Tüm o sıkı eğitimler, taktik çalışmalar bugün içindi. Ama böyle bir şeye hiçbir zaman hazır olamaz insan. Arap saçı kadar sıkı, balta girmemiş ormana helikopterle bırakılmıştık. Beş kişiydik. Eğitiminin tamamını beraber almış bir beşli. Tüfeklerimiz, pusulalar, bir harita, birkaç el bombası, bir de bıçaklarımızdan başka hiçbir şeyimiz yoktu. Böyle görevler için yetiştirilmiştik ama insan böyle bir şeye ne kadar hazır olabilirdi ki? İki kilometredir yürüyorduk bu vahşi ormanın içerisinde. Verilen koordinatlara doğru yürüyorduk ama sanki orman bizi çoktan yutmuş da kendini tekrar eden bir kabusun içine hapsetmiş gibiydi. Sanki her yer aynıydı: koskaca ağaç gövdeleri, yeşilin her tonunda yapraklar, koyu kahverengi toprak. Kafamı kaldırıp da bir şansla gökyüzünü görebildiğimde değişiyordu bu kontrast sadece. Sıcaklık insanı boğuyordu. Nerden geldiği belli olmayan kuş sesleri. Böceklerin kesilmeyen vızıltıları. Üstüme yapışan sinekleri tokatlamaktan tenim kıpkırmızı kesilmişti. Sanki her köşeden bir yılan, bir ölüm getiren çıkacak gibiydi. Eğer ölmeye çoktan hazır değilsen, böyle bir şeye de hazır olamazdın.
Kaçmaya çalıştığım şeyler getirmişti beni buraya. Ama tahmin edemediğim, onları da kendimle buraya sürüklediğimdi. Ve onlara yenilerini ekleyeceğim. Ne kadar bastırmaya, unutmaya çalışsam da sürekli zonklayan bir apse gibiler. Sağıma döndüğümde görev arkadaşımla göz göze geldik ve kendi düşüncelerimi onun bakışlarında gördüm. Göreve odaklan. Sessizlik içinde yürümeye devam ettik. Sıkı eğitimin, katı disiplinin yararı oluyordu belki. Kim bilir?
Samanlıkta iğne arıyorduk. Zemini iğnelerle kaplı bir samanlık. Bubi tuzaklarıyla dolu. Ama bunun için eğitilmiştik. Hayatta kalmak. Çünkü ölüm görev için nihaiydi. Planlara uymuyordu. Her adımımız dikkatli, her hareketimiz amaca göreydi. Korku bile amaca hizmet etmekteydi.
Bir elin havada yumruk olmasıyla durduk. Geçmişten başka bir yumruğu canlandırmıştı bu görüntü gözümde: Yatağın altından görebildiğim kadarıyla iki parmağı eksik yumruk, yalvarmalara çığlıklara aldırmadan inip inip kalkıyordu. Haritayı istedi yumruğun sahibi. Eğitimli gözleriyle bir pusulasına bir haritaya bakıyordu. Nerede olduğumuza dair bir fikri olduğunda tekrar harekete geçtik.
Bir rampanın yamacındaydık ve bir vızıltının kulağımın yanından uçup gittiğini duydum. Bir arının vızıltısı gibi. İşte başlamıştı. Uçuşan mermiler etimizi, kemiğimizi deşemeden yere çöktük. Dört bir yan vızıldıyor, yapraklar kıymıklar havada uçuşuyordu. Korkumuz renk değiştirdi. İnsan gözü neden yeşilin tonları diğer renklerinkinden daha iyi seçer? Çünkü diğer türlüsü ölümcüldür.
Belimdeki el bombasının pimini çekip yamacın tepesindeki yapraklarla bezeli hendeğe savurdum. Her şey anlıktı ve zihnim bir düşünceler havuzunun içinde yüzüyordu. Patlamayla havaya uçan bir kol gördüm. Tüfeğimi doğrulturken, önce babamın iki parmağı eksik yumruğu sonra da çocuk kollarından oluşmuş bir yığın gözümün önünde belirip kayboldu. Ne geçmiş geçmişte kalıyordu, ne gelecek seni özgürleştiriyordu. Babam bir hapishane deliğinde uyurken annemin bedeni çürüyor, aşı yapılmış çocuk kolları kesilip bir çukura atılıyordu. Zihnim bunlarla boğuşurken ekibimle beraber mermi yağıdırıyorduk çünkü talimlerde şartlandığımız buydu. Ve bunun sayesinde geçmişi unutamasak da, gelecekten kaygı duysak da çatışabiliyorduk.
Siper alarak yayılmış, doğru açıyı, doğru hedefi ararken birbirimizi koruyabileceğimizi sanıyorduk. Son geldiğinde, ayrıntılı planlarımızın ne kadar iyi eğitildiğimizin önemi kalmayacaktı. Çünkü kimse Son’u yenebilecek kadar iyi hazırlanamazdı. Bir daha göz göze gelemeyeceğim dostumun beyni suratıma yapıştığında tek bildiğim buydu. Biz bir kayıp vermiştik, onlar iki. Kazanıyor muyduk, yoksa kaybediyor mu? Belki ikisi de değildi.
Bir çalının arkasından takla atarak bir sonraki ağaca geçiyor, biten şarjörlerimizi değiştiriyorduk. Artık yüzlerini seçebilecek kadar yakındık düşmana. Bu adamlardı çocuklarının kollarını kesenler. Bunu yapmışlardı çünkü bizden gelen hiçbir şeyi istemiyorlardı. Ve ben bunu gördüğümde, o çukura yığılmış minik kolları gördüğümde ağlamıştım. Yaşlı bir kadın gibi ağlamıştım. Annemin suratının tanınmaz haldeki halini gördüğümdeki gibi.
Bir Aztek savaş maskesini andıran boyalı surat üzerime atladığında anneminkini antik galerime kaldırmak zorunda kaldım. Avucundaki obsidiyen bıçak neredeyse boğazımı deşecekti ama eğilip bundan kurtulmayı başardım. Ama eğilmek beni daha kötü bir pozisyona sokmuştu. Ne silahımı doğrultabilecek zaman vardı, ne direk kalbime doğru süzülen kemik saplı bıçağı durduracak. Son’u kabullenmekten başka yapılacak ne vardı?
Ama savaş boyasını kırmızıya boğan mermi sağ şakağından girdiğinde sımsıkı tuttuğu bıçak göğüs kafesimi çizip geçti. Ölü vücudun ağırlığı altından operasyon arkadaşımın bana uzanan eli yardımıyla çıktım. Son henüz benim için gelmemişti ama yerde yatan üç arkadaşım onun karanlık kollarına kavuşmuştu. Ve tabii düşmanımız da. Şimdi önemli olan gizli kulübeye sağ sağlim gimeyi başarıp, sinyal kodlarını ele geçirmekti. Büyük bir boşluk hissi içinde eğimi çıkıp aşağı gizlenmiş kulübeyle yüz yüze geldik. Her santimetreyi kareyi ölçüp biçerek ilerliyor, görünmeyen bir telin, toprağın altına gizlenmiş bir mayının üzerine basmamak için insanlık dışı bir dikkati altınca hisse dönüştürüyorduk. Şansın da yardımıyla külübenin içine girdiğimizde koca telsizlerin konuşlandığı masada aradığımız kodların olduğu dosya açık bir şekilde duruyordu. Tüfeğimi omzuma takıp dosyayı aldığımda zaman ve mekan sürekliliği durdu. Gözlerimin önünde beliren “ZAFER!” yazısıyla kendime gelip kafamdaki sanal gerçeklik maskesini çıkarttım.
Seyirciler müthiş bir coşkuyla kendilerinden geçerken takım arkadaşlarım üzerinde durduğum platformadan beni sırtlarına aldı. Turnuvayı kazanmıştık. Spikerler 2048 yılı VR-NAM simülasyonu dünya şampiyonasını kazandığımızı müthiş bir heyecanla anlatıyorlardı:
“Gerçekten müthiş bir karşılaşmaydı, finale yakışır şekilde. Bahar sezonunda kurulmuş bir takımın bu şekilde hızlı bir şekilde yükselip kupayı alması gerçekten şaşılacak bir başarı serüveni. İnanılmaz bir performans. Sadece savaş taktikleri, refleks ve askeri eğitim konusundaki yeteneklerini göstermek değil, böyle korkunç geçmişlere sahip karakterlerin kişiliklerine bürünüp psikolojik bir baskının altına girerek bunu yapabilmek herkesin harcı değil. Ama işte onlar bunu başardı ve tam yirmi beş milyon dolarlık ödülü ve kupayı kazandılar. İşte bu senenin şampiyonları, işte bu senenin birincileri!”
Üzerimize yağan konfetilerin ve ışık şöleninin arasında uzanıp kupayı aldık. Kaldırabildiğimiz kadar yukarı kaldırıp içimizdeki zafer sevincini atabilmek için zıp zıp zıplıyorduk. Koç-komutanımıza sarılıp öpüyor, başardığımız şeyin inanılmazlığını kavramaya çalışıyorduk. Tüm bunların, bu duyguların arasında tuhaf bir kopukluk hissettim. Bir zamanlar böyle bir insanın yaşamış olabileceği gerçeği… Aldığım dikkat arttırıcı ilaçlar ve simülasyonun sanal gerçekliği, zihnimin karanlık kısımlarından beni dürterken uzun bir tatile ihtiyacım olduğunu biliyordum.
Görsel: Kaynak