Gelecekten Distopik Öyküler: İçimdeki Robot

Ruhşen Doğan Nar’ın bilimkurgu öykülerinden oluşan ilk kitabı “İçimdeki Robot”, Yitik Ülke Yayınları aracılığıyla Nisan ayında okurlarla buluştu. Şimdiye dek Bilimkurgu Kulübü ve Kayıp Rıhtım siteleri başta olmak üzere yazılarını ve öykülerini internet üzerinden okuduğumuz Nar, İthaki Yayınları’nın “Yeryüzü Müzesi” ve yine Yitik Ülke Yayınları’nın “Mutsuz Aşk Vardır” öykü derlemesi kitaplarında da yer almıştı. Ayrıca kendisinin,  Fanzin Apartmanı topluluğu tarafından basılan “Uyan!” başlıklı bir bilimkurgu fankiti de bulunmakta. 10 bağımsız öyküden ve ZA12 başlığı altında birbiriyle bağlantılı 5 öyküden oluşan “İçimdeki Robot” da, tıpkı bu fankitin isminde olduğu gibi, robotların ve sanal gerçekliğin yaygınlaşacağı bir gelecekte insanlara çok geç olmadan uyanmaları çağrısında bulunuyor.

İçimdeki Robot’taki öykülerin neredeyse tamamı, Black Mirror ile popülerleşse de aslında bilimkurgunun doğuşundan beri türü besleyen ana lokomotiflerden olan “toplumsal hiciv” kategorisine girmekte. Kısacası karşımıza çıkan teknolojiler ve karakterler, bir bilimkurgu yapıtından genel olarak beklendiği üzere başka bir zamanda ve başka bir gezegende geçse de, veya bir icadın yaygınlaşmasıyla yol açtığı toplumsal sonuçları irdelese de esasında anlatılanlar bugünün insanının hikayesi.

ada-412

Kitabın ilk öyküsü “Dikizatör”, kameralarla kaplı dünyada bir gözetim toplumu içinde yaşadığımızı hatırlatıyor. Böyle bir dünyada hiçbir günahın gizli kalma şansı yok. Ama bundan daha ürkütücü olanı, gerçekliği arzu ettiği şekilde biçimlendiren kurgu ve montaj teknolojilerinin bu denli yaygınlaştığı ve sosyal medya linçlerinin sıradanlaştığı bir çağda yapmadığınız şeyleri hiç sorgulamadan yaptığınıza inanacak milyonların varlığı. Her gün medyada adeta sayısız sanal idam sehpaları kuruluyor ve itibarlar anında katlediliyor. Artık gözler gerçek gerçekliği değil, görmek istediği gerçekliği görmeye şartlanmış durumda. İşte bu öyküde de, bu toplumsal hâlden istifade ederek insanlara şantaj yapan bir şirketle karşılaşıyoruz.

Kitabın ikinci öyküsü “Ada 412”, tarihin sanal gerçeklik teknolojisiyle yeniden inşa edilerek sergilendiği bir müzede geçiyor. Geçmişin gerçek acılarının birer simülasyonu, ziyaretçilerin zihninde yeniden yaşanıyor. Öykü bu kurgusuyla, aslında müze kavramının kendisini de sorgulatıyor. Müzeler esası itibariyle geçmişin kurmaca bir anlatı içinde inşa edildiği yerler değil mi? Tarkovski’nin Stalker filminin başında geçen diyalogda olduğu gibi, mesela eski Yunan’da içinde yemek artıklarının yer aldığı, gündelik hayatta kullanılan alalade bir vazo, günümüzde bir müzede pekala da bir sanat eserine dönüşüyor. Nar’ın bu öyküsünün geçtiği sanal gerçeklik müzesinde tarihsel trajedilerin nasıl bir anlatı paketi içinde sergi nesnesine dönüştüğünü görüyoruz.

2040

Üçüncü öykü “2040”, bilimkurguda sıklıkla işlenen “yapay zeka” ve “robot” fobisine farklı bir bakış getirmiş. Biçim olarak çerçeve anlatı yönteminin tercih edilmesi finaldeki şaşkınlık ve tekinsizlik duygusunu perçinlemiş. Robotların ve yapay zekanın egemenliğindeki bir dünyanın daha güvensiz olup olmadığına bu öyküyü okuduktan sonra yeniden karar vermelisiniz.

