Yaşamak | Varlık Ergen (Kısa Öykü)

– Hoş geldiniz. Görüyorum ki bu seninle ilk buluşmamız. Nasıl hissediyorsun?

– Hoş bulduk. Evet, artık dayanacak gücüm kalmadı. Uykusuzluk beni öldürecek. İyi hissetmiyorum.

– Beslenmene dikkat ediyor musun? Protein haplarını ihmal etmediğini varsayıyorum.

– İhmal etmiyorum.

– Neden uyuyamadığınla başlayalım.

– Rüyalar ya da sanrılar. Siz söyleyin lütfen hangisi olduğunu.

Doktor, derin bir nefes alarak “hmm” sesi çıkardı, gözleri Kerem’i oracıkta parçalayabilecek bir akbabanınkine benziyordu. Genç ve güçlü bedeni adeta Ab-ı Hayat içmiş gibiydi. Kerem ise olduğundan daha yaşlı görünmesinin yanı sıra omuzları düşmüş, kendine güveni kaybolmuş bir müptelayı andırıyordu. Doktorun “hmm” tepkisi sonrasında oluşan sessizlik sözün yeniden Kerem’e geçtiği anlamına geliyordu. Kerem gönülsüzce boğazını temizledi ve konuşmaya başladı. Konuşurken durmadan tırnak diplerini kaşıyordu. Bunu da yeni huy edinmişti. Kerem, doktorun bakışlarının yolunmuş tırnak diplerine çevrildiğini anlayınca parmaklarını usulca yumruk yapar gibi kapatarak sakladı.

– Uyumaya çalıştığımda önce büyük yemek salonlarında gezindiğimi görüyorum. Zinde bir vücut ile birbirinden güzel yemeklere bakıyorum. Et yiyorum. Az pişmiş etin ağzımda dönüp duran o hali karşısında kendimden geçiyorum. Baharatla süslenmiş tavukların kokusunu içime çekiyorum. Birer ikişer saldırıyorum tavuklara. Hele ki tatlılar… Sonra aniden yavan bir gerçeğe uyanıyorum. Bomboş bir oda, bomboş bir mide. Uğultu her yanımdan beynime saldırıyor. Doymak istiyorum ve ağlamaya başlıyorum. Yatağımdan fırlıyorum sonra. Elimi yüzümü yıkayıp haplarımdan alıyorum. Üzerinde biftek, yumurta, peynir resmi olanlardan hani. Sonra uyumayı tekrar deniyorum. Bu kez kapısını çaldığım ve evine girdiğim insanları görüyorum. Onların zayıf direnişlerini görüyorum, söylemek isteyip de söyleyemediklerini işitiyorum. Zihnimdeki bu kargaşa sürüp giderken uyanma saatim geliyor. Yine ve yeniden aynı güne uyanıyormuşum gibi hissediyorum. Çağrı cihazıma yüklenmiş görevleri yerine getirmem gerekiyor ve yine akşam oluyor. Bunaldım doktor. Sanırım ben savruluyorum.

Kerem’in esmer, kara kuru içler acısı hali doktorda en ufak bir merhamet belirtisi uyandırmadı. Doktor aynı sakinlikle ona bakıp gözlüğüne dokundu ve “hmm” dedi. Ardından notlar aldı. Bir süre doktorun bakışlarından kaçan Kerem, direnmeyi bıraktı ve yuvalarına gömülmüş gözlerini onunkilerle buluşturdu. Korkuyordu. Doktor, bu anı beklemişçesine konuşmaya başladı.

– Öncelikle, rahat olmanı tavsiye ediyorum. Yaşadıkların öyle büyük sorunlardan değil, dert etme. Biraz kafan karışmış, hepsi bu. Her insanın karşılaşabileceği türden şeyler yani. Çaresi basit. Buradan ayrıldığında sorunların da bitmiş olacak. Küresel kıtlık baş gösterdiğinde, şükürler olsun ki, teknolojimiz yapay besinlerle idare etmemize olanak kıldı. Milyonlarca insan tıpkı senin gibi yaşıyor, senin gibi besleniyor. Bunda abartılacak bir şey yok. Gelelim zihninde dönüp duran şu bozuk düşüncelere.

– Bozuk mu?

– Elbette bozuk. Öyle olmasalardı buraya kadar zahmet etmezdin değil mi?

Doktor azarlamaya başlamıştı. Sesindeki otoriteye boyun eğmemek mümkün değildi. Dudaklarından dökülen her bir kelime adeta birer kurşun gibi saplanıyordu Kerem’in böğrüne. Utana sıkıla aklından geçenleri bir çırpıda ortaya bıraktı:  Söylesene doktor, nasıl besleniyorsunuz? Rüyalarımdaki gibi mi?

– Bu soruya normalde yanıt vermeyiz ancak nasılsa buradan çıktığında hiçbir şey hatırlamayacağın için söyleyeyim; evet. Zaman zaman gerçek et ve gerçek tahıl tüketiyoruz. Doğruyu söylemek gerekirse tatları tahmin ettiğinden çok daha iyi. Neyse, biz asıl konumuza geçelim. Hadi şimdi bu düşüncelerinin kaynağına inelim. İşlerin buraya kadar gelmesinin sebebi iş yerinde yaşanan fısıltılaşma mı yoksa..?

Beyaz odanın beyaz masası; doktorun beyaz teni, beyaz kıyafeti, beyaz sütyen askısı, beyaz kahve kupası ve hatta köşedeki bitkinin beyaz çiçekleri… Kerem, nefes almakta zorlanmaya başlamıştı. Doktorun arkasındaki pencereden içeriye sızan gün ışığı odayı ve doktoru ruhani bir varlığa dönüştürmüştü.  Kımıldamaya başlamış olan eşyalar, çeşitli renk oyunları ile onun aklını çelmeye çalışıyorlardı.

“Kimse bir şey demiyor. Kendiliğinden oluyor,” dedi kekeleyerek. Gözlerini doktordan kaçırmıştı yine. Yara bere içinde kalmış kirli ellerine ve eskimiş postallarına bakıyordu.

Doktor, aynı kararlılıkta keskin gözleri ile Kerem’i ezmeye devam ederken “hmm” dedi ve not aldı. Son zamanlarda buna benzer vaka sayılarında artış gözlemleniyordu. “Kolektif Bilinç Vakası” diye de not düşmeyi ihmal etmedi hologramdaki dosyaya. Tek tük yaşanan sorunlar önemli değildi. Ancak Kolektif Bilinç Vakalarının artması ihtimali kabul edilebilecek bir durum değildi. Disosiasyon Müdahalelerinin etraflıca gözden geçirilmesi gerekiyordu. Aksi halde yaşanacak kaos çekilmez olurdu ve buna asla müsaade edilemezdi.

– Beslenme programını değiştirdim Kerem. Gerekli bilgileri sisteme yükledim, çıkışta bunları tedarik et ve eski programın haplarını yarın buraya getir. Şimdi önündeki sehpada duran ilacı al ve iç. Sonrasında tüm sorunların kaybolup gidecek. Geceleri ise bebekler gibi uyuyacaksın. Öğün atlamak yok, anlaştık mı?

Kerem belli belirsiz bir sesle onu onayladı ve söyleneni yaptı, öğün atlaması mümkün değildi. Bu onu hasta ederdi, onlara ihtiyacı vardı. Üzerinde çok düşünmeden küçük kapta bulunan hapı aldı ve yuttu. Sonrasında doktora teşekkür edip “İzninizle ayrılmadan önce son bir soru sorabilir miyim?” dedi.

Kerem, doktorun oflamayla karışık “Sor,” yanıtını alır almaz bir çırpıda soruverdi.

– Gerçekten de yaşlı mısınız? Yani bizlere göre.

Doktor artık bir insanla değil de bir böcekle ilgileniyormuş gibi tiksinti ile bakmaya başlamıştı. İlacın etkisine olan güveni ile arkasına yaslandı ve “Evet,” dedi.

– Söylesene doktor, kaç farklı beden kullanıyorsun?

– Şu anda üç. Bir tanesi burada seninle çoktan bitmiş olması gereken seansı sürdürüyor, diğeri Mars’taki villamızın havuzunda oğlumla şampanya içip ailemizin geleceği hakkında planlar yapıyor ve sonuncusu ise evimin yatak odasında bir dizi yaşam destek ünitesine bağlanmış bir şekilde hareketsiz yatıyor.

– Evdeki? O, patron oluyor değil mi?

Bu soruya hazırlıksız yakalanan doktor hızlıca not aldı ve elde ettiği bu yeni bilgiyi meslektaşları ile anında paylaştı. Anlaşılan o ki Kolektif Bilinç, gün geçtikçe daha da tehlikeli olmaya başlıyordu. Kısa bir süre bu konuyu düşünen Doktor, “Tüm bu işleri o organize ediyor, evet. Bu konu hakkında ne biliyorsun?” dedi.

– Hiçbir şey. İçimden bir ses yedek bedenlerinizin olduğunu ve bizlerden daha uzun yaşadığınızı söylüyor.

– Yedek bedenlerimiz yok. Aynı anda birden fazla bedende yaşıyoruz. Bunu anlaman mümkün değil. Bizler zamana hükmediyoruz ve onun kıymetini kutsuyoruz. Evdeki bedenimi daha genç bir bedenle değiştirebilirim elbette ancak bu işlere senin kafan basmaz. Ona Kıdemli Beden diyoruz. Tüm deneyimler, diğerlerine doğru ondan akar ve diğer bedenleri o yönetir. Ondan şu anda vazgeçmeye hiç gerek yok, zamanı geldiğinde onun seçeceği başka bir beden kıdemli olur. Neyse bu kadar gevezelik yeter. Şimdi çıkabilirsin.

Bu bir rica değildi. Kerem için seans sona ermişti. Doktor “Takip edilmeli,” notu ile durumu ilgili kurumlara iletip arkasına yaslandı.  Kerem koridorları hızla geçerken zihninde oluşan girdapları hissetmeye başladı. Tüm bildikleri acımasızca öğütülüyordu. Aldığı ilaç etkisini gösteriyordu. Yeni beslenme programına uygun hapları alarak Onarılma Binası’nı terk ettiği anda parmaklarını boğazına soktu ve kusmaya başladı. Konuştuklarını ve hissettiklerini unutmak istemiyordu. O, gerçeği arıyordu. Şimdi daha iyi anlıyordu, şüphelerinde haklı çıkmıştı. Toplum üç sınıfa ayrılmıştı, söylentiler doğruydu: Seçkinler, Ortadakiler ve Aşağıdakiler. Seçkinler ve Aşağıdakiler hallerinden memnundu. Ortadakiler ise zaman zaman sorun yaşayan kimseler oluyordu ve onlar da sistem tarafından onarılıyordu. Başka da bir sorun yaşanmıyordu. Kerem, Seçkinler daha iyi bir hayat yaşasın diye çırpınan bir orta insanıydı, artık bundan emindi. Onun gibiler, tek bir bedenle tek bir hayat yaşıyorlardı. Yaklaşık elli yıl süren hayatları Aşağıdakilere göre uzun bile sayılabilirdi, Kerem’e göre Aşağıdakiler bir vardı bir yoktu ve domuz gibi çoğalıyorlardı. İşin garip tarafı, kendini bildi bileli bu insanlardan sebepsiz yere nefret ediyordu.

Kim olması gerektiğine kimin karar verdiğini düşünüyorken çağrı cihazına gelen mesaja dikkat kesildi. Yeni bir “Onarım” işi vardı. Az ileride bulunan motosikletine bindi, temiz ve gösterişli caddeleri arkasında bırakarak belirtilen adrese doğru ilerledi. Bu kez Aşağıdakilerin bölgesindeydi; kirli, gelişigüzel sıralanmış binaların gölgesinde bir süre bekledi ve etrafına bakındı. Sanki bu bölgeye ilk kez geliyordu. “Çürümenin rengi,” diye fısıldadı. Ne demek istediğini pek anlayamasa da bu kelimeleri birkaç kez daha tekrar etti. Buralarda böyle olaylar çok sık yaşanmazdı, o genellikle kendi sınıfından kimselerin evlerini ziyaret ederdi. İçini bir heyecan dalgası sardı. Merdivenleri birer ikişer çıkarken apartmana hâkim olan kötü kokunun kaynağı hakkında kafa yordu; kusmuk, idrar, dışkı ve daha birçok şey olabilirdi. Şimdiye kadar bu kokuları algılamadığına şaşırmıştı. Her yer, tüm bölge; kahverenginin ve grinin solmuş tonlarına bezenmişti. Seçkinlerin dünyasındaki o arı renkler yitip gitmişti buradan. Bunu ilk kez fark ediyordu. İnsanların böylesine sefil şartlarda nasıl hayatta kalabildikleri üzerine kafa yordu. Üstelik her gün işe gitmeleri ve onlardan beklenen tüm görevleri de yerine getirmeleri gerekiyordu.

Kapıyı birkaç kez hafifçe tıklattı. Alışkanlık edinmişti, zil kullanmıyordu. Kapı açıldı ve karşısında adeta ruhu bedeninden çekilmiş genç bir kadın buldu. Sorgusuz sualsiz içeri girdi, hazırlığa koyuldu, kadın evde tek başınaydı. Bu tür durumlarda karşılaştığı vakalar kendi iç dünyalarına öylesine dalmış oluyorlardı ki başlarına gelebilecek herhangi bir olayı umursamıyorlardı. Kerem oyuncağı andıran ve türlü kimyasal tepkimeler yaratacak olan ışıklı, süslü tabancasının namlusu ile işaret etti ve “Buraya gel,” dedi. Kadın itiraz etmeden onun önüne diz çöktü, gözlerini kapattı. Doktorun verdiği ilacı kusması fayda etmişti. Zihni açılmıştı ve düşünebiliyordu. Burada yaşanan şey gerçekti; bir film sahnesinden ya da sanrılı rüyalardan değildi. Onun ve hiç tanımadığı bu kadının hayatı şimdi ellerindeydi. Namluyu kadının şakağına bastırarak tahlil için tetiğe dokundu ve saniyeler içinde kadının “3. Derece” diye adlandırılan bir tür bozukluk yaşadığı bilgisini aldı. Silah kendiliğinden uygun dozda ilaç hazırlayarak kullanım için bekleme moduna geçmişken o, bu işlemi iptal etti. Bunun yerine birkaç ayarlama yaparak kadının şakağına bastırıp tetiğe yeniden bastı. Verdiği bu ilaç, kadının yaşadığı karmaşayı sonlandırdı.

Kadın heyecanla anlatmaya başladı, “Bir insana gerçekten dokunmayı, sevmeyi, sevişmeyi, temiz bir evde yaşamayı, çocuklarımın sağlıklı bir şekilde büyüdüğünü hayal ediyorum. Sabah uyandığımda sevdiğim adamı, çocuklarımın babasını dudaklarından öpmek istiyorum. Rüyalarımda gerçek yemeklerden yiyorum ve yumuşak misk kokulu yataklarda uyuyorum…” Adeta nefes almadan konuşan kadın, Kerem’in boşta kalan elini sımsıkı tutarak yanağına bastırmıştı. Anlatırken ağlıyordu. Bunlar mutluluk gözyaşlarıydı. Elmacık kemikleri içine çökmüş kadının saçları yağlanmıştı, vücudu ise kir ve yara ile kaplıydı. Kerem, ondan gelen kokuya güçlükle dayanırken “Vay anasını! Demek ki benim görevim buymuş, onları uyutmak. Ben bir Düş Bitirici’yim” diye geçirdi içinden. O ve hayatı önemsiz kadın, öylece bekleşip düşüncelere dalmışken kırılan kapının sesi ile irkildiler. Her ikisine de birer kurşun isabet etti. Komşular ne olduğunu sormadılar, meraklı kalabalık olmadı ve hiç kimse bu olay üzerine düşünmedi. Ceset torbasına dahi konulmadan sürüklenerek götürülüp bir kamyonetin kasasına atıldılar. Onlar hiç yaşamadılar.

Yazar: Varlık Ergen

sabaha karşı başlamış bir doğumun eseriyim_ cennet bahçelerinden düşenlerdenim bir de- parçalanmış benliklerimin gölgesinde bir bireymiş gibi yaşıyorum_ tuzlu suyun yakınlarında olmak şanslı kılıyor beni- #ModelEvren #Sinestezi #KaraDua #Matem varlikergen.com -yazar-okur-seslendirir-

İlginizi Çekebilir

robot

Aşkın | Sinan ‘C’ Güldal (Kısa Öykü)

Robotlar köşeye sıkışmıştı. Daha yukarı çıkabilmeleri gibi bir ihtimal -muhtemelen- söz konusu bile değildi, daha …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin