80’li Yılların Black Mirror’ı: William Gibson’dan Yanan Krom

“Her şey bir sahneden ibaretti, gelecekteki yaşamı sahnelemek üzere özenle seçilmiş bir dizi dekordu.”

1948 yılında ABD’nin Güney Carolina eyaletinde doğan William Gibson, aynı zamanda Kanada vatandaşı. Bilimkurgu türünün önde gelen yazarlarından biri olarak anılıyor. Bu namını elbette siberpunk türüne olan katkılarına borçlu. Türün yaratıcılarından biri olarak görülmesine sebep olan Neuromancer adlı kitabı bilimkurgu türünün başyapıtları arasında gösteriliyor. 1984 yılında kaleme alınan eser, Hugo, Nebula, Locus ve Philip K. Dick gibi ödülleri kazandı. Gibson’ın bir başka siberpunk yazarı Bruce Sterling ile birlikte 1990 yılında kaleme aldığı “The Difference Engine” adlı kitap ise steampunk türünün temellerini atan yapıt olarak kabul ediliyor.

Edebiyat kariyerine yakın gelecekte geçen kısa noir kurgular yazarak başlayan Gibson’ın öyküleri daha sonra bu kitapta derlendi. “Yanan Krom” adıyla Türkçede ilk kez yayımlanan derlemede 10 öykü bulunuyor. İthaki Bilimkurgu Klasikleri dizisinin 98. kitabı olarak çıkan eserin çevirmenliğini üstlenen kişi ise Sanem Erdem.

Yüksek teknolojinin beraberinde getirdiği düşük yaşam standardı olarak ifade edebileceğimiz siberpunk, bilimkurgunun bir alt türü ve gözler önüne serdiği karanlık gelecek portreleriyle ünlü. Yani çoğu siberpunk eseri aynı zamanda bir distopyadır da diyebiliriz. Bu türde yazılan öykü ve romanların geleceği aydınlık olarak resmetmesi pek beklenmez. Yanan Krom’da karşımıza çıkan 10 öykü için de bunu söylemek mümkün. Gibson’ın kitaptaki 7 öyküyü kendisinin yazdığını, 3 öyküyü ise farklı yazarlarla ortak kaleme aldığını da da ayrıca belirtelim.

William Gibson tarafından üretilen ve Neuromancer’da da karşımıza çıkan “siberuzay” kavramıyla ilk olarak buradaki öykülerde tanışıyoruz. Teknolojinin hayatımızdaki konumunu son derece cesur bir şekilde resmeden yazarın aynı zamanda insan duygularına da ağırlık verdiğini görüyoruz. Yalnızlık, tutku, aşk, istekler, hayaller ve güç gibi temalar ustalıkla işleniyor. İnsan doğasının karmaşık yapısı bilimkurgusal düzlemde yeniden hayat buluyor. Pek çok öykü bir trajediye de sahne oluyor. Bu durum da ister istemez akıllara günümüzün televizyon klasiği Black Mirror‘ı getiriyor. İngiliz Charlie Brooker tarafından yaratılan ve distopik temaları işleyen bilimkurgu dizisi Black Mirror’ın arka planında elbette James Graham Ballard, Philip K. Dick, Ray Bradbury, William S. Burroughs ve William Gibson gibi yazarların öykü ve romanları var. Zaten türün önde gelen bu yazarlarını okumadan böylesine etkili bir yapıma imza atılamayacağını her bilimkurgu okuru bilir.

Johnny Mnemonik

1995 yılında Keanu Reeves’in başrolüyle sinemaya da uyarlanan öykü, zihnine veri depolayan bir hafıza taşıyıcısını anlatıyor. Bu şekilde para kazanan Johnny Mnemonic, kendisini tehlikeli bir sürecin içinde buluyor.

Beyninde sakladığı bilgiler kritik ve beklendiği üzere hem şirketlerin hem de suç örgütlerinin hedefi hâline geliyor. Hayatta kalma mücadelesi veren karakterin kendi varlığını sorguladığına da şahit oluyoruz.

Gernsback Sürekliliği

Öykü, adını Amerikalı ünlü bilimkurgu yazarı ve yayıncısı Hugo Gernsback’ten alıyor. Gelecekte mimari yapıları fotoğraflayan bir fotoğrafçı üzerinden ütopyacı gelecek vizyonları eleştiriliyor.

Uçan arabalar ve parlak şehirler modernlik algısı yaratsa da ortaya çıkan yapaylık insanlık için tehlike çanlarının çaldığına işaret ediyor.

Hologram Bir Gülden Parçalar

Parker, Görünür Duyusal Algı adlı sistem için metin yazarlığı yapıyor. Sık sık dijital bir dünyaya bağlanarak ıstıraplarını azaltmak ise hayatının rutin bir parçası haline geliyor. Hologram düzeyinde eski bir ilişkisini yeniden yaşayan karakterin, elektrikler kesildiğinde normal dünyaya dönmesi yarım yamalak anıları da beraberinde getiriyor.

Kimdir, nerededir ve ne yapmaktadır?

Uyumlu Tür

John Shirley ile birlikte kaleme aldıkları bu öyküde, üniversite hocası Coretti’nin bir kadına olan takıntılı bağlılığı anlatılıyor. Sürekli barlarda onu arıyor ve bu arayış hayatına mal oluyor. İşini kaybetmesine ek olarak alkolik bir adama dönüşüyor, ancak her ne olursa olsun asla Antoinette adlı bu kadını aramaktan vazgeçmiyor.

Sosyal uyum şart mı? İçinde bulunduğumuz topluma ne kadar aitiz? Yabancılaşma ve kimlik arayışı gibi temaları da içinde barındıran öyküde insan psikolojisi ve toplum yapısı masaya yatırılıyor.

İç Bölgeler

“Parlak ışıkların, büyük şehrin hayalini kuruyoruz.”

Bilinçaltındaki “iç bölgeler” adlı kısımlara yapılan yolculuk temasına sahip öyküde zihinsel deneyim söz konusu. Dijital dünyanın içinde bir yolculuğa çıkan ana karakterimiz geçmişiyle, ilişkileriyle, korkularıyla ve travmalarıyla yüzleşiyor.

Hem psikolojik hem de fiziksel bir tutsaklık hâli içinde bulunduğunu anladığında ise pek çok şey için artık çok geç olduğunu fark ediyor. Karşısına çıkan simülasyonlar ona mutluluk getirmiyor.

Kızıl Yıldız, Kış Yörüngesi

Bruce Sterling ile birlikte yazdığı bu öyküde Gibson, Soğuk Savaş’ın etkilerini hissettiriyor. Uzay yarışı temasının işlendiği öykü, aynı zamanda siyasi ve toplumsal bir arka plana da sahip.

Anlatıda Sovyetler’in uzay planını görüyoruz. Yörüngede terk edilmiş bir uzay istasyonu olan Kozmograd’da yirmi yıldır yerçekiminden uzak yaşayan bir kozmonot karşılıyor bizi. Emekliliğindeki uzay adamı bizleri insanlık ve yalnızlık üzerine düşündürüyor.

New Rose Oteli

Siberpunk

“Avrupa ölü bir müzeydi.”

Öyküde aşk ve ihanet temaları ön plana çıkıyor. Tokyo’nun arka sokaklarında, neon ışıkların altındaki bir oteldeyiz. Ortağı Fox ile birlikte bilgi sızdırma ve yetenek avcılığı gibi işler yaparak para kazanan bir karaktere ek olarak Sandii adlı gizemli bir kadın da öyküye eşlik eder.

Yeni bir iş planında Sandii’nin rolü kritik ve tabii ki işler beklendiği şekilde ilerlemiyor. Üstelik casusluk dünyasında başarısız bir plana ve ihanete yer yok. Öykü aynı zamanda 1998 yılında Abel Ferrara tarafından filme de uyarlandı.

Kış Pazarı

“Doğanın sana kendine bir çekidüzen vermeni söylemesi. Bir tür matematik yasasıdır…”

Casey, müzik yapımcısı ve editör. Sanatçıların yarattığı fikirleri dijital ortamda düzenliyor ve satılabilir hâle getiriyor. Günün birinde Lise ile tanışıyor. Lise, zihinsel dünyasını dijital dünyaya dönüştürme konusunda maharetli fakat bedeni çöküşe geçmiş. Zira genetik bir bozukluğa sahip. Ölümsüzlüğü hayal ediyor ve bunun için çabalıyor. Casey üzerinde ise derin izler bırakıyor.

