aktarmak için bir aksiyon filmi estetiğini tercih etmişti. Bu ilginç fikirler ve dünya yaratımı, spekülatif kurgunun temelini oluşturduğu için bir bilimkurgu eserini değerlendirmede önemli bir kriter. M4Y4’ü sevdiyseniz Halaskâr’da daha çok ilginç fikir ve çok daha zengin bir evren/dünya yaratımı bulacaksınız. Anlaşılıyor ki yazar, bu sefer aksiyon filmleri yerine video oyunlarını çağrıştırmak istemiş. Setting olarak kurgulanan Semele gezegeni, biyonik bir asker olan ana karakterimiz Serkan ya da nam-ı diğer Türko, yapay zekâ yardımcısı Arya ve hayvan sidekicki Vesta, macerayı başlatan gizem, hikâyenin ilerleyişi… Hepsi Halo, Crysis, Doom, Death Stranding gibi oyunları çağrıştırıyor. Bu tarz oyunlardaki hikâye anlatımını beğeniyorsanız Halaskâr’a bayılacaksınız. Kitabın odak noktalarından biri olan Serkan’ın görevinin gerektirdiği yalnızlık ve inziva hissi, kahramanımızın hafif mizah anlayışı, okuduğumuz metni oluşturan iç konuşmaları da tam böyle bir oyundan alınmış gibi.
Roman, savaşlar ve ekolojik felaketler sebebiyle yok oluşun eşiğindeki Dünya’ya alternatif olabileceği tespit edilen Semele gezegeninin sivil yaşama uygun hâle getirilmesinden sorumlu biyonik askerlerden Serkan’ın aldığı görev ile başlıyor. Semele, bulunan tek uygun gezegen olduğu için Halaskâr, yani kurtarıcı adı verilen bu askerler çok önemli. Dünya’nın yaşanılmaz hâle gelmesi insanlığın uzay yolculuğu konusunda acele etmesini sağlamış, böylece uzayı bükerek seyahat eden gemiler geliştirilmiş. Tüm insan nesli bu gemilerle Semele’ye taşınacak ama öncesinde gezegendeki zeki ama ilkel ve şiddete meyilli bir canlı türünün hâkimiyetinin kırılması gerekiyor. O zamana kadar Semele, Halaskârlara emanet. İnsanlar bir araya geldiklerinde sosyal problemler ortaya çıktığı için gezegenin insanlara uygun hâle getirilmesi planlanan bölgesi küçük alanlara ayrılarak Halaskârlara bölüştürülmüş. Her Halaskâr kendi alanında yalnız yaşayıp ilkellerle mücadele etmek ve tehlikeli olabilecek şeyleri raporlamakla sorumlu. Halaskârlardan biriyle olan iletişim kopunca Serkan durumu araştırmaya gönderiliyor ve macera başlıyor.
Romanın girişi ve tüm o video oyunu havası klişe görünebilir. Ancak yazar bu klişelere düşmemiş, tam aksine anlatmak istediği politik ve felsefi hikâye için bu klişelerden faydalanmış. Çok az insandan oluşan bir topluluk ve neredeyse tamamen boş bir gezegen üzerinden dönen siyasi oyunlar o kadar gerçekçi ki, okuduğumuzda insanlığın doğası hakkında üzülürken buluyoruz kendimizi. Yazar bir yandan da varoluşsal sorulara cevap arıyor, etik anlayışımızı sorguluyor. Tüm dünyada on yıllardır post-modernizme ayak uyduran bilimkurgu türü için Yüksel Yılmaz’ın romanı bir özüne dönüş gibi. Klasik bilimkurguya dönüş yurt dışında, devasa epik fantezi serileriyle tanınan Brandon Sanderson’ın genç yetişkinlere yönelik bir bilimkurgu serisi yazmaya karar verip ortaya Skyward’u çıkarmasıyla dikkat çekmişti.
Halaskâr ve Skyward aslında hem settingleri hem de kullandıkları yöntemler bakımından birbirine benziyor. Hâlbuki iki yazarın dertleri çok farklı. Sanderson’ın serisi bir büyüme öyküsü, Yılmaz’ın romanıysa temeline felsefe ve politikayı oturtuyor. Aynı dönemde bu kadar uzak coğrafyalarda yazılan bu kadar farklı eserlerin bu açıdan aynı noktaya yönelmesi, bize edebiyat dünyasında kabaran nostalji duygusunu gösteriyor. Geçtiğimiz yıllarda Stranger Things’in ani yükselişini, It başta olmak üzere Stephen King eserlerinin yeniden uyarlanmasını ve etrafımızın 80’ler franchiselarıyla dolmasını hatırlayın. Bir de bunların üstüne uzun bir karantina dönemi yaşadık ve geçmişe duyulan özlemimiz daha da arttı. Post-modernizm karşıtlarına müjde, gelecek yıllarda daha çok old-school hikâye tüketeceğiz, belki en çok da bilimkurgu-alanında.
Son olarak şunu söyleyelim ki Halaskâr çok sürükleyici bir roman, elinizden bırakamayıp bir gün içinde bitirmeniz olası. Yaratılan atmosfer şahane. Semele’nin bakir doğasının betimlemeleri okuyucuda orada olma isteği uyandırıyor ve buraya yayılmak isteyen insanlığın ahlaki ikilemini daha iyi anlamamızı sağlıyor. Macera odaklı sekansların arasına dinlenebilmemiz için rahatlatıcı veya duygusal sahneler koymak hem aksiyon filmlerinde hem de video oyunlarında sıkça başvurulan ve hayranlar tarafından takdir edilen bir yöntem. Yazar, bu yöntemi edebiyat dünyasına başarıyla uyarlamış. Aksiyona girmediğimiz zamanlarda Serkan’la Semele’yi keşfedip incelemek veya son savaştan önceki gece love interestiyle Wicked Game dinlemesine eşlik etmek huzur verici.
Kısaca, Halaskâr yerli bir bilimkurgu klasiği olmaya aday ve Türkiye’de bu türde kat edilmiş önemli bir basamağı temsil ediyor.