Ya Olmasaydı | Emre Bozkuş (Kısa Öykü)

Evin salonu adeta enkaz halindeydi. Her yanda boş içki şişeleri, sigara izmaritleri ve yoğun bir ter kokusu vardı. Göründüğü üzere parti çok hareketli geçmişti, klasik çatı katı partilerinde yapılacak her şey yapılmıştı. Ne yazık ki o ise gecenin sonunda bağlamdan kopuk halde, elinde yarısı boşalmış bir viski şişesiyle şehrin kalabalığını izlemekteydi. Sürekli bir yerden bir yere giden insanlar, arabalar ve onlara bir şeyler vaat eden neon tabelalar. Bunca şaşaanın ortasında kaldığı için kafese kapatılmış bir kuş gibi hissetti. Yıllardır devamlı bir koşturmaca içinde savrulup duruyordu. Öyle ki, bu monoton artık bitimsiz olduğu vehmini uyandırıyordu. Düşüncelerinden sıyrılmayı denedi, fakat alkolün etkisiyle düşünme yetisinin sekteye uğrayışını fark etti. Geriye dönüp, oturmaya karar verdi.

Plakların arasından eski bir plağı aldı ve oynatmaya başladı. Gençlik döneminde arkadaşlarıyla yaptıkları bu albüm zamanında epey ses getirmişti. Şimdiyse zamanın kadim dokunuşlarıyla birlikte klasik haline gelmiş, herkesçe biliniyordu… Albümün ilk şarkısının çalmasıyla uzun zamandır düşünmediği, unutmaya yüz tutan anıları aklına düşüverdi. Son günlerde kendisine sorulan ama pek de üzerine düşünmediği soruyu, arkadaşlarıyla yeniden çalışıp çalışmayacağı sorusunu yeniden düşündü. Güzel günlerdi, dolu dolu heyecanlar yaşandı ama nihayetinde bitti. Özgürleşmek, özgürlüğün sesi olmak ve aşkın hazzını gönlünce yaşamak için zincirlerinden kurtulmak şarttı! Oysa…

Oysaki hayat sen planlar yapmakla meşgulken başına gelen şeylerdir. Salonun loş karanlığı bir anda aydınlandı. Anlık refleksle gözlerini koluyla kapattı ve ışığa doğru bakmaya çalıştı; fakat görebildiği tek şey yaklaştıkça hatları belirginleşen bir UFO’ydu. Usulca balkona doğru süzülerek indi. Ardından gürültüyle kapıları açıldı. Metalik sesi duyduğunda birkaç adım geriledi, gerildiğini hissetmişti. Fakat tüm gerilime rağmen UFO’dan inen sadece bir insandı. Yüzü net bir şekilde seçilemese de siluetini ayırt edebilmiş, kendisine doğru geldiğini görebilmişti. Yine de gördükleri karşısında şok olmuş, kıpırdamaya dahi cesaret edemiyordu. Bu nedenle akıllıca olanın çekimser kalarak ilk hamleyi karşıdan beklemek olduğunu düşündü. İyice yakınlaşan siluet balkon kapısı eşiğinde durdu. Birkaç saniye sessizlik… ardından ters vuran ışık nedeniyle yüzü seçilemese de sessizliği bozan o oldu:

“Merhaba Bay Lennon, rahatsız ettiğim için özür dilerim. Sizi ve Beatles’ı kurtarmaya geldim. Benimle gelir misiniz?” dedi ve birkaç adım öne atarak ışığı kesti. Böylelikle yüzü seçilir olduğunda John Lennon şok içindeydi, karşısında kendisi durmaktaydı.

John, içinde bulunduğu durum karşısında nasıl bir tepki vermesi gerektiğini kestiremiyordu. O an aklına gelen tek şeyi çare olarak gördü ve öfkeyle çıkıştı:

“Dalga mı geçiyorsunuz? Ne ölümü ne kurtarması! Ayrıca nasıl oluyor da bana benziyorsunuz, kimsiniz siz, şayet devletin yeni bir sorgulama yöntemiyse artık cidden tepemin tası atacak!”

“Sus da dinle beni. Ne herhangi bir resmi kurumun ne de herhangi bir yetkilinin bu yolculuktan ve ziyaretten haberi var. Ayrıca sohbet için zamanım da yok. Aslında, en iyisi derdimi baştan anlatayım; lakin dikkatlice dinlemeli ve sözümü kesmemelisin, anlaştık mı? Ha bir de izninle şöyle oturabilir miyim?”

Boş alkol şişelerini eliyle iteledi, rahatça oturdu. John ise hem şaşkınlık içinde hem de yaşadığı emrivakinin kızgınlığı içindeydi.

“Eve girerken izin istemediğinize göre, otururken izin istemenizin de pek bir anlamı olduğunu sanmıyorum. Yine de buyur etmek gerekir, oturun lütfen.”

“Bırak şu havalı İngiliz çocuğu ukalalığını, karşıma geç de dinle. Buraya 2025 yılından geliyorum ve gördüğün üzere senin daha yaşlı bir halinden ibaretim. İbaretim diyorum çünkü senden az değilim ama yaşadığım kadarıyla fazlayım. Yani, siz denen saçmalığı da bırak artık, o giriş faslında kaldı. Buraya gelme sebebim dünya üzerinde kurulu gizli topluluğa seni katılmak üzere götürmektir. Var mı herhangi bir sorun?”

Sesinde gergin ama kararlı bir ses tınlıyordu, John ise sakin ama alışıldık alaycılığıyla,

“Bunun şaka olmadığını ve parlak deri kıyafetler giymediğine göre uzaylı olmadığını varsayarsak; tam olarak nedir bu bahsi geçen topluluk?”

“Parlak deri kıyafetler mi? 70’ler hatırladığımdan da kötüymüş. Neyse, kurucumuz olan Önder Fehim’in gençlik hayali, büyük sanatçıların ölümlerini önlemek ve onlara ölümsüz bir hayat sunmaktı. Bunun için teknik ve maddi anlamda büyük bir hazırlık yaptı. 1965 yılında ise üyelerini toplamaya başladı. Yani 60 yıldır var olan ama varlığına dair tek bir kanıt bulunmayan derneğimiz, Diri Ozanlar Derneği adına buradayım.

“Diri Ozanlar Derneği mi? Telif sorunu oldu sanırım.”

“Böyle devam edersen diğer topluluğa naklini ayarlayabilirim.”

“Tamam yahu kızma, yani diyorsun ki 65’ten sonra ölen tüm sanatçılar halen yaşıyor, doğru mu anlamışım?”

“Yalnızca bu zahmete değecek kalitede sanatçılara aramıza katılmaları davetinde bulunuyoruz. Aksi halde takdir edersin ki istenilen seviyenin altında kalır, misyonumuzu yerine getiremeyiz.”

“Neden yalnızca 65 sonrası, zaman yolculuğu imkanıyla tüm insanlık tarihine uzanacak bir yolculuk planı hazırlayamaz mısınız?”

“Zamanda geriye yolculuk mümkün değil aslına bakarsan. Fakat 1965 yılından itibaren tüm dünyayı plak gibi kaydeden kocaman bir makine düşün ve sen plağın içinden istediğini alıyorsun. Yani parça-bütün ilişkisi. Bunun nasılını ise ne sen sor ne de ben söyleyebilirim.”

“Peki, benden istediğin tam olarak nedir?

Alaycılığının yerini şaşkın ve meraklı bir ifade alınca, niyetini açma vaktinin geldiğini anladı.

“Benimle gelmen ve yolculuğa çıkman gerekiyor.”

“Nereye geleceğe mi?”

“Lütfen o konuyu düşünme, yalnızca beni takip et olur mu?”

“Pekâlâ, daha çılgınca ne olabilir ki sanki…”

Keşke daha çılgınca ne olabilir demeden önce bir kere daha düşünseydim…

“Şu gördüğün binanın önünde öleceksin. İhtiyacımız olan ise tam olarak bu.”

UFO’nun cam gövdesi saydamlaşmış, dışarıda var olan her şey net bir şekilde görülebiliyordu. Binadan yüksek fakat belirli bir mesafede durmuşlardı. John iyice süzdü, düşündü, cevabını öyle verdi.

“Ne için ihtiyacımız olan ne yapacağız?”

“Aramıza katılman konusundaki teklifimi resmi olarak yapmak üzereyim” dedi ama John sabırsızlıkla sözünü keserek,

“Şu an karşımda yaşlı halim duruyor, bir UFO’nun içindeyim ve geleceğe geldiğimizi söylüyorsun; önce bunları konuşsak daha iyi olmaz mı sence de?”

“Haklısın genç adam ama her şeyin sırası var, lütfen bana güven. Şimdi seninle birlikte dışarı çıkacağız ve biraz dolaşacağız. Yolculuğun sonunda ise kararını vereceksin.”

“Gerçekten halen alkolün etkisiyle sızdım mı diye düşünürken nasıl tepki vereceğimi bilemiyorum. Bu durumda genelde nasıl tepkiler alıyorsunuz?”

“Konsey üyeleri, böyle durumlarda kişilerin neyi tercih ettiklerini ya da edeceklerini bilmesinin adil olacağı kanısında. Şayet istersen, ilgili protokolü başlatabiliriz.

“Konseyden bahsetmiştin en başta. Orada kimler var?”

L’nin yüzünde meraklı bir ifade oluşunca, elçi de sır vermek istercesine yanına sokuldu;

“Aslında bu bilgiyi paylaşmam şu aşamada yasak ama yabancı değilsin, sana iltimasta bulunacağım” dedi ve gözlerinin içi parlayarak konuşmaya devam etti. “Çok fazla isim veremesem de bizatihi ricacı olan ve bu konuyu birebir ilgiyle takip eden kişilerden biri Freddie Mercury.”

“Freddie Mercury mi, o kim? İsmini ilk defa duydum.”

“Yakında duyarsın emin ol, kendisi de bizim büyük bir hayranımız. Fakat bir konuda eminim ki tanıştığında karşında bulduğun kişinin samimiyetine hayran olacaksın. Şimdi herkese yapıldığı üzere sana da yaşam çizginden birkaç parça sunacağım. Böylece karşılaştırma imkanına sahip olarak, neyi seçtiğini bileceksin. En muhtemel sonuçlardan oluşturulmuş bir kader projeksiyonu ya da diğer ismiyle, Kadervizör.”

“Pekâlâ, deneyelim bakalım.”

“Hay hay, lütfen şu bilekliği tak ve biraz daha yakınımda dur, yolculuğumuz uzun zaman alacak!”

***

UFO’dan indiklerinde çevrede gündüz olması dışında çok da büyük bir fark görememişti. Binalar yerli yerinde, hayat aynı sıradan akışı içinde ilerlemekteydi. Fakat yine de ne olacağı merakıyla peşine takıldı. Ara sokaklardan çıktılar, cadde boyu dükkanların vitrinlerini inceleyerek ilerlediler. Değişimi o zaman fark etmeye başladı, onca yılda teknolojik araçların değişimi karşısında afalladı. Ev sahibi de yerden aldığı günlük bir gazeteyi yerden alarak uzattı. Kapağındaki hareketli resimde kendisi vardı, ölüm yıldönümünde saygıyla anılmaktaydı. İnsanları ve çevreyi gözlemleyerek cadde boyunca yürümeye devam ettiler.

Yürüyüşün sonunda köşe başında bulunan bir müzik dükkanına girdiler. Bu sırada L., gazetede tarih kısmına bakıyordu. 8 Aralık 2025 tarihine gelmişlerdi. Tüm süreci kendi birebir tanıklığıyla yaşamasına rağmen içinde tuhaf bir reddediş hissetti. Dükkâna girdiklerinde yoğun olmasa da hatırı sayılır bir kalabalık vardı. Onların yanından geçiyorlardı ama kimse kendisini tanımıyordu. Plaklar yine yerlerini muhafaza ediyorlardı fakat incecik televizyonların, gürültülü minik telefonların ve apaçık bir ütopya ikliminin göbeğinde kendisini Guliver gibi hissetti. Duvardaki büyük ekranda yine kendi görüntüsü dönüyor, kendi şarkıları çalıyordu. Başka bir ekrandaysa yeni çıkan albümlerin tanıtımı vardı. Yine de bunca şeyin arasında onu asıl şaşırtan alakasız bir detaydı; yanından geçen onca insan dönüp yüzüne dahi bakmıyordu.

Afalladığını fark eden ev sahibi o an konuşmaya girdi:

“Evet biliyorum, neden bizi tanımadıklarını merak ediyorsun.”

“Bunca şeyin arasında aklıma gelmedi desem yalan olur, sanırım yüzümden anladın… Yahu bu nasıl bir çılgınlık, çoğu şeyin ne olduğunu anlayamadan bakıyorum. Ama evet, neden bana bakmıyorlar? Her tarafta ben varım sonuçta…”

“Teknoloji her geçen gün daha da hızlı ilerliyor. Gördüğüm kadarıyla bunun şaşkınlığı ve hayreti içindesin, yadırgamıyorum elbette ama bu durum sadece işimizin bir parçası. Lütfen duvarda asılı aynaya bak ve bana ne düşündüğünü söyle.” Aynaya bakan John, karşısında bambaşka bir insan buldu. Tombul, sarı saçlı bir genç; aynada başkasıyla bakışıyormuş gibi hissetti.

“Bu nasıl mümkün olabilir?”

“Taktığın bileklik görünümünü manipüle ederek olası aksiliklere bağlı uzay-zaman bozulmalarını önlüyor.”

“Ama sen aynısın, seni tanımıyorlar mı?”

“Aynı değilim” dedi ve kazağının kolunu sıyırarak bileğinde takılı bilekliği gösterdi. “Yalnızca sen benim bu halimi görüyorsun, eğer yeniden aynaya ama benim aksime bakarsan fark edeceksin.”

Haklıydı, esmer, tıfıl bir adam görmekteydi. Aklı karıştı ve olanları idrak etmeye çalışır halde suskunlaştı; İhtiyar Lennon ise yeniden devreye girerek,

“Kafanın karışması, şaşırman normal. İstersen bu 50 yılda olanları özetlemek isterim” dedi ve koridor boyunca ilerlemeye devam etti. L. ise, “Her gün zamanda seyahat etmediğimden biraz jet-lag yaşıyorum sanırım, lütfen devam et” diyerek etrafını incelemeye, takip etmeye devam etti.

“Mizah anlayışına her daim hayran olmuşumdur.”

“Acaba neden!”

Gülüştüler ve ekranın önünde durdular.

“Kadervizör bu mu?”

“Evet, ta kendisi. Bu ekranın özelliği zamanın bilgisayarlarının tüm işlevini üstleniyor olması. Anlamanı beklemiyorum elbette, yine de burada tüm soruların cevaplarını bulacağımızı bilmelisin. Hazır mısın?”

Onayı alır almaz, ekrana dokundu ve biyografi klasöründen John Lennon dosyasını açtı. Önce ışıklar çıktı, John için bir ilkti bu an. Önlerinde orta ölçekte bir hologram oluştu ve güzel bir kadın figürü zarif şekilde anlatmaya başladı.

“John Winston Ono Lennon ya da bilinen adıyla John Lennon… Müzisyen, Ressam, Aktivist.  9 Ekim 1940 tarihinde İngiltere’nin Liverpool şehrinde dünyaya gelir. Küçük yaşta annesinin ve babasının boşanması ve onu terk etmesi sebebiyle, çocukluğu teyzesiyle eniştesinin yanında geçmiştir. Müziğe ise yıllar sonra yeniden kavuştuğu annesinden öğrendiği Banjo ile başlar. Oradan gitara geçer. Aynı dönemde The Beatles’ın diğer iki elemanı Sir Paul Mccartney ve George Harrison ile tanışmasıyla müzik hayatı da başlamış olur. The Quarrymen adlı grubu kuran bu gençlerin ortak özelliği ise özgürlük arayışlarıdır.

The Beatles’ı kurduklarındaysa aralarına Ringo Starr’ı alırlar ve zamanla dünyaca ünlü hale gelirler. Tüm bu başarıya rağmen 1970 yılında dağılırlar. John Lennon 1969 evlendiği Yoko Ono ile solo kariyerini devam ettirir. 1975 yılına kadar altı adet albüm yayımlar. 1975 yılında ise Yoko ile bir erkek çocuğu sahibi olurlar. Kendi doğum gününde oğlu Sean dünyaya gelir. Bu mutluluk verici olayın ardından John Lennon müzik kariyerine ara verir.

Ta ki 1979 yılının bir Sonbahar akşamı radyoda çalan şarkının içindeki müzik aşkını alevlendirdiği o ana kadar. Queen grubunun yeni tekli parçası Crazy Little Thing Called Love şarkısını duyunca yeniden stüdyo çalışmalarına başlar. Ve nihayetinde Kasım 1980 yılında Yoko ile ortak albümü Double Fantasy’yi yayımlar. Bu John Lennon’ın olgunluk döneminin başlangıcıdır.

Ne yazık ki, mutlulukları uzun sürmez. 8 Aralık 1980 tarihinde New York’ta kaldığı Dakota Binasının önünde uğradığı suikastla yaşamını yitirir. Olay yerinde elinde Çavdar Tarlasında Çocuklar adlı romanla yakalanan zanlı Mark David Chapman, eski bir Beatles hayranı olarak grubun dağılması sebebiyle bu cinayeti işlediğini söyler. Kendisi halen mahkûm olarak cezaevinde bulunmaktadır; John Lennon ise unutulmaz şarkıları, aktivist kişiliği ve milyonlarca hayranının sevgisiyle efsaneler arasında yerini almıştır.

Ekranda fotoğrafı belirdi ve aynı kadın sesi, “İzlemeye devam etmek için sürdür…”

Dokunmatik tuşa basarak hologramı kapattı. Genç John ise gözleri dolu dolu hologramdan arda kalan boşluğa bakmaktaydı. Kendi ölümünü duyan bir insan ne kadar iyi olursa o kadar iyi; çevresini boş bakışlarla süzüyordu. Sonra aniden;

“Walrus Paul idi, ölen ben oldum” dedi.

Etrafında dönerek Shakespeare oyunundaymış gibi tirat söylemeye başladı. Ah zalim kader, şu heybetli dağların yamaçlarına vuran gün ışığını bir daha göremeyecek miyim? Önümde doludizgin akan nehirlerin çırpınışlarını bedenimin her zerresinde duyumsayamayacak mıyım? Söylesene yarınım, ötekim; hangi ölüm paklar beni, nasıl bir ecel yeli savurur göklere aciz bedenimi…”

Selamını verdi ve alaycı ama duygulu bir ifadeyle önünde durdu. Ev sahibi ise bu mizah anlayışına alışkın olduğundan oyuna katılmayı yeğledi; nihayetinde acının ilacı belliydi.

“Ölümsüzlük suyunu arayan yüce keşişlerin yolu yurdumuza düşmüş; hangi bedbaht ruh bu yoldan geriye düşmüş; gel anlat derdini yol bilene, yolun açılsın sonsuzluğun ülkesine…”

O da selamını vererek, reverans etti. Yine de sözleri John’un aklında soruların oluşmasına sebep olmuştu.

“Reddetmezsem ne olacağını gördük; peki reddedersem ne olacak, hayatımın ne hale geleceğini görebiliyor muyuz?”

“Bunu görmek istediğine emin misin, gördüklerinin elbette acı yönleri olacak, şayet buna hazırsan işlemi başlatabiliriz.”

“Eminim, eğer karar vereceksem her ihtimali bilmem ve göz önüne almam gerekir.”

“O halde başlayalım” dedi, ardından yeniden açılan ekrandaki sürdür seçeneğine tıkladı. Hologramda bir seçenek daha belirdi: ‘Ya olmasaydı?’. Dokundu, geri çekildi. Anlık olarak ekran karardı, ardından aynı kadın yeniden konuşmaya başladı.

“Tarih 8 Aralık 1980, Yer New York Dakota Binası.

John Lennon ve Yoko Ono stüdyoda çalışmış, ardından bir restoranda akşam yemeği yemişlerdir. John günün sonunda eve dönerken, elinde stüdyodan aldığı boş plaklar ve aklında yeni fikirlerle capcanlıdır. Fakat içinde kötü bir his vardır, Yoko’ya söyleyemese de bunu çok derinden hisseder. Eve vardıklarında da önce Yoko iner, John ise onun peşi sıra yürür. Koridoru geçip binanın kapısına vardığında içindeki kötü hissin tecelli anı gelmiştir. Arkasından biri seslenir,

“Bay Lennon…”

Fakat bir polis Chapman’ın şüpheli davranışlarından kuşkulanır ve yaptığı müdahaleyle muhtemel bir cinayeti önler. Olayın ardından ülke ayağa kalkar. Herkes suikast girişimini konuşmaktadır. John Lennon ise eşinin ve dostlarının isteğiyle koruma ekibi tutar. Diğer yandan olayın etkisiyle bir araya gelen The Beatles üyeleri, hayatın kırılganlığı ve gerçekleri üzerine düşünme, konuşma fırsatı bulurlar. 1981 Şubat’ında da The Beatles birleşme kararı alır. Açıklamayı hep birlikte düzenledikleri bir basın toplantısıyla dünyaya duyururlar.

Yeni albüm aynı yılın Ekim ayında piyasaya sürülür: Revival of The Magical Mystery. 1967’de yayımlanan albümün adına atıfla aralarındaki sihirli uyuma ve iletişime gönderme yaparlar. Bu dönemde Paul Mccartney, Wings ile; John Lennon ise Plastic Ono Band ile çalışmaktadır fakat The Beatles artık tüm ailenin adıdır.

Yeni albümlerin kayıtları için stüdyoda yoğun mesai yapmaktadırlar. Önceki ayrılıkların aksine her şey iyi gitmektedir, lakin kara bulutlar dağılmamaya kararlıdır. Yoko Ono kansere yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle hastaneye kaldırılır; konulan teşhis kanserdir. Bu John için yıkıcı bir haberdir. Tedavinin takibi için müziğe ara verse de Yoko’yu kurtaramaz. 14 Şubat 1982’de Meme Kanserinden hayata gözlerini yumar. John ise müziği bırakarak inzivaya çekilir… Yıllardır faal müzik hayatına son vermiş olan John Lennon, Halen Liverpool’da teyzesiyle büyüdüğü evde yaşamaktadır…”

Hologram kapandığında bu kez ortama sessizlik çökmüştü. Birlikte konuşmadan dükkândan çıktılar, caddede gerisingeri yürümeye başladılar. John nasıl hissettiğini tarif dahi edemiyordu. Göğsüne sanki dünyanın yükü çökmüştü, ağlayamıyordu, konuşamıyordu ama acısının yankısını tüm bedeninde duyumsuyordu. Arkadaşlarını düşündü yeniden, ailesini ve yıllar önce annesini bulduğunu sandığı günlerde yeniden kaybedişini…

Liverpool’un limanlarında özenle takip ettiği gemilerle gelen plakları; sinemada ilk kez bir Elvis filminde aklına düşen müzisyen olma isteğini; Hamburg’da çaldığı günlerden, Yoko ile özgürleştiği günlere…

UFO’nun yanına vardıklarında kararını çoktan vermişti.

“Evine hoş geldin John.”

Teşekkür ederim Paul, yeniden bir arada olmak çok güzel.”

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

nebula

Spinoza’nın Hayaleti | Varlık Ergen (Kısa Öykü)

Varsayım. Bu kelimeyi herhangi bir yerde herhangi bir insandan duymuşsundur. Hatta sen de sık sık …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et