Feminist Ütopya: Kadınlar Ülkesi

Feministler pek sevilmez. Bu doğru, biliyorsunuz. İçinde bulunduğumuz yılda dahi, feminizm lafı geçince odada soğuk rüzgârlar esiyor; internetteki belli çevrelerde bir küfür gibi algılanıyor. Kadın pop yıldızları ve aktrisler elbette eşitlikten ve benzeri şeylerden yana olduklarını vurguluyorlar, ama kulağa ‘korkutucu’ gelmesin diye de laflarını eğip bükmekten geri durmuyorlar. On yıllardır (yoksa yüzyıllar mı?) başat söylem, feministliğin son derece nahoş bir şey olduğunu vurguluyor. Arkadaşının ırkçı şakasını yüzüne vurmak “hoş” değildir. Son çıkan gişe rekortmeni filmdeki apaçık cinsiyetçilikten şikayet etmek “hoş” değildir. “Vücudunla barışık ol” görüşü kimlik politikalarının “hoş” karşılanan bir parçası değildir. “Havalı” insanlar her şeyi bu kadar kurcalamaz. “Havalı” kadınlar şikayet etmez…

Charlotte Perkins Gilman tarafından kaleme alınan Kadınlar Ülkesi, üç erkek araştırmacının tamamen kadınlardan oluşan kayıp bir uygarlığı keşfetmesini konu alan son derece hevesli bir bilimkurgu-macera öyküsü. Kalbinde ise varlığından dolayı özür dilemeyen feminist bir söylem yatıyor. Gilman kitabında, bazı 21. yüzyıl “ilericilerinin” dahi diplomatik olmak adına çekinecekleri kadar ileri gidiyor. Anlatıcı, Vandyck “Van” Jennings ve iki yoldaşı, Terry O. Nicholson ve Jeff Margrave erkek maskülenliğinin o kadar mükemmel ve sert karikatürleri ki, bugün bile herhangi bir modern, sarkastik feminist blog gönderisine konu edilebilirler. Terry hiçbir kadının kendisini reddedemeyeceğini düşünerek şişiniyor, Jeff lütfedermişçesine şövalyevari “iyi çocuk” rolünü oynuyor, Van ise düpedüz sahte masumiyetiyle saf delikanlı pozlarında. Kitabın yazılmasının üstünden 100 yıl geçmesine rağmen, hem sosyal medyada hem de gerçek hayatta hâlâ çoğu erkeğin büründüğü rolün bir izdüşümü gibiler. Kadınlar Ülkesi’ne ulaştıklarında ne bulacaklarını tartışırken kullandıkları şu amirane, hor gören dil ipucu verecektir:

“Aralarında kavga edip dururlardı,” diye ısrar etti Terry. “Kadınlar hep kavga eder. Herhangi bir düzen veya tertip beklememeliyiz.”

“Çok yanılıyorsun,” dedi Jeff. “Başrahibe tarafından yönetilen manastır gibi bir şey olacaktır. Huzurlu, uyum içinde yaşayan kız kardeşler göreceğiz bence.”

Alaylı bir kahkaha patlatttım!

“Rahibeler ya! Bu huzurlu kız kardeşler bekâr olurlar Jeff, bağlılık yemini etmişlerdir çünkü. Buradakiler ise kadın. Anne ve anneliğin olduğu yerde öyle bir kardeşlik bulman çok zor.”

“Aynen öyle, birbirleriyle kapıştıklarından eminim,” diye onayladı Terry. “Ayrıca herhangi bir icat veya gelişim de beklemeyelim, son derece ilkel bir toplulukla karşılaşacağız.”

Elbette buldukları şey, tüm bu beklentilerini boşa çıkarır. Kadınlar Ülkesi bir cennettir; savaş yoktur, suç yoktur, açlık, israf, kibir, kıskançlık, üzüntü yoktur… Ülke temelde tek ve büyük, birbirine bağlı bir aile gibi hareket eder; yalnız bu aile üç milyon kişiden oluşur, o kadar. Herkes değerlidir, herkesin ihtiyacı karşılanır, herkes vejetaryendir ve herkes şık ama belli bir cinsiyete ait olmayan örme elbiseler giyer. Teknoloji, eğitim ve sanat son derece gelişmiştir. Kız kardeşler her şeyi kendileri yapar ve çok da iyi yapar.

Yalnızca kadınlardan oluşan bir toplumun (erkekler döllenme aşamasında elenir) sorunsuz çalışması bir yana, aynı zamanda kusursuz, parıltılı, sosyalizmvari bir ütopya olması fikri canlandırıcı ve yapıcı bir mübalağa. Bu fikir Ruth Bader Ginsburg‘un, Anayasa Mahkemesi’nde dokuz hakimden dokuzunun da kadın olduğunda yeterli sayıda kadın olacağını söylediği ünlü sözünden de esintiler taşıyor. Ginsburg şöyle demişti: “Ülke tarihinin büyük çoğunluğunda Yüksek Mahkeme’de dokuz hakim olageldi ve tamamı da erkekti. Kimse de bunu garipsemedi.” Hayalet Avcıları’nın tamamen kadınlardan oluşan bir ekiple yeniden çekilmesi kadar zararsız bir hamlenin dahi müthiş bir tepkiyle karşılandığı, eril korkuyla (değer kaybetme korkusu, güçten düşme korkusu, kadın istilası korkusu) bunca sınırlandırılmış bir kültürde, şu mesajı toplum bilincine kalın harflerle kazımak hayati bir öneme sahip: Yüzyıllar boyunca kadınlar medyada, ticaret hayatında ve gücü elinde tutan konumlarda olması gerekenden çok daha az temsil edildi. Öyle bir adaletsizlikle karşı karşıyayız ki, gerçek cinsiyet eşitliğine erişmek için bile en ufak şeylere tepki göstermek gerekiyor.

Zamanının esintilerini de taşıyan Kadınlar Ülkesi’nin korkunç derecede demode kaldığı yerler de var. Kitap cinsiyet özcülüğüyle, ırkçılıkla ve kürtaj karşıtı söylemlerle dolu. Gilman 1860 yılında doğmuştu, 19. yüzyılın bir kadından beklentilerine ateşli bir şekilde karşı çıkan bağımsız ruhlu biriydi. Yaptığı işte, o zamanlar ciddi ölçüde maskülen görülen bir biçimde hayat ve güç buluyordu; mesleği onu tükettiğinde ise kızını yetiştirmesi için eski kocasına gönderdi: Artık “doğal olmayan” bir anne olarak yaftalanmıştı. Bunu da göz önünde bulundurunca, Kadınlar Ülkesi’nde anneliğin bireysellikten çıkarılması ve artık kolektif bir çabaya, bir tür mucizevi hediyeye, neredeyse bir dine dönüşmesi, Gilman adına bir kefaret veya rasyonelleştirme olarak okunabilir. Gilman’ın, kadınları mistik “toprak analar” olarak karakterize etmesi, o zamanlar için oldukça radikal sayılsa da bugün pek yabancısı olduğumuz bir şey değil. Ormandaki “vahşilere” dair birkaç muğlak atıf haricinde kitabı tamamen beyaz insanlarla doldurmak, kadınlığın doğuştan gelen kişisel bir yönelim değil de anatomik bir tasarım olduğu fikrinin savunuculuğunu yapmak, “umarım doğmamış çocuğunu öldürmeyeceksin!” cümlesini “korkunç bir yüz ifadesiyle” karşılamak da öyle. O halde, apaçık anti-feminist fikirlerle dolu feminist bir kitap olan Kadınlar Ülkesi’nin asıl işlevi nedir?

Öncelikle, onu günümüzde feminizmin nasıl göründüğünü incelemek ve eleştirmek için bir kıyas unsuru olarak kullanabiliriz. Yeterince hizmet almayan kesim kimlerdir? Kadınlar Ülkesi’nin eksik kaldığı yerleri tanımlayabilir, geliştirebilir ve şunu düşünebiliriz: Günümüzde bir feminist ütopya düşlesek, neye benzerdi? Bazı kişilerin böylesi bir analizi kılı kırk yarma olarak, “politik doğruculuk” olarak göreceği malum. Oysa hayat bir dizi birbirinden bağımsız, çok önemli, müthiş anlamlı nilüfer yapraklarından ibaret değil. Hayat bulaşıcı bir leke gibi. Dağınık, müphem ve kafa karıştırıcı; satrançtan çok langırta benziyor.

Charlotte Perkins Gilman
Charlotte Perkins Gilman

Bir “kadın” nedir? Kimdir kadın? Kimin kadın “sayıldığına” kim karar veriyor? Eşitlik yolculuğunda, feministler maskülenliğin zehirli taraflarını dahi cismanileştirme hakkını elde etmek için mi çabalamalı, yoksa eşitlikten bile önce bunu yok etmeye mi çalışmalı? Neden geleneksel olarak ötekileştirilmiş veya ana akım feminizm tarafından istismar edilmiş kadınlara (beyaz ırktan olmayan kadınlar, trans kadınlar, seks işçileri) bu etiket zorla yapıştırılsın? Birçok kadın hakları önderinin açıkça ırkçı olmaları gibi rahatsız edici bir gerçeklik karşısında ne yapılmalı? Bugün hâlâ feminizmi lekeleyen, beyaz ırktan olmayan kadınların baskı gördüğü gerçeğinin üstünü çizmeden bu kişilerin kadın haklarına yaptıkları katkılar nasıl onurlandırılmalı? Kadınlığı kutlamakla cinsiyet özcülüğünü reddetmek arasındaki çatışma nasıl aşılmalı? Baskıcı güzellik standartlarına karşı çıkmak ile makyaj ve güzel kıyafetler kullanarak kendini ifade etme isteği arasındaki çatışma nasıl giderilmeli?

Peki sizin Kadınlar Ülkeniz neye benzerdi?

Hazırlayan: Ali Erkam Dönmez | Kaynak

Yazar: Erkam Ali Dönmez

Oyun sever, oyun oynar, oyun çevirir, oyun yapar.

İlginizi Çekebilir

Bilimkurguda Kadının Dönüşümü

Eylül, 1992’de Mae Jemison, Endeavour ile yörüngeye çıkan ilk Afroamerikalı kadın oldu. Bu muhteşem başarıyı …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et