İçimdeki Robot’ta yer alan dördüncü öykü “Soru-Cevap”, aslında bilimkurgudan ziyade fantastik edebiyatın konusu olabilecek bir tema olan “ölüm sonrasını” bilimkurgu sınırları içinde başarıyla işlemiş. Aynı temayı ele alan ve Julia Roberts’ın da başrolde oynadığı “Flatliners” – “Çizgi Ötesi” filminde olduğu gibi (1990 yılındaki bu klasikleşmiş filmin daha sonra 2017’de yeniden çevrimi çekilmişti), bu öyküde de ölümden sonraki gerçekliği öğrenmek isteyen bilim insanları mevcut. Fakat filmden farklı olarak karakterler bu sefer tıp öğrencileri değil, ve deneyi kendi üzerlerinde ölümün sınır çizgisine yaklaşarak değil ölü insanların beyinlerini bir bilgisayar ortamında canlandırarak gerçekleştiriyorlar. Yaşarken farklı dinlere mensup ölü insanları ele almasıyla “Soru-Cevap” öyküsü, teolojik sorgulamaları da beraberinde getiriyor.

Kitaptaki beşinci öykü “Etim Etindir!”, bilhassa Türkiye’de gıda enflasyonunun baş ekonomik gündem haline geldiği bu günlerde okunduğunda insanın suratında grotesk bir tebessüm oluşturuyor. Et fiyatlarının yükseldiği bir gelecekte yamyamlık bir seçenek haline gelebilir mi? Kendi etlerinden hazırladıkları akşam yemeğini lezzetle tüketen karı kocanın herşeyi olağan karşıladıkları pasajlar okurun “damağında” sürreal bir tad bırakıyor.

Sanki Cennet”, kitapta sanal gerçeklik temasını işleyen bir diğer öykü. Okuduğunuzda, sosyal medyayla örülü hayatlarımızın içinde sanal olana gerçekten daha bağımlı olduğumuzu düşünmeden edemiyorsunuz. Sanal gerçekliklerin sunduğu “cennet vaatleri”, gerçek gerçekliklerin cehennemlerinden daha “tatlı” ve “yaşanabilir” geliyor. Anılarımız, yaşlandıkça bir sığınağa dönüşebiliyor. Bilhassa orta yaşlardan itibaren kişilerde baş gösteren nostalji sevdasını başka nasıl açıklayabiliriz? Anılarımızı kaydedip istediğimiz zaman tekrar ve tekrar seyre dalsaydık daha mı iyi olurdu? Peki ya bu “sanal dalışlara” bağımlı oldukça, yeni anılara nasıl sahip olabiliriz? Nar’ın bu öyküsünün yüzeye vuran sorularını böyle sıralayabiliriz.

Takipçi - Ruhşen Doğan Nar

İçimdeki Robot’un yedinci öyküsü “İşte Karşınızda Filiz”, geleneksel aile bağlarının gelişmiş teknolojiye rağmen halen tutunabileceğini gösteren bir tekno anlatı. Bu öyküde, önceki “Soru-Cevap” adlı öyküde karşımıza çıkan ölümden sonra beyni canlandıran teknolojinin daha ileri bir versiyonuna tekrar rastlıyoruz. Kişinin ölmüş aile bireyleriyle bir bilgisayar ara yüzü aracılığıyla görüşmeye devam edebilmesi güzel olabilse de, erkeğin evleneceği kadını sanal ailesiyle tanıştırma merasimi yine de endişe verici bir hâl alabilir. Hele de “gerçek” gelin sanal kaynanasından hoşlanmamışsa.

Sekizinci öykü “Takipçi” ile ilk öyküde işlenen “gözetim toplumu” temasına geri dönülüyor. Fakat bu sefer bizlerin her anını izleyen ve kaydeden sabit kameralar değil, dron teknolojisiyle desteklenen akıllı mobil takipçiler. Bu cihazların, kendilerini aldatabilir düşüncesiyle kocalarından endişe duyan kadınların oldukça işine yarayacağı kesin. Mahremiyet ve özel hayatın gizliliği mi esastır, yoksa sadakat mi? Sadakati kesin kılmak adına eşlerin birbirinin her anını gözlemesi nasıl sonuçlanabilir? İşte bunlar “Takipçi” öyküsünün işlediği konular arasında.

Kitabın dokuzuncu öyküsü “Büyülü Dünya”, bir sanal gerçeklik oyununda tanıştığı kadınla gerçek hayatta tanışan bir erkeğin başına gelenleri anlatıyor. Kadın “büyülü sanal dünyada” bir prenses gibi olsa da, erkeğin hayatını bir anda bir krallığın çöküşü gibi yıkıma taşıyabilecek bir sırrı geçmişinde taşımaktadır. Robot fobisinin de işlendiği öyküde, gelecekte gazetelerin üçüncü sayfalarındaki suç haberlerinin nasıl dönüşüme uğrayabileceğinin ipuçları da verilmekte. “İçimdeki Robot”un ilk bölümünün son öyküsü olan “Satlık Gezegen”, on öykü arasında en absürt olanı. Her gün sayısız ilanda ve tabelada karşımıza çıkan ve rastladığımızda gülümseten dil yanlışları bu öyküde intergalaktik bir boyuta taşınmış. Kahramanımız ise, alışılageldiği üzere bu türden dilin yanlış kullanımlarına karşı hassas biri değil, tam tersine yanlış olanın Dil Kurumunun uygulamaları olduğunu düşünen ve bu konuda kuruma bir uyarı mesajı gönderen birisi. Uzak bir gelecekte bu öyküdekine benzer “Satlık” ilanlarına rastlama ihtimali okuru gülümsetiyor.

İçimdeki Robot’un ikinci bölümü ZA12 üst başlığını taşıyor. Burada, tıpkı bir mozaiğin parçaları gibi birbirini tamamlayan beş öyküyle karşılaşıyoruz. Her öykü, adeta yıldızlararası dedektiflik hikayesinin bir bölümünü oluşturuyor. Kitabın bu bölümünde Ali Azak adlı 10 yaşındaki bir çocuğun İzmir’de ortadan kaybolmasını, insanlık uygarlığının derin uzaya 70’lerde yolladığı Voyager’a bağlayan oldukça yaratıcı bir kurgu inşa edilmiş. Voyager’daki altın diskte, gezegenimizin konumu, insanların kültürel özellikleri gibi bilgileri uzaylılara ifşa etmek ne kadar doğruydu? Yoksa acaba Voyager’ı yollamakla tarihin en aptalca işini mi yapmış olduk? ZA12 bölümündeki kısa öyküleri okudukça kafanızda bu sorunun ekseninde büyük bir yapboz şekilleniyor.

Ruhşen Doğan Nar, eşi Sema Demir Nar’a ithaf ettiği bu ilk öykü kitabıyla hayal dünyasının kapılarını okurlara açarak onları fikir ateşleyici kısa kısa anlatıları sunduğu sofrasına davet ediyor. Türkiye’de yerli bilimkurgunun duayenlerinden Müfit Özdeş’in de arka kapak yazısıyla okurlara önerdiği “İçimdeki Robot”taki öykülerden siz belki çok hoşlanacaksınız ama “içinizdeki robotlar” hiç mutlu olmayabilir. Nar’ın sanal olanın gerçeğin yerini aldığı distopik olası geleceklere karşı günümüz insanlarını kara mizah kullanarak uyardığı öyküleri, Philip K. Dick’in 1972’de Columbia Üniversitesi’ndeki sunumunda kendisine yöneltilen “Android nedir?” sorusuna verdiği cevabın ışığında okunmalı:

“Android derken, bir insanın kendisinin sadece bir araca indirgenmesine izin verdiği durumu kast ediyorum. Kendi rızası söz konusu olmadan manipüle edildiği, boyun eğdirildiği her durum bunun içine girecektir. Fakat, eline her fırsat geçtiğinde içinde yaşamak zorunda kaldığı kuralları çiğnemek yönünde arzu duyan ve direnç gösteren bir insanı androide dönüştüremezsiniz. Androidleşme, koşulsuz itaati gerektirir. Ve her şeyin başında, tahmin edilebilirliği. Ne zaman ki uygarlığımız insanların verili herhangi bir durumdaki toplu tepkilerini bilimsel bir kesinlikle tahmin edebilir aşamaya gelir, işte o zaman android yaşam formlarının piyasaya sürülmesi için uygun koşullar meydana gelmiş demektir.”

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

Melancholia

Aykırı Yönetmenden Aykırı Bir Bilimkurgu Filmi: Melancholia

Danimarkalı Lars von Trier, sinema dünyasının en aykırı yönetmenlerinden biri olarak kabul ediliyor. Kalıpların dışında …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin