David Walton’ın Kuantum Romanları: Süperpoze, Süpersimetri

Bilimsel konuları kavraması basit düzeyde anlatmak ustalık gerektiren bir meziyettir. Yakın geçmişin en renkli bilim insanlarından biri olan Richard Feynman, öğrenmeyi kolaylaştırmak için uyguladığı yöntemlerle fiziği anlaşılır hale getirmeyi amaçlamış ve bu çabasıyla haklı bir ün daha kazanmıştır. Herkesin öğrenme tarzı kendine özgü olsa da genel anlamda bir bahsi aydınlatmak için açık ve anlaşılır bir dil kullanmak, doğru analojiler kurmak önemlidir. İşin özü, aslında ağır gelen tüm o kavramları eğlenceli hale getirmek ve hayatın olağan akışına uyarlamaktır. Olguları, olayları, durumları görsel, işitsel veya kinestetik faaliyetlerle vermek hem öğrenmeyi zevkli hale getirir hem de kalıcı olmasını sağlar. Peki söz konusu kuantum mekaniğiyse onu anlaşılır seviyeye getirmek için ne yapılmalıdır? Sonuçta kuantum mekaniği alanın uzmanları için bile ifade etmesi güç, kafa karıştırıcı bir konudur. Yaşadığımız evrene ait kuramsal gerçekleri zorladığı için ziyadesiyle zihin bulandırıcıdır.

Kuantum mekaniğinin bu hayli karışık evreninde David Walton’ın özellikle iki romanına değinmek isabetli olacaktır. Öncelikle Quantum Fiction ismiyle adlandırılan bu kurgu türünün bilimkurgunun önemli bir parçası olduğunu söylemek gerekir. Sert Bilimkurgu diye ifade edilen ve bilimsel kuramlara değin tartışma ve açıklamaların yoğun şekilde kullanıldığı öykülerde bilimin limitleri zorlanır. Sert bilimkurgu da olsa okura hikâyeyi ve işin bilimsel kısmını makul ölçülerde vermek önemlidir. İşte bu noktada David Walton kuantum fiziğinin parçalarını ve katmanlarını kurgularında etkileyici bir biçimde kullanan yazarlardan biri olarak kendini belli ediyor. April Yayıncılık etiketiyle Türkçeye kazandırılan eserleri de haliyle “Bir Kuantum Romanı” ibaresi taşıyor. Süperpoze ve Süpersimetri isimli yapıtlarında kuantum mekaniği ile günlük yaşamdaki canlı veya cansız tüm nesneler arasında bir köprü kuruyor. Esasen parçacık fiziğine giren kuantum mekaniğinin klasik fiziğe yansıyabilecek olası etkilerini olay örgüsünde başarıyla kullanıyor. Bu şekilde okurun da fiziğin bu karmaşık alanının temel bileşenlerini kafasında canlandırabilmesine yardım ediyor.

Tek Bir Gerçeklik Yerine Birtakım Olasılıklar

Bilimkurgu daha çok bilimsel ve teknolojik ilerlemenin insanı götüreceği yeri tahmin etmeye çalışır. Bir öngörü perspektifi çizen yazarlar bireyin, toplumun, doğanın, gezegenlerin ve sistemlerin gelecekte neye dönüşeceği üzerine kafa yorar. Konuya birçok düzlemden pencere açmaya, sentezlediği sosyal ve bilimsel neden-sonuçları kurguyla güçlendirmeye uğraşır. Güneş Sistemi’ndeki bir gezegen veya uyduda kültür-medeniyet anlamında yeni bir topluluk inşa edebileceği gibi, bizzat içinde nefes aldığımız coğrafyalara da projeksiyon tutabilir. Yerelde yapı oluşturabileceği gibi tüm insanlık adına da bir söz söyleyebilir. Haliyle bilimkurgu eserleri yaşama, yaşamın öncesine veya sonrasına bilimsel şüpheyle yaklaşır ve çeşitli sorular etrafında dönerek olasılıkları inceler.

Olasılık deyince akla gelen ilk kuramlardan biri kuantum mekaniğidir, bu gözde kuram atomdan bile katbekat küçük parçacık hareketlerine yoğunlaşır. İşin içine parçacıklar girdiğindeyse olasılıklar her yerdedir. Öyle ki kuantum mekaniğindeki önemli kavramlardan biri olan süperpozisyon, bir parçacığın, örneğin atomun çevresinde hareket eden bir elektronun, aynı anda birçok olasılıkla, birçok yerde, birçok durumda olabileceğini söyler.

Bu açıklama özellikle bilimkurgu açısından sayısız öykü fikrine gebedir. David Walton’ın Süperpoze isimli romanı az önce bahsettiğim bir kuantum durumunu, parçacık boyutundan alıp günlük yaşama uyarlar ve bu şekilde ortaya okuması keyifli bir öykü çıkar. Söz konusu romanda kuantum mekaniğine ait dalga, parçacık, tünelleme, çift yarık deneyi, belirsizlik, spin, nötrino, lepton, kuark gibi kelimelere denk gelmek bir sürpriz olmasa gerek. Eğer konu hakkında merak motivasyonuyla birkaç araştırma yapmış, makale okuyup video izlemişseniz bu kelimeler zaten yabancı gelmeyecektir. Walton’ın eserlerinin sert bilimkurgu niteliği taşıdığını tekrar belirtmekte fayda var. Bu öyle bir şeydir ki, kavramlar kimi okur için müthiş bir tatmin yaratırken kimi okura ağır ve sıkıcı gelebilir.

Süperpoze ve Parçacıkları Uyarlamak

Süperpoze Jacob Kelley isimli başkarakterimizin iki farklı gerçeklikte, olasılık dalgaları biçiminde ve haliyle birbirine paralel devam eden iki kurguda ilerleyen öyküsünü anlatır. Başkarakterimiz nedenini bilmese de bir kuantum parçacığı gibi aynı anda birden fazla zamanda ve birden fazla yerde hareket eder. Tüm bu etkiler elektronlar için mümkünken neden kurgunun sınırları zorlanarak bir insana uyarlanmasın ki? Sonuçta bilimkurguyu fantastikten ayıran çizgi ya belli belirsiz ya da çok incedir. Bunun sebebi hala evrenin sadece çok küçük bir kısmını gözlemleyebiliyor oluşumuz ve her şeyin teorisini ne yazık ki keşfetmeyi başaramayışımızdır. Dolayısıyla kuantum mekaniğiyle ilgili bilimsel gerçekleri bir üst basamağa çıkarmak belki de doğru bir adım atmaktır.

Jacob Kelley bir fizikçidir, aslında öyküde ona eşlik eden ve bazı kuantum etkilerinin günlük yaşamımıza sirayet etmesine neden olan diğer karakterlerimiz de onunla meslektaştır. Bunun güzel tarafı, onların aralarındaki konuşmaların, tartışmaların bilimsel bir zeminde ilerlerken okuru hikâyeden koparmamasıdır. Süperpozisyon durumunda bulunan iki Jacob Kelley vardır, biri hapishaneyken diğeri dışarıdadır ve neler olup bittiğini araştırmaktadır. Bütün öykülerde bir iyi bir de kötüler vardır tabii. Süperpoze’deki kötü şey bir insan değil, varcolac adı verilen, parçacık hızlandırıcılarının ürettiği egzotik parçacıklardan oluşan bir kuantum varlığıdır. Varcolac evrenimizin sahip olduğu fiziki özelliklerin dışındadır ve parçacık enerji formunda tüm nesnelere hükmedebilmektedir.

Aynı Anda Birçok Yerde Bulunabilmek

Süperpoze’de yazarın yaratıcı bir ilave sunduğu konulardan biri Higgs Alanı ile ilgilidir. CERN’deki deneylerden adını sıkça duyduğumuz Higgs Alanı, Büyük Patlama’nın ardından etrafa yayılan ışınlara kütle kazandıran bir özelliktir. Evrenimizin Higgs Alanı sayesinde şu an sahip olduğumuz periyodik tabloya sahibiz. Her evrenin Higgs Alanı’nın ayrı olduğunu düşünürsek, diğerlerindeki periyodik tabloların, yani elementlerin nasıl fark yaratabileceğini hesaplayın. Süperpoze’de Walton bu olguyu es geçmeyip karakterlerine bir de Higgs Projektörü bahşediyor. Roman kişilerimiz, bildiğimiz evrendeki element özelliklerinden farklı bir yapıya sahip varcolac isimli kuantum varlığıyla ancak bu şekilde baş edebilirdi. Higgs Alanı’nı yönlendirebilen cihaz böylelikle maddenin davranışını, doğasını değiştirebiliyor ve kuantum olasılık dalgalarını etkileyebiliyor.

Kıvanç Güney’in Türkçeye çevirdiği üç yüz on sekiz sayfalık roman paralel kurgusuyla bir hayli akıcı. Bunun yanında kuantum mekaniğine ait kavramların günlük hayattaki benzetimleriyle, konuya ilgili okurlar için çokça zihin açıcı fırsat sunuyor. Jacob Kelley ve ailesini zor durumda bırakan kuantum etkilerini okurken birtakım düşüncelere dalabilirsiniz. Örneğin, atomaltı bir parçacık gibi bir an için süperpozisyon durumunu deneyimleyebilsek ve tek bir gerçeklik yerine bir dizi olasılık halinde var olsak nasıl olurdu? Sonuçta, Jacob Kelley gibi olasılık dalga formumuzun kararlı hale gelmesi, tüm olasılıklarımızın çökmesi ve yine tek bir kişiye dönmemiz koşuluyla tabii.

Süpersimetri’de Işınlanma, Zaman Yolculuğu ve Diğer Gelecek

Süpersimetri, standart modelde her bir parçacığın göremediğimiz diğer eşini ifade eder. David Walton’ın Süperpoze’nin hemen ardından yayımladığı bu roman aynı zamanda diğerinin devamı niteliğindedir. Karakterlerimiz birkaç ilave dışında hemen hemen aynıdır. Yalnız bu defa işin içinde Jacob Kelley değil, on beş yıl aradan sonra birer yetişkin halini almış çocukları yer alır, özellikle Alex ve Sandra isimli kızları. Süperpoze’nin başında Alessandra isimli tek bir kişiyken kuantum etkisiyle Alex ve Sandra isminde iki kişiye evrilen bu karakterimiz Süpersimetri’nin en önemli parçasıdır, romanın isminin de nasıl oluştuğunu bu şekilde anlayabilirsiniz. Çılgın bir bilim insanının kendi laboratuvarında oluşturduğu bir bebek evren, bu bebek evreni ana evrene bağlayan solucan deliği, solucan deliğinden ana evrene sızmaya çalışan varcolac olayların başlamasına öncülük eder.

Süperpoze’yi, bu romanın üzerine yerleştiği bir temel olarak düşünürsek, Süpersimetri’de de kuantum mekaniğinin esas mesele olduğunu ve olayların kuantum etkilerin etrafında cereyan ettiğini söyleyebiliriz. Parçacıkların kuantum etkileşimleri üzerinden varlığımızı sürdürüyoruz. Kuantum fiziğinde sağduyuyla çelişen birçok madde sayılabilir. İşte bu etkilerin her birini kurguda sıradan hayatımıza uyarlamak, bunu da makro düzeyde yapmak bilimkurgu açısında lezzetli sonuçlar veriyor. Walton’ın kuantum etkilerinden yola çıkarak karakterlerini ışınlaması, bir Higgs tekli parçacığıyla karakterleri için zamanda ileri-geri yolculuklar tasarlaması çoklu evrenlere kapı aralar ve okurun bu noktada muhtemelen kafası karışabilir. Çoklu evren görüşü, örneğin kötü sonuçlanan bir eylemimizin farklı evrenlerde olası tüm iyi-kötü sonuçlarla da ortaya çıkabileceğini söyler ve bu noktada irade dediğimiz kavrama felsefi bir bakış atılmasını sağlar.

Roman, içinde kırk bin kişi bulunan bir stadyumun, nedeni belirsiz bir şekilde infilak etmesiyle başlar. İşin içinde tabii diğerindeki gibi yine varcolac vardır. Laboratuvar analizinde, bebek evrenin yaratıcısı olan kişi varcolac’ın zamanda sıçramalar yaparak stadyumu havaya uçurduğunu keşfeder. Zamandaki sıçrama, nesne ve kişi örüntüleri açığa çıkardığı için buna maruz kalan nesne ve canlılar artık birden fazla gerçeklikte bulunabilir. Varcolac bu kez maşa olarak kullanacağı bilim insanlarının zihinlerini de ele geçirir. Amacı Avrupa’daki siyasi gerilimden de faydalanıp dünyanın önemli şehirlerine nükleer bombalar yağdırmaktır, yani dünyayı yok etmektir. Bu işte başarı da sağlar, çünkü bildiğimiz evrende onu durduracak bir silah yoktur.

Ancak zamanda yolculuk kozu roman kişilerimizin ellerindedir. Çılgın bir bilim insanının yaptığı makineyle gerçekleştirilen bir yolculuk değildir bu. Yine sağduyuya nazikçe karşı çıkan kuantum etkileri sayesinde mümkün görünen bir fenomendir. Bir Higgs teklisini belirli bir nokta ve zamana göndererek felaketi geriye sarmak, sanki hiç yaşanmamış gibi her şeye patlamanın öncesinden başlamak Alex ve Sandra’nın en önemli hedefidir. Tabii işin bu kısmına ait hesap-kitap ve tartışmalar, sert bilimkurgunun iyice yüzeyde belirdiği satırlar şeklinde karşımıza çıkıyor. Süpersimetri olaylarda düğüm yaratan kötü karakter ve bu karakterlerin dönüşümü açısından Süperpoze’den daha başarılı gözüküyor. Romanın ilginç yanlarından biri de Türkiye’nin neredeyse bir süper güç olarak ele alınması. İran’la ittifak yapıp Balkanların tümünde söz sahibi olan Türkiye, Romanya’da Soğuk Savaş zamanından kalma Sovyet nükleer başlıklarını ele geçirdiği için ABD’nin hedefindedir. Varcolac’ın bombardımanından İstanbul da nasibini alır.

Gökçe Yavaş’ın çevirdiği üç yüz sayfalık roman, Süperpoze ile ilgi çekici, ufuk açıcı ve akıcı bir bütünlük sergiliyor. David Walton’ın yazdıkları kuantum fiziğine yabancı okurlara fantastik gelebilir. Ancak gelecek kuantum mekaniğinin dinamikleriyle inşa edilecek gibi görünüyor. Bu nedenle iki romanda da ele alınan kuantum etkilerinin gelecekte günlük hayatta karşımıza çıkabileceği düşüncesi hayalden çok gerçeğe yakın duruyor.

Yazar: Serdar Yıldız

İllet (roman), Karanlık Gökkuşağı (öykü), Yüksek Doz Gelecek (beş yazar beş bilimkurgu kısa romanı), Silsile (Ödüllü Bilimkurgu Öyküleri), Arz Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (Bilimkurgu Öykü Antolojisi).

İlginizi Çekebilir

Sert Bilimkurgunun Sıra Dışı Kalemi: Larry Niven

Laurance van Cott Niven ya da daha çok bilinen adıyla Larry Niven 1938 yılında Los …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et