bilimkurgu_manifestosu_kapak

Bir Türü Tanımlama Uğraşı: Bilimkurgu Manifestosu

Can suyunu söylencelerden alan bilimkurgunun var oluş serüveni, düşünen ve düşleyen insanın ortaya çıkışına değin uzanır. Öyle ki insan, soyut düşünce yeteneğine sahip olduğu günden beri merak etmekte, araştırmakta ve neden-sonuç ilişkisi kurmaktadır. Dolayısıyla bu yeteneklere sahip bir türün erken tarihinde bile bilimkurgusal yaratılara rastlamak doğaldır. Nitekim her kültürün mitolojisi, ileri ufaklı bir yığın bilimkurgusal anlatıyla bezelidir. Örneğin bir ölümsüzlük arayışını konu edinen Gılgamış Destanı’nda ya da küresel bir felaketi anlatan Nuh Tufanı’nda çağdaş bilimkurgunun üzerinde yükseldiği düşünsel mirası görmek zor değildir.

Ancak mitolojilerden arınmış bir bilimkurgu tarihi ortaya koymak istediğimizde, karşımıza çıkan ilk isim M.S. II. yüzyılda yaşayan Samsatlı Lukianos olmaktadır. Batı’da daha çok Lucian adıyla bilinen yazar, Dünya ötesi bir yolculuğu konu edinen ilk edebiyatçı olarak da tarihe geçmiştir. Yazarın özellikle “Olmuş Bir Öykü” (Samsatlı Lukianos Seçme Yazılar, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1949) adlı hicvi, “Dünyanın ilk erken bilimkurgu öyküsü” olarak bilinmektedir. Lukianos’un açtığı bu damardan beslenerek yazın sahnesine çıkanlar arasında Antonius Diogenes (Thule’nin Ötesindeki Harikalar, M.S. II. Yüzyıl), Thomas More (Ütopya, 1515), Francis Bacon (Yeni Atlantis, 1627), Johannes Kepler (Somnium, 1634), Francis Godwin (Ay’da İnsan, 1638), Cyrano de Bergerac (Ay Devletleri ve İmparatorlukları, 1655 / Güneş Devletleri ve İmparatorlukları, 1662), Jonathan Swift (Gulliver’in Gezileri, 1726), Voltaire (Migromegas, 1752), Mary Shelly (Frankenstein ya da Modern Prometheus, 1830) gibi önemli yazar ve aydınlar vardır.

bilimkurgu dunyalar savasi

Günümüzde kimi bilimkurgu araştırmacıları, 1926’ya değin kaleme alınmış eserleri “proto bilimkurgu” başlığı altında kategorize etme eğilimi göstermesine rağmen, bu akademik tutum verilmiş bazı yapıtları çağdaş bilimkurgudan ayırt etmedeki zorluklar nedeniyle genel kabul görmekten hâlâ uzaktır. Yazınsal bölümlendirme çalışmalarını zorlaştıran bir diğer önemli etken ise bilimkurgunun tanımını yapma noktasında süregelen tartışmalardır. Bir söyleşisinde Bülent Akkoç’un şakayla karışık sarf ettiği, “Dünya üzerinde bilimkurgucu sayısı kadar bilimkurgu tanımı vardır,” sözü konu hakkında fikir verir niteliktedir. Gerçekten de üretkenliği, içsel devingenliği, çağının ötesine uzanmadaki hüneri ve en önemlisi de kalem koşturma alanındaki enginliğiyle bilimkurgu, tanımını ve sınırlarını belirlemeye çalışanların işini daha da zorlaştırmaktadır.

Tüm bu güçlüklere karşın, 17. yüzyılda romanın yükselişini takiben bilimkurguyu ayrı bir anlatı türü olarak tasniflemeye yönelik -cılız da olsa- bazı çalışmalara girişildiği bilinmektedir. Bu çalışmalara önayak olan itici güç ise Mary Shelley, Edgar Allan Poe, Jules Verne, Enrique Gaspar, H.G. Wells gibi yazarların ortaya çıkışı ve yapıtlarında ayırt edici bilimkurgusal izleklere yoğunlaşmasıdır. Diğer türlerden ayrıksı yapısı bilimkurguyu bambaşka bir tür olarak konumlandırma uğraşlarının fitilini ateşlese de, ne yazık ki bu yazınsal girişimler 20. yüzyılın başlarına kadar evrensel bir kabule dönüşememiştir.

Bilindiği üzere 20. yüzyıl, bilimkurgunun artık nüfuzunu hissettirmeye ve etrafında ciddi bir hayran kitlesi toparlamaya başladığı dönem olarak literatüre geçmiştir. 1926 yılında Lüksemburg asıllı Amerikalı yazar, editör ve mucit Hugo Gernsback’ın adını bahşettiği türe bugünkü anlam ve içeriğini sunan, bilim ve teknolojiyle ilgileşimini kazandıran ve bu anlayışıyla da altın çağını armağan eden kişi ise ünlü editör ve yayıncı John W. Campbell olmuştur. Ancak çağdaş bilimkurgunun biçimlenmesinde ve yaygınlaşmasında önemli katkıları bulunan Gernsback ve Campbell ikilisinden yaklaşık çeyrek asır önce, onlara yürüdükleri bu engebeli arazide patika açıp ilerleyişlerini kolaylaştıran önemli bir yazar ve kuramcı olduğunu da belirtmek gerekir. Bu isim Fransız yazar ve aydın Maurice Renard’dan başkası değildir.

1875 yılında Fransa’nın Châlons-en-Champagne kentinde dünyaya gelen Renard, genç yaşlardan itibaren almaya başladığı edebiyat ve felsefe eğitiminin de etkisiyle çevresi tarafından çok yönlü ve derinlikli bir insan olarak tanınıp sevilmiştir. Öykülerini derlediği ilk çalışması olan “Hayaletler ve Kuklalar” yayımlandığında otuz yaşındadır. H.G. Wells’e adadığı İlk romanı “Doktor Lerne” ise bundan üç yıl sonra piyasaya sürülmüştür. Eserlerinde çılgın bilim insanlarından dünya dışı canlılara, organ nakillerinden minyatürleştirme teknolojilerine kadar pek çok bilimkurgusal temaya yer veren Renard, sadece bu yazın türünün kurgusal boyutuna değil, aynı zamanda kuramsal arka planına da titizlikle el atmış, kafa yormuştur. Özellikle bilimkurgunun kuramsallaştırılmasına yönelik çalışmalarını “Du roman merveilleux-scientifique et de son action sur l’intelligence du progrès” (Olağanüstü-Bilimsel Roman ve İlerleme Tasavvuruna Olan Etkisi, 1909), “Le Merveilleux scientifique et La Force mystérieuse de J.-H. Rosny aîné” (Olağanüstü-Bilimsel Roman ve J.-H. Rosny aîné’nin Gizemli Gücü, 1914) ve “Le roman d’hypothèse” (Varsayım Romanı, 1928) başlıklı üç temel makalesinde detaylandırmıştır.

olaganustu-bilimsel roman kapak

Her heyecanlı ve ateşli teorisyen gibi Renard da işe, olağanüstü-bilimsel roman olarak adlandırdığı ve başlı başına bir tür olarak kabul edilmesi gerektiğini savunduğu bu yeni anlatı akımının katı bir tanımını yapmakla başlar. Ona göre olağanüstü-bilimsel roman, en basit hâliyle “bilimsel zemin üzerine oturtulmuş bir masal”dır. Didaktik nesnelliği kuşanmış bu tür bir eser, hem okuyucuların kendisini sorgulamasına hem de dünyayı yeni bir bakış açısıyla görmesine yol açmalıdır. Özellikle insan aklına paralel olarak bilim ve teknolojinin giderek geliştiğine dikkat çeken Renard, bir zamanlar “olağanüstü” olarak görülen şeylerin yavaş yavaş cazibesini yitirdiğini ve “yeni bilinmeyen”leri devreye sokan yeni bir türün tanımlanmasına gereksinim olduğunu vurgular. Bu tür gücünü bilimden almalı ve yazarlar bilimi, “yeni olağanüstüler” ve “yeni bilinmeyenler” yaratıp keşfetmek için kullanmalıdır.

Renard’ın ısrarla altını çizdiği “bilinmeyen” kavramı önemlidir. Zira isim babalığını yaptığı “olağanüstü-bilimsel roman”ın alametifarikası biraz da burada yatar. Renard’a göre bir eserin olağanüstü-bilimsel roman olarak tanımlanabilmesi için en az bir “bilinmeyen”e ve bu “bilinmeyen”in keşfi için de en az bir bilim disiplininin varlık sahasına girilmesine ihtiyaç vardır. Temellendirdiği bu ölçütten hareketle yazar, günümüzün en büyük bilimkurgu yazarlarından biri olarak anılan Jules Verne’i bile tür dışı bırakmaktan çekinmez. Çünkü Renard’a göre Verne,  hâlihazırda fikir kıvılcımları ekilmiş icatların olası kurgulamalarını yapmaktan öteye geçememektedir. Bilineceği üzere Jules Verne, akla yatkın ve gerçeğe dönüşmesi olası görünen eserler ortaya koyabilmek için dönemin popüler bilim insanlarıyla sıkı ilişkiler kurmuş, onlardan birçok icadın tüyosunu almıştır. Ancak bu akla yatkınlık arayışı, aynı zamanda onu “bilinmeyen”i keşfetmekten de uzaklaştırmıştır.

Jules Verne örneğinden de anlaşılacağı üzere Renard, ele aldığı eserleri yarattığı kurama dayanarak çözümlemiş ve bu sayede kendi kuramının işlerliğini de sınama olanağı bulmuştur. Bilimkurgu alanında yapılmış ilk bölümlendirme çalışmalarından birine imza atmasının yanı sıra âdeta kendisiyle birlikte yaşayan, gelişen ve dönüşen bir yazınsal kurama da öncülük etmiştir. Hayatının sonuna dek sergilediği çabanın bir göstergesi olarak sonraları adını “varsayım romanı” diye değiştirdiği ve hipotetik esasları temel alan birtakım ufak nüanslarla güncellediği kuramı,  dönemin yazın çevrelerince yoğun biçimde kullanılmış, türün önde gelen yazar ve eleştirmenlerine de yol gösterici olmuştur. Günümüzde dahi erken dönem bilimkurgu edebiyatını “olağanüstü-bilimsel roman” başlığı altında değerlendiren akademisyen ve araştırmacılara rastlamak mümkündür. Bu da Maurice Renard’ın yazınsal etkisini ve yarattığı öncül kuramın işlevselliğini gösterir niteliktedir.

Utku Haspulat‘ın özenli çevirisiyle yayımlanan Bilimkurgu Manifestosu, Fihrist Kitap Ütopya, Distopya, Bilimkurgu dizisinin 20. kitabı olarak karşımıza çıkıyor. Yazarın üç makalesinden oluşan ve bir manifesto özelliği taşıyan bu derleme, edebiyatta yaratıcılık peşinde koşan yazarları, türe nüfuz etmek isteyen okurları ve bilimkurgunun kuramsal boyutuna kafa yoran araştırmacıları “bilinmeyen” in peşinde düşünsel bir maceraya davet ediyor.

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

bilimkurgu uzayli yaratik ahtapot

Erken Dönem Bilimkurgusunun Garip Uzaylıları

İnsanlığın uzaylılar hakkındaki fikirleri bin yıllar boyunca evrim geçirdi, ancak televizyon çağından önce bu fikirler …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et