ergenlik ayini kapak

Alexei Panshin’in İlk Adımı: Ergenlik Ayini

“Dünyanız dev bir uzay gemisinden ibaret. Eğer çocukluktan genç kızlığa geçmeye çalışan biri değilseniz büyük bir sorun sayılmayabilir bu! Gemi’den ayrılmayı düşünmenin neden bu kadar zor geldiğini keşfettim: Çamur yiyenler bizden çok farklıydı. Çoğunlukla köylü ve çiftçiydiler; çünkü onlar çok zor koşulları olan koloni gezegenlerinde hayatta kalabilecek en uygun insanlardı. Diğer taraftan biz, Gemi’deki insanlar ise teknik eğitim sahibiydik. Sanırım Dünya yok olduğuna onlara katılabilecektik. Aslında öyle yapmamız planlanmıştı. Ama öyle olsaydı 5000 yıllık ilerlemenin en iyi yanlarını çöpe atmış olacaktık. Gördüğünüz gibi teknoloji için zamana ihtiyacınız var ve gün be gün hayatta kalmak için her an çalışmak zorunda olmak hiç boş vakit bırakmıyor. Bu yüzden Gemi’yi terk etmedik, diğer Gemidekiler de aynı şeyi yaptılar.”

Rite of Passage (Ergenlik Ayini), Amerikalı yazar Alexei Panshin‘in 1968 yılında yayımladığı ve kolonizasyon meselesi üzerinden sosyokültürel eleştiriler yaptığı eseridir. Bu yapıt, bilhassa ilk romanı olması sebebiyle ön plana çıkmakta ve kültürel değerlerin göreceliliği hususunda söyledikleriyle de yazıldığı dönemin etkisini taşımaktadır. Dünyanın küreselleşerek küçük bir kasaba halini almaya başladığı 60’lı yıllarda bir yanda televizyonla dünyayı seyreden insanlar bulunurken; öte yanda ise henüz televizyon ya da diğer cihazlardan bihaber insanlar dünyanın seyrinden bağımsız biçimde yaşamlarını sürdürmektedirler. Haliyle bu durumda şart ve koşulların değerler üzerindeki tesirini belirtmek adına önemli. Mekanın birey üzerindeki etkisi nasıl ki eserlerin akışı belirliyorsa, coğrafi şartların kültürlere ve dolayısıyla toplumlara etkisi de aynı noktadadır. Doğru açıdan bakmazsan, yanlış çıkarımda bulunmamız kaçınılmaz. Türkçeye Ergenlik Ayini olarak çevrilen roman, 1997 yılında Metis Bilimkurgu Serisi‘nin on dördüncü eseri olarak yerli bilimkurgu okurunun beğenisine sunulmuştur.

Not: Yazının devamı spoiler içermektedir!

Ergenlik Ayini, pekâlâ bir medeniyet romanı olarak tanımlanabilir. Bu bakımdan başarılı olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Tarih tekerrürden ibarettir, zira insanlık her haliyle devamlı kendini tekrar etmektedir. Hata ya da başarı diye ayırmaksızın eylemlerinin bütünü aynı döngünün unsurudur ve bu minvalde şekillenip durur. Bu doğrultuda coğrafi keşifler olarak bilinen okyanus ötesi seyahatler de insanlığın yaşama alanından ayrılıp farklı yerleri keşfetme arzusunun bir göstergesidir. Tarih kitapları ilgili bölümlerde cesur kaşiflerin dirayetli bir tavırla kelle koltukta yeni dünyaları fethettikleri kahramanlık hikayeleriyle doludur. Ancak burada tetikleyici unsur çoğunlukla merak yerine doyumsuz bir sahip olma hırsıdır. Yaşanılan bölgeyi tüketip farklı bir bölgeye geçerek üremeye ve tüketmeye kaldığı yerden devam etmeye istekli olan güç sahipleri, mülkiyetlerinin genişlemesi hayalinin ortaya çıkardığı iştahla saldırır ve durmadan birbirini iterler. Kendi kutsal varlıklarının karşısında yapılacak her fedakarlık da haliyle meşrudur. Birileri yaşamalı ki tür yok olmasın; öyle ki, yaşamın kıymeti yine yaşamın kendisini hiçe sayacak noktaya gelebilir. Bazıları daha üstün sayılır, diğerleri acımasızca yok edilir.

Amerika’nın Western filmlerinde makyajlayarak sunduğu manzaralar açgözlülüğün bir teşhiridir aslında. Kovboy ve arşınlanan kasabalar çevresinde yaratılan mistik aldatmaca, hakikatin çirkin suretini saklamaya yarar. Tarihe Klondike Altına Hücumu olarak geçen olayların temelindeyse, hakikatin yalın yüzü kendini aşikar eder. Bir kişinin altın madeni bulması ve buradan hareketle yalan yanlış duyumların yayılmasıyla koca ülkenin kaderi değişir. Aralarında ünlü yazar Jack London’ın da bulunduğu birçok insan önce kıtanın başka yerlerinde, daha sonra kıta ötesinden gelerek altın aramaya başlarlar. Fakirin ekmeği umut misali, Alaska’nın taşı toprağı altın diyen kim varsa bölgeye göçer. San Fransisco ve Seattle’a on binlerce insan gelir bu vesileyle. Öyle ki, bölgede yaşanılanlar ülkenin sosyoekonomik dengelerini değiştirerek zamanla kültürel faaliyetlerine de yön verecek hale gelir. London’ın Vahşete Çağrı adlı romanında bunlardan detaylıca bahsedilir. Holywood’ın da bu değişimden etkilendiği bilinmektedir. Efsane aktör Charlie Chaplin’in yönetmen ve senaristliğini de üstlenerek 1925 yılında çektiği aynı adlı film, meydana gelen hadiselerin aktarılma şekliyle dönemin atmosferini gözlemlemek ve insanların psikolojisini anlamak adına kıymetli bir konuma sahiptir.

Alexei Panshin’in romanında da Amerikan halkının tarihiyle bağdaşabilecek bu ve benzeri birçok öge bulunmakta. Bir genç kızın gözünden değişen toplum dinamiklerinin bireye tesiri oldukça yetkin bir biçimde işlenmiş. Amerika’nın ana kıtadan ayrılışı, kolonileşerek ticari faaliyetler yürütmesi ve nihayetinde özgürlüğünü ilan etmesi süreci bir eşiktir; Fransız Devrimi dahil pek çok vakanın vuku bulmasında doğrudan etkilidir. Bunun farklı bir tarihsel düzlemde incelendiği Ergenlik Ayini ise, kültürün ne denli göreceli bir kavram olduğunu ele alarak haddizatında bildiğimiz ama görmezden geldiğimiz noktaları işaret eder. Bağlarımızı ortaya çıkaran şeyler zamanla oluşur, burası kesin. Ancak bahsi geçen bu bağların altında ortak çıkara dayalı bir fayda arayışı yatmaktadır. Sapiens’in diğer insan türlerinden öne çıkarak varlığını sürdürmesinin kolektif düşünceyle iletişim kurabilme yetisine bağlı olduğu düşünüldüğünde, ortak yaşam alanından kopan insanların farklılaşması işten bile değil. En basiti, kutupta yaşayanla çölde yaşayanın arasındaki ayrışma dahi kültürün nasıl bir kavram olduğunu göstermektedir. Şartlardan münezzeh sayılamaz.

Öte yandan romanın omurgasını oluşturan geçiş ayini, kültürel birikimin ve aktarımın unsuru olarak bizleri tarih boyunca yolculuğa çıkarır. Sigmund Freud, Totem ve Tabu adlı eserinde erişkinliğe ulaşmak için uygulanan çeşitli ayin ve ritüellerden bahseder. Bu ayinlerin temelinde toplumun ilerleyişini kontrol altına almak ve yönetmek isteği yatmakta, kaosun belirsizliğinin yerini düzenin net çizgileri almaktadır. Kültürel antropoloji alanında pek çok başka yapıtta da toplumun kültürel taşıyıcısı olarak görülen gençlerin yetkinliğini ölçmek maksadıyla gelenek halinde devam ettirdikleri bu uygulamalardan bahsedilir. Bunların arasında en çok bilineni olan Spartalılar, asker yetiştirirken takındıkları tavırla romandaki sert hayatta kalma mücadelesini anımsatmaktadırlar. Her Türk asker doğar, sözünde olduğu gibi ordu-millet prensibi güçlü bireylerin yetişmesini amaçlar ve toplum mühendisliği bu şekilde yapılandırılır. Buradaki amaç aslında Sosyal Darwinizm ve Öjeni’ye örnek verilebilir. Doğumların kısıtlanması ve var olan bireylerin bu yolla elimine edilmesinin gayesi, kısıtlı imkanların paylaşımını sağlıklı ölçüde sağlamaktır. Yani, türün devamı için, bireyin toplum tarafında feda edilmesi gerekir.

Alexei Panshin

Velhasıl kelam, toplum mühendisliği, kültürel değişim ve etkileşimler gibi alanlara dair tespitler yapan Panshin’in olayları gençliğe adım atmaya hazırlanan ve kimliğini inşa etmekte olan genç bir kadının gözünden anlatması dikkat çekici. Yine Amerikalı bir yazar olan Harper Lee’nin Bülbülü Öldürmek adlı kült eserinde olduğu gibi özne alışılmışın aksine erkek değildir; toplumu bir erkeğin gözünden göstermeyip bizlere en başta kalıpların, sınırların dışında bir bakış açısı sunar. Eşitsizlik, önyargıların ortaya çıkardığı ayrımcılık ve birçok sorunu dillendirir. Hassaten kadın kimliğine dair klişe birkaç kalıbı tekrar etmek yerine güçlü kadın kimliğini ortaya koyar. Ursula’nın kızları gibi toplumun tahakkümünü kabullenmeyen, kendi olmayı önceleyen güçlü kadınlar! Eleştirilerini de böyle bir figür üzerinden yapması gayet anlaşılır.

Ancak, yazarın ilk romanı oluşu hasebiyle kurgusal bağlamda vasat kalan ve bütünlüğünü kaybederek nakıs olduğu hissi veren bir eser olduğunu da eklemek gerekir. Olayların okuru metin boyunca takip etmeye zorladığı ama ilgisini canlı tutamadığı aşikar. Yine de değindiği konular okunmaya değer ve yazarın ilk adımı olarak kıymetli. Güncel baskısının bulunmadığını bu vesileyle dile getiriyor ve hem yayıncı hem de okur nezdinde bir şans verilmesini öneriyoruz.

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

apollo11

Amerikan Halkı, Apollo Ay Programını Destekliyor muydu?

Eğer geriye dönüp NASA’nın Apollo Ay görevlerinin halk arasında gördüğü desteğin zaman içinde değişimini düşünecek …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et