Gibson, aşk ve ölümsüzlük temalarını işliyor ve elbette yine akıllara Black Mirror’da anlatılan bazı öyküler geliyor. Be Right Back ve San Junipero gibi.

İt Dalaşı

“Eski günlerde bilgisayarlara sarmış bir sürü insan makineleri programlamaya harcadı ömrünü.”

Gibson’ın Michael Swanwick ile ortak yazdığı İt Dalaşı’nı okuyan ve Black Mirror’ı izleyen herkes, dizinin USS Callister adlı bölümüyle benzerliği sezecektir. Ana karakter Deke, hırslı bir kişiliğe sahip. Sanal bir oyunla tanışıyor, bu oyunda düşünce gücüyle küçük uçakları yönlendiriyor.

Bir savaş ortamında geçen oyunda, Nance adlı bir kadın ve onun engelli arkadaşı Tiny ile tanışıyoruz. Zaman geçtikçe Deke’in kazanma hırsı ağır basıyor. İnsani yönü çöküşe geçiyor ve ahlaki değerlerini yitiriyor. Bu hırsın bir trajediye dönüşmesi de kaçınılmaz oluyor.

Yanan Krom

“Hava çok sıcaktı Krom’u yaktığımız gece.”

Neuromancer adlı romanına giden yolda önemli bir eşik olarak görülen Yanan Krom’da Gibson, siberuzay kavramını ilk kez kullanıyor. Jack ve Bobby Quine adlı iki hacker arkadaşın zengin olma hayalleri üzerinden anlatılan hikâyede aşk da başrolde.

Boby kodlama ve yazılım konusunda uzmanken, Jack paralı askerlik ve yasa dışı işler yapan biri olarak karşımıza çıkıyor. Krom adında bir suç baronunun dijital varlıklarını çalmayı kafalarına koyuyorlar. Jack’in âşık olduğu Rikki’nin de öyküde büyük bir rolü var.

William Gibson

Büyük bir hızla gelişen teknolojinin birey ve toplum üzerindeki etkilerini hemen her öyküsünde işleyen William Gibson’ın dünyasında teknoloji çoğunlukla yıkıcı bir güç olarak anlatılıyor. Kurtarıcı yönlerini ise okur kendisi çekip alabiliyor ancak. Sanal gerçekliğin tehlikeli boyutlarını 80’li yıllarda işlemesi bakımından oldukça önemli bir konumda olan öyküler, distopyanın hayatlarımızın içine nüfuz edişini gözler önüne seriyor. Melankolik dünyalarında yalnızlaşan insanlar için uyarıcı nitelikteki bu anlatılar çarpıcı sonuçlar veriyor.

Bireyin yalnızlığını işleyen Gibson, aynı zamanda var olma mücadelesini de resmediyor. Aşk ve hayallerin peşinde koşarken yozlaşmış bir dünyanın içine hapsolmuş biyolojik varlıkların acziyetini de gözler önüne seriyor. Toplumsal eşitsizlik ve sistemdeki adaletsizlik gibi temalara da değinen yazar, insan doğasını anlamlandırmamız için bir kapı aralıyor. Edebi ustalığıyla öykülerini son derece etkili bir zemin üzerine kurguluyor ve neon ışıklarıyla körleşen geleceğin ayırdına varmamızı istiyor.

“Mağrur ve mutluydular, kendilerinden ve dünyalarından son derece memnundular. Rüya’da yaşıyorlardı üstelik, onların dünyasıydı bu.”

Yazar: Bahri Doğukan Şahin

1995, Erzurum. Kitap okur, belgesel izler, sinema, felsefe ve bilimkurguyla ilgilenir, öykü yazar. Kayıp Rıhtım'da başladığı yazarlık serüvenine, Fantastik Canavarlar ve Bilimkurgu Kulübü gibi internet sitelerinde ve çeşitli dergilerde devam etmekte. bahridogukan@gmail.com

İlginizi Çekebilir

yukari giden o canim yolculuk sesli

Sesli Öyküler [03×03]: Yukarı Giden O Canım Yolculuk – Kurt Vonnegut

Sesli Öyküler serimizin yeni bölümünde Kurt Vonnegut‘ın unutulmaz kara mizah öyküsü Yukarı Giden O Canım …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin