Isaac Asimov’un ölümünden sadece üç yıl önce tamamlayabildiği ve Altın Kitaplar tarafından dilimize “İntikam Tanrıçası: Nemesis” adıyla çevrilen roman, özellikle akıcı kurgusu ve içerdiği ağır bilimsel öngörülerle dikkat çekiyor. Her şeyden önce Asimov, “Nemesis” adı verilen ve “Güneş’in keşfedilememiş kötü ikizi” olarak dillendirilen bir astronomi efsanesinden yola çıkarak okuması son derece keyifli bir romana imza atıyor. Kitaba geçmeden önce bu efsaneden kısaca bahsetmekte yarar var. Öteden beri birtakım kimseler, Oort Bulutu‘nun ötesinde Güneş’e ikiz sayılabilecek bir cüce yıldız olduğunu ileri sürüyor. İddialarına göre bu gökcismi, bir kırmızı cüce ya da kahverengi bir gaz devi ve belirli aralıklarla Güneş’e yaklaşarak doğal felaketlerin ortaya çıkmasına neden oluyor.
Hemen belirtelim ki gelişmiş kızılötesi teleskoplar kullanılarak yıllar süren araştırmalar yapılmış ve böyle bir gök cisminin var olmadığı kesin olarak ortaya çıkartılmıştır. Buna rağmen bazı komplo teorisyenleri, söz konusu iddialarını körü körüne savunmaya devam ediyor. Ancak aynı zamanda bir bilim insanı da olan Asimov, her ne kadar bilimsel dayanaktan yoksun olsa da bu efsaneden iyi bir bilimkurgu eseri çıkarılabileceğini fark ederek kolları sıvamış.
Romanın geçtiği gelecekte insan nüfusu önlenemez bir şekilde artmış ve Dünya neredeyse yaşanmaz bir yer hâline gelmiş. Kaynak sıkıntılarına bağlı olarak sefaletin hat safhaya ulaşması, akabinde toplumsal düzeni de altüst etmiş. Ancak bu karanlık geleceği önceden öngörmeyi başaran küçük bir azınlık, Güneş Sistemi’nin çeşitli yerlerine dağılan uzay kentleri inşa etmiş. Sayıları bir düzüne kadar olan ve adına “Yerleşim Birimleri” denen bu uzay kentlerinde yaşam, Dünya’ya nazaran daha iyi ve konforlu. Her ne kadar tamamen Dünya ile bağlarını koparmamış olsalar da, büyük ölçüde özerk bir statü de kazanmışlar. Ayrıca bilim ve teknolojide de dünyadan daha ileriler. Bu yerleşim birimlerinden biri de Rotor. Rotor’un idealist başkanı Janus Pitt, insanlıkla tüm bağlarını koparma ve galaksinin uzak bir köşesinde yepyeni bir uygarlık modeli geliştirme amacında. Rotor bilim insanlarının ışık hızı motorunu icat etmesi de onu iyice cesaretlendiriyor, ancak ortada bir sorun var: Nereye gidilebilir? Işık hızı motoru çok önemli bir buluş olsa da sunduğu nimetler sınırlı. Çünkü hiç durmaksızın ışık hızında yol almak imkânsız. Yolculuğa sık sık ara verilmesi gerekiyor. Dolayısıyla en yakın yıldıza ulaşmak bile uzun yıllara mal oluyor. Aynı zamanda böyle bir yolculuğun çok ciddi tehlikeleri olduğu da açık.
İşte tam bu sırada devreye Rotor’un başarılı bilim kadınlarından Eugenia Insigna Fisher giriyor ve yaptığı bir keşifle Başkan Janus Pitt’in nihai kararı vermesine yol açıyor. Zira Eugenia, Alfa Centauri‘nin yarı mesafesinde olan bir yıldızın varlığını keşfediyor. Keşfettiği bu yıldıza ise mitolojiye uygun olarak Nemesis adını veriyor. Artık Rotor’un gidip sığınabileceği yeni bir yıldız sistemi ortaya çıkıyor. Rotor, dünyaya ve diğer yerleşim birimlerine haber bile vermeden bir gün ansızın yolculuğuna çıkıyor. Işık hızı motorunun keşfinden haberi olmayan diğerleri ise Rotor’un nereye gittiğini ve bunu nasıl başardığını anlayamıyor. Rotor gerçekten de iki yılı aşkın bir yolculuğun ardından Nemesis’e ulaşıyor. Nemesis Sistemi, Megas adı verilen bir gaz devi ve bu gaz devinin bir uydusu olan Erythro’dan oluşuyor. Her ne kadar burada yaşama elverişli bir gök cisminin olmayışı hayal kırıklığı yaratsa da, Pitt sonunda amacını gerçekleştiriyor ve Rotor’u tüm insanlıktan izole bir koloni hâline getirmeyi başarıyor. Ancak Dünya, Rotor’un peşini bırakmaya niyetli değil!
Romanda, Vakıf Serisi‘nden âşina olduğumuz Gaia kavramının daha değişik ve ilkel bir örneğini görmek mümkün. Asimov her ne kadar bu romanın Vakıf ve İmparatorluk serileri ile bir bağlantısı olmadığını açıklamışsa da, özellikle kitabın sonunda Hari Seldon‘a yapılan gönderme gözden kaçmıyor. Yine Eugenia’nın çirkin ve genç kızı Marlene Fisher, sahip olduğu sıra dışı yeteneği ile akıllara İkinci Vakıf bireylerini getiriyor. Crile karakteri ise romanın aksiyon ve entrika yönünü besleyen en önemli unsurlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Eser, dönemine göre radikal sayılabilecek bazı astronomi tahminleriyle de dikkat çekiyor. Ne ilginçtir ki yayımlanmasından kısa bir süre sonra, kitaptaki kimi astronomik öngörülerin doğru olduğu bilimsel olarak kanıtlandı, ancak 1992 yılında gezegene veda eden Asimov bunu asla göremedi.
Öte yandan roman, aynı zamanda bir aile dramına da odaklanıyor. Parçalanmış bir aile, babasız büyüyen ve olağanüstü yeteneklere sahip bir kız çocuğu, pişmanlıklarıyla yaşamak zorunda kalan ebeveynler… Roman, bu yönüyle uzayın olanca soğuğuna rağmen sıcacık insani taraflara da vakıf ve “nereye giderse gitsin insan insandır” temasını gayet iyi bir şekilde işliyor.
Yazıyı, Eugenia Insigna Fisher ile kızı Marlene Fisher arasında geçen bir diyalog ile sonlandıralım:
– Sizin “Yerleşim Birimi” dediğiniz; sekiz kilometre uzunluğundaki bu uzay hapishanesinden bıktım artık. Ben yerleşim birimi değil, büyük bir dünya istiyorum anne. Dünya gibi bir dünya istiyorum, anlıyor musun?
– Dünya mı? Sen burada doğdun, Dünya’da hiç yaşamadın ki. Dünya hakkında hiçbir bilgin yok senin.
– Dünya konusunda çok şey gördüm anne. Kütüphaneler Dünya hakkında filmlerle dolu.
(Evet, öyleydi. Yerleşim birimi başkanı Pitt, bir süredir bu tür filmlerin sansür, hatta yok edilmesi gerektiğini savunuyordu. Ona göre Güneş Sistemi’nden kopmak, kopmak demekti; Dünya hakkında yapay bir romantizme gerek yoktu. Kadın ona şiddetle karşı çıkmıştı, ama şimdi başkanın aslında haklı olduğunu düşünüyordu)
– Kızım o filmlerle bir yere varamazsın. Onlar nesneleri idealleştiriyorlar. Genellikle hep geçmişten, Dünya’da her şeyin daha iyi olduğu zamanlardan söz ederler, ama aslında hiçbir şey filmlerde göründüğü kadar iyi değildi.
– Aslında mı?
– Evet. Sen Dünya’nın neye benzediğini biliyor musun? Yaşanılmayacak bir çöplük! Bu yüzden insanlar orayı terk edip Yerleşim Birimleri’ne göçtüler. İnsanlar o korkunç dünyayı terk edip küçük uygar Yerleşim Birimleri’ne taşındılar. Kimse aksi yöne gitmek istemez.
– Dünya’da hâlâ yaşayan milyarlarca insan var ama…
– O yüzden yaşanılmaz bir çöplük ya zaten! Oradakiler de ilk fırsatta kaçacaklar!