Edebiyatımızın İlk Ekolojik Distopyası: Köpekli Çocuklar Gecesi

Usta yazar Oya Baydar’ın geçtiğimiz ay Can Yayınları aracılığıyla okurlarla buluşan yeni romanı “Köpekli Çocuklar Gecesi”, edebiyatımızda kaleme alınan ilk “ekolojik distopya” olarak lanse edildi. Bu nitelemeyi aslında roman alanında doğru olarak kabul edebiliriz, çünkü ekolojik yıkım sonrası distopik bir atmosferi konu edinen öyküler, Türk edebiyatında daha önce de mevcuttu (Örneğin ilk aklıma gelen, sitemizde de incelemesi mevcut bulunan, 16 öyküden oluşan “İstanbul 2099” adlı eser). Fakat küresel boyuttaki bir ekolojik felaket sonucu ortaya çıkan distopik politik düzenlere gönderme yapan roman hacminde bir eserin Türk edebiyatında ilk defa kaleme alındığını söyleyebiliriz.

Öncelikle Baydar’ın, küresel çaptaki bir “Nuh Tufanı”na benzetilebilecek olan, yıllar süren kuraklığın ardından bir türlü durmak bilmeyen yağmurlar sonucu yaşanan iklim felaketlerini anlattığı romanının zamanlamasının oldukça isabetli olduğunu dile getirmek lazım. Bilindiği üzere geçtiğimiz Eylül ayı boyunca, ülkemizde de dahil olmak üzere bütün dünya medyasının ana gündemlerinden birini iklim krizi oluşturmaktaydı. İsveçli genç iklim aktivisti Greta Thunberg’in, kendi ülkesindeki parlamento binası önünde, küresel ısınma başta olmak üzere ekolojik felaketlere dikkat çekmek amacıyla geçtiğimiz yıl başlattığı oturma eylemi zamanla kartopu misali büyüdü ve FFF (Fridays for Future – Gelecek İçin Cuma Günleri) sloganıyla neredeyse her milletten gencin haftada bir gün okullarını boykot etmesiyle ve son olarak da dünyanın belli başlı metropollerinde yüz binlerin katıldığı eş zamanlı mitinglerle devam etti. Protestolar aynı ivmeyle olmasa da halen sürüyor. Greta’nın BM’de dünya liderlerine hitaben yaptığı konuşma, öfkeli üslubu ve sert içeriğiyle büyük yankı uyandırmıştı.

Günümüzden yaklaşık 30 yıl sonraki bir zaman diliminde geçen “Köpekli Çocuklar Gecesi” romanı, alarm zilleri çalan iklimdeki krizi insanlığın gündemine çivilemek için çabalayan bu gençlerin (romanda “iklim çocukları” deniyor) uyarılarına da tarihsel bir anekdot olarak değiniyor. Fakat Baydar, romanına da ismini veren “Köpekli Çocuklar” adlı başka bir gençlik grubunu kurgusunun merkezine yerleştirmiş. Yukarıda bahsettiğimiz FFF gibi hareketlerin lokomotifliğini Greta gibi Avrupalı üst orta sınıftan gençler yapmışken, romanda sahneye aralarında Türkiye’nin de bulunduğu, küresel sistemin çeperdeki ülkelerinin alt sınıflarından ve ezilen halklarından gençleri çıkıyor. Bir anlamda Köpekli Çocuklar, bugün iklim krizi için isyan eden gençlerin yaktığı meşaleyi taşımaya devam ediyorlar. Dünyanın iki yakasından gençlerin bu zaman ötesi ittifakı geleceğe doğru açılan bir umut penceresi halini alıyor. Bu gruptaki gençlere eşlik eden sokak köpekleri, onlara “Köpekli Çocuklar” isminin takılmasının ana sebebi. Bu noktada insan elbette “Siborg Manifestosu” ile çığır açan Donna Haraway’in mevcut düzene karşı içine hayvanları da alan topyekun bir ittifaka işaret eden “Yoldaş Türler” kavramını hatırlamadan edemiyor.

Romanın baş kahramanı olan kadın, endemik bitkiler üzerine çalışmalar yapan bir akademisyen. Yıllar süren küresel kuraklığın ardından bütün dünyayı vuran yıkıcı seller yüzünden neredeyse tüm bitki türlerinin nesli tükenme aşamasına geldiğinden, kahramanın mesleğinin adeta “botanik arkeolojisi” haline döndüğüne şahitlik ediyoruz. Romanda bu kahramanın sevgilisi olarak tanıdığımız ve kimliği hep gölgeler altında sunulan, ancak romanın sonlarına doğru gerçek yaşam öyküsünü öğrendiğimiz, anlatıcı tarafından “Adam” olarak aktarılan diğer kahraman ise, yıllar boyunca çeşitli toplantılarda ekolojik felaketlerle ilgili sunumlar yapan –örneğin “Dini Metinlerde Ekolojik Felaketler”, “Savaşların Ekolojik Felaketleri Hızlandırıcı Etkileri” gibi, kanlı çatışma bölgelerinde insani yardım gruplarında korkusuzca yer alan, politik içerikteki konuşmalarından anarşist olduğunu anladığımız aktivist bir akademisyen.  “Adam” ile tanışmadan önce, düşünsel planda benzeri anarşizan fikirlere yakın olsa da, pratikte içinde yer aldığı orta sınıf konformizminden kopmakta zorlanan romanın başkahramanı da dönüşüme uğruyor ve çatışma bölgelerinde insani yardım projelerinde görev alıyor. Bu dönüşümün başka bir ana sebebi ise, başkahramanın oğluyla yaşadığı uzaklaşmadan ötürü duyduğu vicdan azabını hafifletmek. Oğlunun, kendisini her anlamda bir idealist olarak yetiştirmiş olan annesinin teoriyle pratik arasındaki kendi çelişkilerine dayanamayarak, dünyanın ezilenleri için hiçbir şey yapmadan durup oturmak yerine Köpekli Çocuklar olarak bilinen muhalif gruba katılmak üzere evi terk ettiğini öğreniyoruz.

Baydar’ın romanı, salt toplumsal ve politik anlamda bir distopya olarak değil, içerdiği bilimkurgu unsurlarıyla ve gönderme yaptığı bilimkurgu filmleriyle de dikkati çekiyor. Eserin kurgusunda önemli bir yere sahip olan IQ400X adlı bir cihaz, telefon olarak kullanılabilse de sadece bu işe yaramayan, şarja ihtiyaç duymayan, sesle ve ışıkla çalışan, sonsuz denebilecek kadar geniş belleğe sahip ve kağıt kadar incecik bir 4. Teknolojik Devrim ürünü. Yazar, cihazın teknik özelliklerine dair fazla bilgi vermese de, IQ400X’in yapabildiklerinden onun kuantum nanoteknoloji temelli olduğu tahminini yürütebiliriz. Romanın kurgusu içindeki pek çok pasaj, aslında baş kahramanın bir kara kutu misali gelecek nesiller cihazı bulduğunda dinleyebilsin ve yaşanılanlardan ders çıkarabilsin diye bu cihaza kaydettiği tarihsel anlatılardan oluşuyor. Bu kayıtlardan öğreniyoruz ki, iklim değişikliği etkileri sertleştikçe kitlesel göçler artmış ve bir zamanların demokratik olarak bilinen ülkeleri dahil bütün dünyada devletler yaşadıkları mülteci krizlerine cevap olarak rejimlerini gittikçe totaliterleştirmişler.

Ekonomik kaynakların kıtlaşması, yeni bir dünya savaşına yol açmış fakat aşırı fiziksel yıkıma yol açmamak adına bu savaşların büyük çoğunlukla siber savaş formatında cerayan ettiğini görüyoruz. Bunlara ek olarak, yaşanan ekolojik dönüşümler pandemik salgınları da tetiklemiş, yeni ortaya çıkan virüsler –belki de buzulların erimesiyle beraber okyanuslara karışan, binlerce yıldır uyumakta olan eski çağların virüsleri- insanlarda hafızalarını yavaş yavaş silen, amnezi ataklarına yol açmakta. Baş kahramanımız da bu salgın hastalığa yakalandığından, hafızası tamamen silinmeden önce bütün bildiklerini cihaza aktarmak zorunda. Bu amaçla adeta zamanla bir bilek güreşine tutuşuyor, beyninin kıvrımlarında geçmiş, şimdi ve gelecek birbirine karışıyor. Bu durum da olay örgüsünde sıçramalara, kopukluklara ve bilinç akışında kesintilere sebep olsa da, esasında anlatının inandırıcılığını artıran bir unsur olarak karşımıza çıkmakta.

Romanda, yaşanan ekolojik felaket sonrası keskinleşen sınıf çatışmalarını betimlemek için gönderme yapılan filmler arasında Metropolis, nükleer felaket sonrası bir dünyayı anlatan Maymunlar Gezegeni ve zenginlerin dünyanın yörüngesindeki bir üste yaşadığı, fakirlerin ise adeta çöplüğe dönüşmüş gezegende kaderlerine terk edildiği Elysium gibi yapıtlar mevcut. (Bunlardan Metropolis’in ismi açıkça belirtiliyor, diğer ikisinin ismi ise açıklamalardan yola çıkarak anlaşılabiliyor.) Baydar ayrıca, Yuval Noah Harari’nin “Homo Deus” kitabındaki bazı kavramlara da romanda sıklıkla atıfta bulunuluyor. İnsanlık, gelişen teknoloji sayesinde, zihnini belki de bilgisayarlara aktarabilip ölümsüzlüğü tadabilecekken, yapay zeka ve robotlar sayesinde ütopyavari muazzam bir refah toplumunu kurabilecekken, diğer gezegenlerde koloniler inşa edebilecekken ansızın (!) bastıran küresel iklim felaketinin insanlığı bir anda barbarlığa savurmasından ötürü duyulan hayal kırıklığı ifadelerine karakterlerin konuşmalarında ara ara rastlıyoruz.

Aslında felaketin hiç de “ansızın” bastırmadığını, onlarca yıldır “İklimi değil sistemi değiştir!” diyen, küresel ısınmanın yol açacağı olası felaketlerden bahseden çeşitli politik grupların ve bilim insanlarının uyarılarının politikacılar tarafından kulak arkası edildiği, ve buna karşılık sıradan insanların da tehlikeye karşı yeterince duyarlı davranmadığı da hayıflanılarak paylaşılıyor: “Hakikatin öldürüldüğü bu çağda dünyanın gerçeği adaletsizlik, vicdansızlık, kötücüllük. Adaletsiz, acımasız, kötücül gerçekliği ters yüz edemedik, değiştiremedik, gücümüz yetmedi. Üstelik gerçek ötesi, hakikat katili diktatörlere yenildik, yarattıkları yalan dünyanın, sanal gerçekliğin esiri olduk. Ama bizim başaramadığımızı doğanın gücü başarmış görünüyor. Doğa, iyi kötü ne varsa önüne katıp binlerce yıllık birikimi suların altına gömerek intikamını alıyor. Milyonlarca yıldır, kimbilir kaç kez yaptığı gibi…”

Köpekli Çocuklar Gecesi, -haklı olarak- karanlık bir gelecek tasviri sunsa da, umut ve iyimserliği herşeye rağmen satırlarında taşıyor. Zaten romanın kapak resminde yer alan, kurumuş ve çatlamış toprağın üzerinde tek başına duran papatya çiçeği de bu umudu simgeliyor. Sular çekildiğinde hayatta kalabilenlerin nasıl bir düzen kuracağı, insan türünün evriminin hangi yönde seyredeceğine dair sorgulamalar, duyulan umuda dair ilginç bir felsefi tartışmayı barındırıyor. Örneğin kadın baş karakterin “Bu defa primatlardan değil de yapay zekalı robotlardan mı türeyecek yeni insanlar?” sorusuna “Adam” şöyle yanıt veriyor: “Ben böylesini tercih etmem ama bu da bir ihtimal. Hayalci, mistik bulabilirsin, ateş başına vurmuş, sayıklıyor diyebilirsin ama ben geleceğin, mağdurların masumiyetinden doğacağına inanıyorum. Yeni insanın, robotlaşmış yapay zekalılardan değil iyiliği ve umudu içinde taşıyan gençlerden, çocuklardan evrimleşeceğini hayal ediyorum.” Adam karakterinin yapay zekaya karşı temkinli duruşuna romandaki başka bir pasajda da rastlıyoruz. Burada karakter, hayal gücü, umut ve vicdanın en gelişmiş bir yapay zekaya bile aktarılamayacağını, bu üç şeyin algoritmalarının çıkarılamayacağını savunuyor.

Romanın politik özünü, kutup ayılarının geleceği ile Devrim arasında kurulan ilişki oluşturuyor. “Ne eski devrimci kuşaklar, ne de bizler kutup ayılarıyla devrimin bütünlüğünü tam kavrayamadık.” diyen “Adam”, yeni kuşakların bu bağlantıyı kavradığını ve gerçek enternasyonalizmin de bu kavrayıştan doğacağını dile getiriyor. Kutsal kitaplarda anlatılan Nuh Tufanı öyküsünde, suların çekilip çekilmediğinin anlaşılması için gönderilen güvercin ve taşıdığı zeytin dalı da romanda bahsi geçen önemli metaforlardan. İkisi de barışı simgeleyen bu arketipler, felaketlerle karşı karşıya kalmamak adına insanlığın hangi kavrama öncelik vermesi gerektiğini basitçe özetlemekte.

Oya Baydar’ın Köpekli Çocuklar Gecesi, diğer distopya romanlarda olduğu gibi bilimkurgu merceğini kullanarak aslında bizim içinde yaşadığımız gerçekliği, bizim hikayemizi anlatıyor. Daha da geç olmadan, iklim değişikliği geri dönülemez noktalara varmadan önce “Bir şey yapmalı!” dedirten bu eseri, günümüzün politik durumunu anlamak ve geleceğin getirebileceklerine karşı “gerçeklerle silahlanmak” adına muhakkak okumalıyız.

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

battlestar galactica

Battlestar Galactica’nın Bilimkurguda Bıraktığı Derin İzler

Battlestar Galactica, kendi yarattığı robotlar tarafından soykırıma uğrayıp kaçak durumuna düşen bir grup insanın hikâyesi …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et