Supertoys Last All Summer Long

Yazlık Süper Oyuncaklar | Brian Aldiss (Kısa Öykü)

Barian Aldiss’in özgün adı Supertoys Last All Summer Long olan 1968 tarihli bu kısa öyküsü, 2001 yılında Steven Spielberg tarafından Artificial Intelligence: AI (Yapay Zeka) ismiyle sinemaya da uyarlanmıştır.

Bayan Swinton’un bahçesinde mevsim hep yazdı. Bahçenin ortasına hiç dökülmeyen yapraklarıyla güzel badem ağaçları dikilmişti. Monica Swinton sarı bir gül koparıp David’e gösterdi.

“Ne güzel, değil mi?” diye sordu.

David başını kaldırıp baktı ve yanıt vermeden sırıttı. Ardından çiçeği kaptığı gibi çimenliği boydan boya geçti ve içinde biçici robotun çömeldiği köpek yuvasının ardında kayboldu. Biçici her zaman gerekeni yapmaya hazır bir şekilde kulübesinde beklerdi; bu bazen çimleri biçmek, bazen süpürmek, bazen de onları katlamak olabilirdi. Monica sabit plastik çakıl taşlarından yapılmış patikanın ortasında tek başına kalmıştı.

Monica onu sevmeye çalışıyordu.

Oğlanı kovalamaya karar verdi, onu arka bahçedeki havuzun içinde çiçeği yüzdürürken buldu. Havuzun içinde ayakta dikiliyordu çocuk, ayağında sandallar vardı.

“David, canım, bu kadar korkunç olmak zorunda mısın? İçeri gir ve ayakkabınla çorabını değiştir.”

David karşı çıkmadan kadının peşinden eve girdi, koyu renkli başı kadının bel hizasına ulaşıyordu. Üç yaşında olduğu halde mutfaktaki ultrasonik kurutucudan korkmuyordu. Annesi yeni bir çift terlik getirmeye niyetliydi ama David kadının elinden kurtularak evin sessizliğine kaçtı.

Teddy’yi arıyor olmalıydı.

29 yaşında, güzel bedenli, parlak gözlü bir kadın olan Monica Swinton, oturma odasına geçti. Ellerini zarif bir şekilde koltuğun yanlarına yerleştirdi. İlk başta oturup düşünüyorken, şimdi sadece oturuyordu. Omuzlarına abanmış olan zaman acımasız bir yavaşlıkta ilerliyordu; sadece çocuklara, delilere ve kocası dışarıda dünyayı kurtarmakla meşgul olan ev kadınlarına özgü bir yavaşlıktı bu. Aniden uzanarak pencerenin dalga boyunu değiştirdi. Bahçe yok oldu ve kadının elinin hareketiyle yerini bir şehir manzarasına bıraktı. Kalabalık, uçankayıklar ve binalarla dolu bir şehir merkeziydi bu (ama Monica sesi kısmıştı.) Hala tek başınaydı. Aşırı kalabalık bir dünya, yalnızlar için mükemmel bir yerdi doğrusu.

***

Synthank’ın yöneticileri yeni ürünlerinin çıkışını kutlamak için mükellef bir öğle yemeğinde buluşmuşlardı. Bazıları yeni moda plastik maskelerini takmıştı. Yiyip içtikleri mebzul miktarda yiyecek ve içeceğe rağmen, bedenleri incecikti. Yiyip içtikleri mebzul miktarda yiyecek ve içeceğe rağmen karılarının bedenleri de incecikti. Kendilerinden önce yaşamış olan az gelişmiş nesillerden biri onları güzel insanlar olarak tanımlardı—gözlerini saymazsak tabi.

Synthank’ın Genel Müdürü Henry Swinton bir konuşma yapmak üzereydi.

“Karınızın sizi dinlemek için burada olmaması ne kötü,” dedi yanındaki adam.

“Monica evde oturup güzel şeyler düşünmeyi tercih ediyor,” dedi Swinton, gülümseyerek.

“Öyle güzel bir kadından da ancak güzel düşünceler beklenir,” dedi yanındaki adam.

Karımı düşünmeyi bırak piç herif, diye düşündü Swinton, hala gülümseyerek.

Alkışlar arasında konuşmasını yapmak üzere ayağa kalktı.

Birkaç espriden sonra, şöyle dedi: “Bugün şirketimiz için gerçek bir devrim yaşanıyor. Dünya pazarlarına ilk sentetik yaşam formunu sunuşumuzun üzerinden neredeyse on yıl geçti. Ne denli başarılı olduğumuzu hepiniz biliyorsunuz, özellikle de minyatür dinozorlar düşünüldüğünde. Ama hiç biri zeki değildi.

“Günümüzde, bu çağda, yaşamı yaratıp zekâyı yaratamamamız çelişki gibi görünüyor. İlk ticari ürünümüz olan Crosswell Tenyası hem en çok satan hem de en aptal olan ürünümüzdü.” Herkes güldü.

“Aşırı kalabalık dünya nüfusunun dörtte üçü açlık çekerken, biz buradaki şanslılar, nüfus kontrolü sayesinde ihtiyacımız olandan fazlasına sahibiz. Bizim sorunumuz yetersiz beslenme değil, obezite. Sanırım bu masada ince bağırsaklarında Crosswell Tenyası taşımayan kimse yoktur. Mükemmel biçimde güvenilir olan bu parazit, konukçusunun normalden %50 daha fazla yemesini sağlar ve bu arada şişmanlamasını önler. Haksız mıyım?” Herkes başını sallayarak onayladı.

“Minyatür dinozorlarımız da en az onun kadar aptaldır. Ama bugün, zeki bir sentetik yaşam formunu piyasaya sürüyoruz — gerçek boyutlu bir hizmetkâr-adam.

“Zekâya sahip, üstelik kontrollü bir zekâ bu. Gerçek bir insan beynine sahip bir varlık insanları ürkütebilirdi. Oysa hizmetkâr-adamımızın kafasının içinde küçük bir bilgisayar var.

“Gerçi piyasada mini-bilgisayar beyinlerine sahip mekanik modeller zaten var — yaşamayan plastik şeyler, süper oyuncaklar — ama biz bilgisayar devrelerini sentetik etle birleştirmeyi başardık.”

***

David odasındaki geniş pencerenin yanında oturuyor, elindeki kâğıt kalemle bir şeyler yazıyordu. Sıkıntılı görünüyordu. Sonunda yazmayı bıraktı ve kalemi yazı yazdığı sıranın üstünde yuvarlamaya başladı.

“Teddy!” dedi.

Teddy duvara bitişik yatağın üzerinde yatıyordu. Hareketli resimleri olan bir kitabın ve devasa plastik bir askerin altında.

“Teddy, aklıma yazacak hiçbir şey gelmiyor!”

Yataktan inen Teddy oğlanın kucağına tırmanmak üzere dimdik yürüdü. David onu yerden alarak masanın üzerine oturttu.

“Şimdiye kadar neler yazdın?”

“Şey—” Sıranın üzerinden kaldırdığı mektuba dik dik baktı. “Dedim ki, ‘Anneciğim, umarım şimdi iyisindir. Seni seviyorum…’”

Ayı konuşmaya başlayıncaya kadar uzun bir sessizlik oldu. “İyi görünüyor. Hadi in aşağıya, mektubu ona ver.”

Yine uzun bir sessizlik.

“Tam doğru yazamadım. Anlamayacak.”

Ayının beynindeki bilgisayar bütün olasılıkları gözden geçirdi. “Bunu neden boya kalemlerinle yeniden yazmıyorsun?”

David yanıt vermeyince, ayı soruyu tekrarladı. “Neden boya kalemleriyle yeniden yazmıyorsun?”

David pencereden dışarıya bakıyordu. “Teddy, ne düşündüğümü biliyor musun? Gerçek olan bir şeyle gerçek olmayan bir şeyi birbirinden nasıl ayırırsın?”

Ayı verebileceği yanıtları araştırdı. “Gerçek şeyler iyidir.”

“Zamanın iyi bir şey olup olmadığını merak ediyorum. Bence annem zamanı pek sevmiyor. Önceki gün, birçok gün önce, zamanın hiç geçmediğini söyledi. Zaman gerçek midir, Teddy?”

“Saatler zamanı söyler. Saatler gerçektir. Annenin saati var, o halde onları seviyor olmalı. Bileğinde bir saat var, telefon kadranının yanında.”

David mektubunun arkasına bir Jumbo jet çizmeye başladı. “Sen ve ben gerçeğiz, öyle değil mi, Teddy?”

Ayı göz kırpmadan oğlana bakıyordu. “Sen ve ben gerçeğiz, David.” İnsanları rahatlatma konusunda uzmanlaşmıştı.

***

Monica evin içinde volta atıyordu. Öğlen postası telefon hattından gelmek üzereydi. Bileğindeki kadrana postanenin numarasını tuşladı, ama hiçbir şey yoktu. Birkaç dakika daha beklemeliydi.

Tabloya devam edebilirdi. Ya da arkadaşlarını arayabilirdi. Ya da Henry eve gelene dek bekleyebilirdi. Ya da yukarı kata çıkıp David’le oynayabilirdi…

Yüreyerek odadan çıkıp, hole girdi. Oradan da merdivenlerin ilk basamağına yöneldi.

“David!”

Yanıt yok. Yeniden bağırdı. Tam üç kez.

“Teddy!” diye bağırdı, daha cırlak bir tonla.

“Evet, Anne!” Bir dakikalık bir bekleyişten sonra Teddy’nin altın tüylü başı merdivenin en üst basamağında belirdi.

“David odasında mı, Teddy?”

“David bahçeye çıktı, Anne.”

“Buraya gel, Teddy!”

Tüylü ayı kısa bacaklarıyla basamakları birer birer inerken kadın sabırla bekledi. Aşağı ulaştığında onu yerden aldı ve oturma odasına götürdü, kucağına yatırdı. Ayı, gözlerini kadına dikmişti. Kadın, oyuncağın motorunun en küçük kıpırtılarını bile hissedebiliyordu.

“Şimdi şuraya otur, Teddy. Seninle konuşmak istiyorum.” Ayıyı sehpanın üstüne oturttu. Ayıcık kendisinden beklendiği gibi hiç hareket etmedi. Kolları ileri doğru açılmış, kucaklama pozisyonu almıştı.

“Teddy, David bahçeye gittiğini bana söylemeni istedi mi senden?”

Ayının beyin devreleri böylesine karmaşık bir soru için fazla basitti. “Evet, Anne.”

“Yani bana yalan söyledin.”

“Evet, Anne.”

“Bana Anne deyip durma! Neden David benden kaçıyor? Benden korkmuyor, değil mi?”

“Hayır. Seni seviyor.”

“O halde neden onunla iletişim kuramıyoruz?”

“David üst katta.”

Bu yanıt kadını afallattı. Bu makineyle konuşarak neden vakit kaybediyordu ki? Neden yukarı çıkıp David’e sarılmıyor ve onunla konuşmuyordu? Tıpkı oğlunu seven bir annenin yapacağı gibi… Kadın, evdeki sessizliğin yükünü üzerinde hissetti. Her odadan kendine has bir sessizlik akıyordu. Üst katta, bir şey yavaşça hareket etmekteydi — David, ondan kaçıp saklanmaya çalışıyordu…..

***

Konuşmasının sonuna gelmek üzereydi. Dinleyiciler dikkat kesilmişti; yemek odasının iki duvarına dizilmiş olan basın mensupları da öyle. Henry’nin her sözünü kaydediyor, ara sıra fotoğrafını çekiyorlardı.

“Hizmetkâr-adamımız birçok anlamda bilgisayarların eseri sayılır. Bilgisayarlar olmadan sentetik etin yapılabilmesi için çözülmesi gereken karmaşık biyokimya sorunlarının üstesinden gelemezdik. Hizmetkâr, aynı zamanda bilgisayarların bir uzantısıdır—çünkü beyninde bir bilgisayar bulunacak, ev ortamında kaşılaşabileceği her türlü sorunu çözebilecek denli karmaşık mikro-küçültülmüş bir bilgisayar… Bazı sorunlar dışında, tabii.” Buna herkes güldü. Orada bulunanlar son zamanların en hararetli tartışmasından haberdardı. Synthank yönetim kurulu hizmetkâr-adamın üniformasının altında fazladan bir şey olmaması gerektiğine karar vermişti.

“Uygarlığımızın başarısına rağmen — evet, ve tabii ki aşırı nüfus artışının getirdiği sorunlara rağmen— milyonlarca insanın nasıl bir yalnızlık ve yalıtılmışlık içinde yaşadığını görmek üzücü. Hizmetkâr-adamımız yalnızlık çekenler için bir mutluluk kaynağı olacaktır: Sorulan her soruyu yanıtlayacak, en bayağı sohbetten bile sıkılmayacak biri…

“Gelecek için, daha başka modeller de planlıyoruz, dişi ve erkek modeller—içlerinden bazıları ilkinin sahip olduğu kısıtlamalara sahip olmayacak, söz veriyorum! — Tasarımı geliştirilmiş gerçek biyo-elektronik varlıklar olacak bunlar.

“Sadece kendi bilgisayarlarına sahip olmakla kalmayacaklar, bireysel programları da olacak; Global Veri Ağı’na bağlı olacaklar. Böylece herkesin evde kendi özel Einstein’ı olacak. Kişisel yalıtılmışlık duygusunu sonsuza değin hayatlarımızdan def ediyoruz!”

Hararetli alkışların arasında yerine oturdu. Hatta masada oturan ucuz giyimli sentetik adam bile mest olmuş bir şekilde alkışlıyordu.

***

David, çantasını sürükleyerek sessizce evin köşesini döndü. Oturma odasının penceresinin altındaki banka çıkıp dikkatli bir şekilde içeriye baktı.

Annesi odanın ortasında oturmuştu. Boş boş bakıyordu, yüzündeki ifadesizlik David’i ürküttü. Kadını büyülenmiş gibi izlemeye başladı. Hiç kımıldamıyordu; annesi de kımıldamıyordu. Zaman durmuş gibiydi, tıpkı bahçede durduğu gibi.

Sonunda kadın döndü ve odadan çıktı. Bir dakika bekledikten sonra David pencereye vurdu. Teddy etrafına bakındı, David’i gördü, masadan indi ve pencereye geldi. Beceriksiz pençelerinin uğraşı sonucunda pencereyi açmayı başardı.

Birbirlerine baktılar.

“Ben bir işe yaramıyorum, Teddy. Hadi kaçalım buradan!”

“Sen iyi bir çocuksun. Annen seni seviyor.”

David, yavaşça başını salladı. “Beni seviyorsa, neden onunla konuşamıyorum?”

“Aptallaşma, David. Anne yalnız. Onun için sana sahip oldu.”

“Ama onun kocası var. Benim kimsem yok. Sen hariç. Ben yalnızım.”

Teddy, oğlanın başını okşadı. “Kendini kötü hissediyorsan, yeniden psikiyatriste gitsen iyi olur.”

“O ihtiyar psikiyatristten nefret ediyorum — bana kendimi gerçek değilmişim gibi hissettiriyor.” David bahçede koşmaya başladı. Ayı, pencereden atlayıp, bodur bacaklarının izin verdiği kadar hızlı bir şekilde David’in peşinden koştu.

Monica Swinton üst kata çıkmıştı. Oğluna seslendikten sonra öylece kararsız bir şekilde bekledi. Sessizdi.

Masanın üstünde boya kalemleri duruyordu. Ani bir dürtüyle masanın üst kapağını açtı. İçinde düzinelerce kâğıt vardı. Pek çoğunun üzerinde David’in titrek el yazısı bulunuyordu, her bir harf farklı bir renge boyanmıştı. Notların hiç biri tamamlanmamıştı.

“Sevgili Anneciğim, Gerçekten nasılsın, beni de onun kadar seviyor musun?–”

“Sevgili Anneciğim, seni seviyorum ve babamı da seviyorum ve güneş parlıyor –”

“Sevgili canım Anneciğim, Teddy sana yazmama yardım ediyor. Seni ve Teddy’i seviyo–”

“Sevgili Anneciğim, senin tek ve biricik oğlun benim ve seni o kadar çok seviyorum ki bazen –”

“Canım Anneciğim, sen benim gerçekten annemsin ve Teddy’den nefret ediyorum –”

“Canım Annem, seni ne kadar sevdiğimi tahmin bile –”

“Canım Annem, ben senin küçük oğlunum, Teddy değil ve seni seviyorum ama Teddy –”

“Canım Annem, bu mektup sana seni ne kadar ne kadar çok öyle çok –”

Monica kâğıtları elinden düşürdü, ağlamaya başladı. Rengârenk mektuplar zemine yayıldı.

***

Henry Swinton eve giden eksprese bindiğinde keyfi yerindeydi, ara sıra yanındaki sentetik hizmetkâra bir iki kelime ediyordu. Hizmetkâr kibar ve kesin yanıtlar veriyordu, yanıtlarının tümü insan standartlarına göre her zaman konuyla ilgili olmasa bile…

Swinton ailesi şehrin en zengin mahallelerinden birinde oturuyordu. Daireleri yerden yarım kilometre yüksekteydi. Diğer apartmanların arasında yerleştirilmiş olan evlerinin penceresi yoktu; hiç kimse dışardaki aşırı kalabalık dünyayı görmek istemiyordu. Henry retina tarayıcıya bakarak kapının açılmasını sağladı, peşinde hizmetkârla içeri girdi.

İçeri girer girmez bitimsiz yaz mevsiminin güzel bahçesinde buldu kendini. Hologramın bu kadar küçük alanlarda böylesi büyük seraplar oluşturabilmesi inanılmazdı. Güllerin ve mor salkımların ardından ev görünüyordu; yanılsama mükemmeldi. İnsanı içeriye davet eden George dönemine ait bir saray.

“Beğendin mi?” diye sordu hizmetkâra.

“Güller ara sıra kara leke hastalığına tutulur.”

“Bu güller bütün kusurlara karşı garantilidir.”

“Biraz daha pahalıya mal olsa bile garantili ürünleri satın almak her zaman avantajlıdır.”

“Bilgi için sağol,” dedi Henry kuru bir şekilde. Sentetik yaşam biçimleri henüz on yaşında bile değildi. Eski mekanik androidler ise altmış yaşına merdiven dayamışlardı. Sistemdeki hatalar hala güncelleniyordu, her yıl biraz daha iyileşiyorlardı.

Kapıyı açarak Monica’ya seslendi.

Kadın oturma odasından çıktı ve doğruca kocasının kollarına atıldı. Onu dudaklarından ve yanaklarından tutkuyla öpmeye başladı. Henry şaşırmıştı.

Yüzüne bakmak için geri çekilince kadının güzelliği gözlerini kamaştırdı. Onu böyle heyecanlı görmeyeli aylar olmuştu. İçgüdüsel olarak kadına daha sıkı sarıldı.

“Sana ne oldu böyle, hayatım!”

“Henry! Henry — ah, canım, çok mutsuzdum … ama öğlen postası geldi ve  — asla inanmayacaksın ama! Ah, çok mükemmel!”

“Allah aşkına, kadın, nedir mükemmel olan?”

Henry, kadının elinde tuttuğu fakstaki başlığı görür gibi oldu, duvardaki alıcıdan yeni çıkmış, hala ıslak bir kağıt parçasıydı bu: Nüfus Bakanlığı. Ani bir şok ve umutla yüzündeki bütün kan çekiliverdi.

“Monica … ah … Kazandık deme bana!”

“Evet, sevgilim, evet, bu ayın çocuk piyangosunu biz kazandık! Artık bir çocuk yapabiliriz!”

Henry sevinçten bir çığlık attı. Birlikte odanın içinde dans ettiler. Aşırı nüfus baskısı yüzünden üreme sıkı bir şekilde kontrol ediliyordu. Doğum yapmak için devletin iznini almak gerekiyordu. Yıllar boyunca beklemişlerdi bu anı. Sevinç içinde delice çığlıklar atıp duruyorlardı.

Sonunda durdular. Odanın ortasında nefes nefese kalmış, birbirlerinin mutluluğuna gülüyorlardı. Çocuk odasından aşağıya indiğinde Monica odanın pencerelerini yeniden şeffaflaştırmış, dışarıdaki bahçenin görünmesini sağlamıştı. Yapay güneş ışığı bahçenin üstüne uzun altın ışıklarını gönderiyordu — ve orada David ve Teddy durmuş, pencereden onlara bakmaktaydılar.

O ikisinin yüzlerini görence Henry ve karısı hemen ciddileştiler.

“Onları ne yapacağız?” diye sordu Henry.

“Teddy sorun çıkarmaz. Hala iyi durumda.”

“David bozuldu mu?”

“Sözel iletişim merkezi bozulmuş. Sanırım fabrikaya dönmesi gerekiyor.”

“Tamam. Bebek doğuncaya kadar kalsınlar. Sonra duruma bakarız. Bu arada, aklıma geldi—sana bir sürprizim var: Tam ihtiyacın olduğunda sana yardım edecek bir şey! Salona gel de göstereyim.”

İki yetişkin odadan çıkınca oğlan ve ayı standart güllerin ardına oturdular.

“Teddy — Sanırım Anne ve Baba gerçekler, değil mi?”

“Aptalca sorular sorma, David,” dedi Teddy. “Kimse gerçeğin gerçekte ne olduğunu bilmez. Hadi içeri girelim.”

“Önce bir gül daha koparacağım!” Kopardığı pembe gülle birlikte eve girdiler. Uyurken yastığının üzerinde durabilirdi bu gül. Güzelliği ve yumuşaklığıyla ona annesini anımsatacaktı.

Çeviri: Sinan İpek

Yazar: Sinan İpek

Yazar, çizer, düşünür, öğrenir ve öğretmeye çalışır. Temel ilgi alanı Bilimkurgu yazarlığıdır. Bunun dışında Matematik, bilim, teknoloji, Astronomi, Fizik, Suluboya Resim, sanat, Edebiyat gibi konulara ilgisi vardır. Ara sıra sentezlediklerini yazı halinde evrene yollar. ODTÜ Matematik Bölümü mezunudur ve aşağıdaki başarılarıyla gurur duyar:TBD Bilimkurgu Öykü yarışmasında iki kez birincilik, 2. Engelliler Öykü yarışmasında birincilik, Ya Sonra Öykü Yarışması'nda finalist, Mimarlık Öyküleri Yarışması'nda finalist, 44. Antalya Altın Portakal Belgesel Film Yarışmasında finalist. Ithaki yayınları Pangea serisinin 5. üyesi "Beyin Kırıcı" adlı bir romanı var.

İlginizi Çekebilir

magara

Böcekleşmek | Hüseyin Şimşek (Kısa Öykü)

720449, seslendi: “Vidor… acele… et… tutamıyorum.” Vidor İmre, kaygısızca sarktığı yerden yanıtladı. “Geldim, bekle bir …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et