fredric_brown

Kısa Öykülerin Efendisi: Fredric Brown

Fredric Brown‘ın romanları ve kısa öykü koleksiyonları, 1973 yılındaki ölümünden bu yana yayıncılık dünyasında arada bir ve sessiz sedasız biçimde yer almayı sürdürüyor. Belki adını çok sık duymuyoruz, ancak yolu onun özgün çalışmaları ile kesişmeyen bilimkurgu meraklısı azdır. Gerçekten de Brown, geçen yüzyılın ortalarında yaşamış bilimkurgu yazarları arasında okumayı aklınıza getirmediğiniz en iyi yazardır. Bu nedenle de size Brown’ın çalışmaları üzerine hızlandırılmış bir tanıtım sunmaya karar verdik…

Brown’ın kısa hikâyeleri, yazarın marka değeri yerine hikâyelerin kalitesini dikkate alarak düzenlenen antolojilerin temel taşlarındandır. Buhar çılgınlığı (steampunk) dönemi öncesine ait “Dalgacılar(The Waveries) adlı öyküsünü belki okumuşsunuzdur. Phillip K. Dick bu hikâyeyi “…bilimkurgunun şimdiye dek ürettiği – rahatsız edici biçimde de olsa – en önemli öykü” olarak tanımlamıştır.” Belki ABD Bilimkurgu ve Fantezi Yazarları Birliği (SFWA) tarafından 1965 öncesi yazılan en iyi 20 bilimkurgu öyküsünden biri seçilen Arena‘yı ya da “Dünyada kalan son insan bir odada tek başına oturuyordu. Birden kapı vuruldu,” cümlesinden ibaret olan ve genellikle yazılmış en kısa korku öyküsü diye anılan “Vuruş(Knock)‘u okumuşsunuzdur. Her neyse, kitap okumuyorsanız bile Uzay Yolu dizisinin ilk sezonunda Kaptan Kirk’ün bir çöl gezegeninde insanlığın kaderi tehlikedeyken sürüngenimsi uzaylıyla dövüştüğü sahneyi mutlaka izlemişsinizdir… Çünkü o bölümün kapanış jeneriğini okuduysanız, yazarın “Arena” adlı öyküsüne gönderme yapıldığını görmüşsünüzdür.

Star Trek Arena

Brown, yüzyıl ortasındaki karmaşa döneminden kurtarılmaya layık bilimkurgu yazarları listesinin en üst sıralarında yer alır. Kendisi belki de bu alanda eser vermiş olan en sürükleyici ve çok yönlü yazarlardan biridir. Öyküleri çekiciliğini hâlâ yitirmeyen kıvrak bir mizah, keyifli bir alaycılık ve kuşkucu bir dünya görüşü ile örülüdür. İster abartılı fiziksel mizah, isterse katıksız gerilim yazsın (ki her ikisini de eşdeğer bir özgüvenle yazardı), hikâyeleri kavrayıcı, sıra dışı ve genellikle esrik karakterler içerir ve seçkin bir anlatım, olağandışı kurgu ve 60 yıl sonra hâlâ şaşırtıcılığını yitirmemiş sürprizli sonlara ulaşan zekice olay örgüleriyle bilinir. Zekâ içeren kelime oyunları ile çift anlamlı sözcükleri sever. Karakterleri, dost canlısı bir bar, açık bir içki şişesi veya iyi bir sözcük oyunu ile karşılaştığında fırsatı kaçırmaz. Kitaplarının neredeyse tümü okumaya değer kalitededir ve bunlar arasında kaçırılmaması gereken eserlerinin sayısı oldukça yüksektir.

Brown’ın hayran kitlesi beklenmedik biçimde çeşitlilik gösterir: Ayn Rand ile Mickey Spillane ona hayrandı, Robert A. Heinlein da Yaban Diyarlardaki Yabancı (Stranger in a Strange Land) romanını kısmen ona adamıştı. 1976 tarihli mükemmel Best of Fredric Brown koleksiyonunun editörü de ünlü Robert Bloch’tu. Ayrıca Neil Gaiman‘ın Sandman’inin dikkatli okuyucuları, karakterlerden birinin Brown’a ait bir gerilim romanı okuduğunu fark etmiştir.

puppt_show___colors_by_benthic-d38rq8a

Brown birçok açıdan kendi çok yönlülüğünün kurbanıdır. Birçok bilimkurgu yazarı amatörce gerilim yazmayı denerken, bazı gerilim yazarları da bilimkurguda şanslarını denemiştir. Fakat Brown, türler arasında tüm zamanların en iyi geçiş yapan yazarıdır. Brown’a biraz bilimkurgu yazan gerilim yazarı demek de, biraz gerilim yazan bilimkurgu yazarı demek kadar haksızlık olacaktır. Her iki türde klasik sayılabilecek eserler veren belki de tek yazardır. Brown, bu iki türden herhangi birine dâhil edilemeyince her iki tür de Brown’ı dışlamış ve onu belirsizlikte yitip gitmeye terk etmiştir. 1950’lerde bilimkurgu pazarı henüz emekleme çağında olduğundan, Brown üretiminin çoğu arka sokaklar, kana bulanmış cesetler ve bunlardan hoşlanan ayyaş dedektifleri konu alıyordu. Bunlar bilimkurgu alanındaki şöhretine katkıda bulunmasa da gerilim meraklıları söz konusu durumdan hoşnuttu.

İlk gerilim romanı Mükemmel Batakhane (The Fabulous Clipjoint) ile Edgar Ödülü’nü kazanmasının yanı sıra birden fazla “tüm zamanların en iyileri” listesinde de yerini aldı. Bunu, Alis Harikalar Diyarında’dan esinlenilmiş tuhaf bir cinayet romanı olan Jabberwock’un Gecesi’nden (Night of the Jabberwock) bir kara roman başyapıtı olan Madball’a kadar yaklaşık 24 gerilim romanı izledi. Hatta gayet rahat okunabilen “The Office” adlı “ana akım” bir roman dahi yazdı. Brown yalnızca beş bilimkurgu romanı yayımladı. Fakat bu kadar az sayıdaki çalışmaları arasında iki özgün klasik (What Mad Universe ve Martians Go Home!) ile yüzden fazla kısa öykü kaleme aldı. Kısa öyküleri de en az romanları kadar iyidir. Kısa öykülerin tartışılmaz ustasıdır ve en az beş hikâyesi, ilk olarak o dönemde bilimkurguya en yüksek fiyatı veren Playboy dergisinde yayımlanmıştır. Tüm dikkatlerin en uzun üçlemeyi yazan kişiye odaklandığı bu alanda Brown’ın çalışmaları kolayca gözden kaçabilir. Fakat yalnızca kalitesi açısından bakıldığında, daha iyisine nadir rastlanacak eserlerdir.

What Mad Universe

What Mad Universe

Fredric Brown’ın ilk bilimkurgu romanı Çılgın Evren (What Mad Universe), oldukça güçlü bir etki yaratmıştır. Bilimkurgunun henüz, Startling Stories ve Amazing Stories gibi her sayısının kapağında ağzından salyalar saçan böcek gözlü bir canavar tarafından tehdit edilen, metal bir korse giymiş genç ve dolgun bir kadının resmedildiği ve içeriğinin büyük bir kısmını da sivilceli ergenlerden gelen laf salatası mektupların oluşturduğu uyduruk dergilerin boyunduruğu altındaki zamanlarda, Çılgın Evren yalnızca 50’li yılların stilinde oldukça derli toplu bir alternatif evren öyküsü sunmakla kalmaz, aynı zamanda 50’lerin bilimkurgu meraklılarının mükemmel bir parodisini de ortaya koyar.

Baş kahramanımız olan Şaşırtıcı Öyküler dergisinin bezgin editörü Keith Winton, kendini aniden alternatif bir evrende bulur. Tüm iyi alternatif evrenler gibi bu da bizimkinin bir eşidir, tek bir ayrıntı dışında: 1903 yılında eşinin dikiş makinesini onarmaya çalışan bir Harvard profesörü kaza ile yıldızlararası yolculuğa yarayacak bir motor keşfetmiştir. Bu evrende aydan gelen mor turistler sokaklarda gezmektedir, seçkin bir “Uzaylı Kızlar” grubu o malum giysi ile ortalıkta dolanmakta ve dünya da Arcturus’un aklınıza gelebilecek en korkunç malum yaratıklara benzeyen halkı ile yıldızlararası bir savaş içindedir. Dünyanın tüm umudu tabii ki Albert Einstein’ın bilimsel zekâsı, Jül Sezar’ın askeri dehası, Jim Thorpe’un fiziksel gücü ile Clark Gable’ın görünümünü bünyesinde toplayan Dopelle adlı bir adama bağlıdır.

What Mad Universe 2

Winton bu evrende bir tuhaflık, bir çılgınlık olduğunu anlar. Fakat derhâl bir Arcturus casusu sanıldığı ve (Arc casuslarını gördüğü yerde vuran) yetkililerden sürekli kaçış hâlinde olduğundan bu gizemi çözecek zamanı bulamaz. Brown’un büyük dehası sayesinde Çılgın Evren, aslında üstü kapalı ince bir hiciv olmakla birlikte ciddi bir bilimkurgu romanı gibi akmaktadır. Brown’ın parodisinin mükemmelliği, ancak Winton’ın hikâyenin sonunda yüce Dopelle ile karşılaştığında ortaya çıkar. Mükemmel bir ifade olan “…sen Doppelberg’in çift- gezerisin!” repliğiyle Winton, Dünya gezegeninin büyük kahramanının aslında kendi evreninde aşırı sıkıcı bir bilimkurgu hayranı olan Joe Doppelberg olduğunu ve bilimkurgu editörü olan kendisinin de yalnızca bir bilimkurgu hayranının hayal edebileceği bir evrende hapis kaldığını fark eder.

Bu eser dilimize ilk kez Çağlayan Yayınevi tarafından “Hücum” adıyla 1955 yılında kazandırılmıştır. Yeni Dünyalarda serisinin son kitabı olan eser, ne yazık ki ülkemizde bir daha basılmamıştır. Yeni Dünyalarda serisi, aynı zamanda ülkemizin ilk bilimkurgu edebiyat serisi olma özelliğini de taşımaktadır.

Martians Go Home

Martians Go Home

Brown’ın diğer mizahi bilimkurgu romanı olan Marslılar Defolun (Martians Go Home), belki daha da iyidir. En büyük mizahi bilimkurgular arasında yer alan Marslılar Defolun, hem çok eğlencelidir hem de haylaz mizahıyla bu türün klişelerini haince tersyüz eder. Marslıların sonunda gerçekten de küçük yeşil adamlar çıkmaları romandaki mizahi yönün yalnızca küçük bir örneğidir. 1964 yılında bir gün, yaklaşık bir milyar bedensiz Marslı dünya üzerinde belirir. Ne katil işgalciler, ne de nazik dünya dışı varlıklar olarak nitelenebilecek bu işgal kuvvetleri yalnızca gözlemcidir ve Bronx’lu bir taksi şoförünün tavrı ile sadist bir ortaokul öğrencisinin hainliğini keyifli bir insan düşmanlığı ile harmanlayan bir karaktere sahiptirler. Hatta Marslılardan biri bunu, “İnsanları sevmemek hoşuma gidiyor,” diye ifade eder. Marslılar dünyaya derhâl kavga, çekişme, fitne, fesat, alay ve dedikodu yayarak insanlığı neredeyse sosyal çöküşün eşiğine getirir.

Marslılar bir bedene sahip olmadıklarından onlara karşı elden hiçbir şey gelmemektedir.  Nükleer silahlardan, “… siyanür gazı, ağır su, okunmuş kutsal su ve hatta böcek ilacına kadar” her şey sonuçsuz kalır. Onlardan kaçış yoktur, “Beyaz Saray’dan kedi evine kadar herhangi bir yerde ortaya çıkabilirler” ve yorulmak, usanmak bilmezler. Görünüşe bakılırsa dünyanın tek varlık nedeni onları iğrendirmek ve aynı zamanda sınırsızca eğlendirmektir. Bir tanesi bu durumu şöyle açıklar: “Şu aptal gezegeninizde insanların hayvanat bahçesine gitmesine ne gerek var ki?”

Martians-Go-Home

Roman kısmen bilimkurgu yazarı Luke Devereaux üzerinde yoğunlaşır. Marslı işgali, halkın dünya dışı varlıklarla ilgili hikâyeler okuma isteğini körelttiğinden Luke da kendini milyonlarca işsizden biri olarak bulur. Bu sırada Western türü romanlar yazma yeteneğini keşfeder. Tam da liste başı olacak bir kitap yazma yolundayken ve bir ikindi vakti son sürat çalışırken Marslının biri daktilosunun yanında bitivererek, “Hadi ahbap, elini korkak alıştırma! Bastır oğlum, bastır!” diye tezahürat yapmaya başlar. Bunun ardından içine düştüğü katatonik durumdan kurtulduğunda, Luke yine tamamen normale dönmüştür, ama tek bir farkla: Artık Marslıları ne görüyor, ne de duyabiliyordur. Bir akıl hastanesine kapatılsa da tamamen çalışkan ve üretken bir durumdadır ve pek bir acı da çekmemektedir. Doktorlarından biri, “Onu kıskanıyorum, hatta tedavi etmek konusunda tereddütlerim bile var. O dünyanın en şanslı adamı,” der.

Luke kendisinden başka herkesin Marslıları görebildiğini ve duyabildiğini anlar ve aslında onların, bir hikâye yaratmak için beynini aşırı zorladığı sırada kendi hayal gücünün yarattığı hayaller olduğuna kanaat getirir. Marslılar geldiğinde yaşadığı kulübeye dönerek onları zihninden silmeye çalışır. Bu sıralarda Chicago’da işitme engelli bir bina görevlisi, “dünya dışı varlıklara karşı atom altı süper vibratörü” tam gücüne getirmek üzere geliştirmekte ve ekvator Afrika’sında bir büyücü doktor kabilesinin tarihindeki en büyük büyüyü yapmaktadır. Geldiklerinden 146 gün sonra Marslılar aniden ortadan kaybolur. “Kimse, ama kimse onları özlemez ve geri gelmelerini istemez.”

Onları kim suçlayabilir ki?

Hazırlayan: Gamze Özfırat | Kaynak

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

sesli oykuler fikraci emre bozkus

Sesli Öyküler [03×06]: Fıkracı – Emre Bozkuş

Sesli Öyküler serimizin bu haftaki konuğu, Fıkracı öyküsüyle Emre Bozkuş. Meraklı, insanları sakinleştirmek için üretilmiş …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin