İngiliz mucit ve bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke, Robert A. Heinlein ve Isaac Asimov ile birlikte bilimkurgunun üç büyük yazarından biri olarak biliniyor. İyi bir bilimkurgu yazarı olmasının yanı sıra romanlarında öne çıkardığı çığır açıcı fikirleriyle de özel bir yere sahip. Öyle ki, roman ve öykülerinde geleceğin teknolojisini tahmin etme başarısıyla birçok ödüle layık görüldü. Örneğin, 1945 yılında Uydu İletişim Sistemi önerisiyle Ballantine Altın Madalya ödülünü kazandı. İmparatorluk nişanı ve Sir ünvanı alması ise ününe ün kattı.
Rama ve 2001 Bir Uzay Efsanesi serilerine ek olarak Çocukluğun Sonu, yazarın en çok bilinen eserleri arasında. 1948 yılında yazarlık hayatına başlayan Clarke’ın kaleme aldığı diğer romanlar ve öyküler de en az yukarıdakiler kadar önemli. Cennetin Çeşmeleri de bunlardan biri. İlk olarak 1979 yılında The Fountains of Paradise adıyla yayımlanan Cennetin Çeşmeleri, kısa bir aradan sonra yeni yüzüyle tekrar basıldı. İthaki’nin Bilimkurgu Klasikleri Dizisi’ne dâhil ettiği kitabın çevirisi ise Gökçe Çelik‘e ait.
Arthur C. Clarke’a hem Nebula hem de Hugo ödüllerini getiren roman, deyim yerindeyse Dünya’yı yıldızlara bağlayacak bir asansörün yapımı için uğraş veren Vannevar Morgan’a ve gelişen diğer olaylara odaklanıyor. Yeryüzü İnşaat Kurumu’nda mühendis olan Morgan, kendisini başarılı kılan birkaç köprü projesinden sonra hayatını bu asansör fikrini gerçeğe dönüştürmeye adıyor. Ancak olaylar bununla sınırlı değil. Morgan’ın önüne politik, doğal ve ekonomik engellerin yanı sıra bir de ikna edilmesi gereken bir topluluk çıkıyor. Bir yandan projenin ilerleyişi diğer yandan da Morgan’ın karşısına çıkan engeller romanın temel kurgusunu oluşturuyor.
Elbette roman içerik açısından tamamen bundan ibaret değil. Morgan ve asansörünün dışında iki yan hikâye de romana zenginlik katıyor. İlki Kral Kalidasa, keşişler ve Sri Kanda dağının hikâyesiyken, diğer hikâye de yazarın başka romanlarında da görebileceğimiz yıldız planörü adını verdiği uzaylılar. Bu nedenle Cennetin Çeşmeleri, daha ilk sayfalarda tarihi bir roman okuyor hissi verirken ilerleyen bölümlerde dümeni bilimkurguya kırıyor.
Tarihi diyebileceğimiz bu ilk kısımlarda Arthur C. Clarke, Adem’in Zirvesi’ne gönderme yaptığı Sri Kanda dağını ve bulunduğu adada yaşayan keşişleri oldukça sade bir şekilde anlatıyor. Bilimkurgudan uzak bir profil çizen bu anlatılar, aslında Morgan ve onun hayali için hayati öneme sahip. Günümüzde Sri Lanka’da bulunan dağ, Budistler, Hindular, Müslümanlar ve Hristiyanlar için kutsal bir yer olarak görülüyor. Çünkü Sri Pada olarak da bilinen dağda, Budistler tarafından Buda’nın, Hindular tarafından Tanrı Shiva’nın, Müslümanlar ve Hristiyanlar tarafındansa cennetten kovulan ve yeryüzüne inen Adem’in ayak izinin bulunduğuna inanılıyor. Bu nedenle Morgan’ın hayallerini gerçekleştirebileceği ve asansörünü inşa edebileceği tek yer olan Sri Kanda, cennete giden bu yolda açılması gereken ilk kapı olarak önem arz ediyor.
Romanın geri kalan kısmı bu üç hikâye ile yoluna devam ediyor. Fakat uzaylılarla ilk temas konusu final ile beraber çok ayrıntılı şekilde işlenmiyor. Bunun yerine, asansörün çalışma prensibi, politik görüşmeler, Mars ve Ay kolonileri ile yapılan anlaşmalar gibi unsurların üzerinde daha fazla duruluyor. Bu nedenle Cennetin Çeşmeleri için bilimsel anlatım gücü yüksek bir eser demek mümkün. Ancak bu aşırı bilimsellik, yazara aşina olmayan okurları zorlayabilir. Özellikle köprü yapımı konusunda gerçek olayları referans alarak anlatılan teknik bilgilerin fazlalığı, başlangıç düzeyindeki okurların konuyla olan bağını koparacak kadar ileri gidebiliyor. Zaten kitabın sonsöz kısmında yazar, asansör fikrine ve kitabın ortaya çıkış hikâyesine değinirken Cennetin Çeşmeleri’nin bir romandan ziyade bir tez kitabı olarak görülmesi gerektiğini söylüyor.
Hayatının son yıllarını Sri Lanka’da geçiren Arthur C. Clarke, ilerleyen yıllarda bir başvuru kitabına dönüşen eserinde Morgan karakteri aracılığıyla kendisinin göremeyeceği bir projenin temellerini atıyor. 2023’e günler kala bilim insanları, Karbon Nanotüp konusunda oldukça aşama kaydetmiş durumda. 1979 yılında, o dönemin insanlarına böyle bir hayal ile gitseydiniz alacağınız cevap %99 aynı olurdu. Ama işin içine bilimkurgu girdiğinde, Arthur C. Clarke’ın o müthiş sözünü akıldan çıkarmamak lazım.
Yeterince gelişmiş bir teknoloji sihirden ayırt edilemez.
Kısacası, karakterlerin derinlemesine işlenmediği, dini ögelerin yer aldığı ve bilimsellik bakımından Arthur C. Clarke’ın gerekirse dağları yerinden bile oynatırım dediği Cennetin Çeşmeleri, hayalcilik ve gerçekçilik arasında mekik dokuyan transparan bir taşıyıcı…