Valhalla’ya Gider İken | Ruhşen Doğan Nar (Kısa Öykü)

Murat Yıldırım’a

 “Rahmetli, keşke cami yaptırsaydı,” dedi Olcay, elindeki Oltu taşı tespihini hızlı hızlı çekerken. “Ya da Hacca gitseydi, mübarek…”

Abisi Evrim, “Babamızın alnı bir kere bile secdeye değmedi ki,” diyerek sigarasından derin bir nefes aldı. “Hayatı boyunca ne namaz kıldı ne de oruç tuttu. Gerçek, sağlam bir ateistti kendisi.”

“Tıpkı senin gibi, abi! Kitapsız, dinsiz ve imansızdı.” Olcay’ın çember sakallı, bıyıksız yüzünde, iki ateş parçası gibi parlıyordu gözleri.

Elindeki sigarayı öfkeyle yere atan Evrim, kardeşinin üstüne yürüdü: “Ne saçmalıyorsun lan sen? Babamın oğluyum işte, senin gibi yobaz değilim en azından. Senin o sakalını…”

Ablaları Aysen yine tam zamanında araya girdi: “Kesin tartışmayı be! Laf dalaşının ne yeri ne de zamanı. Başka zaman, istediğiniz kadar tartışırsınız. Şu önemli anı gönül rahatlığıyla, huzur içinde yaşayalım. Kafa ütülemeyin!”

Üç kardeş, uçsuz bucaksız çölün ortasında bir gökdelen gibi duran uzay roketine baktılar. Yüzlerce kişiyle birlikte izleme platformunda, roketin kalkışını bekliyorlardı. İki hafta önceki bekleyişleri boşa gitmişti; çünkü hesapta olmayan bir fırtına, fırlatışı imkansız hale getirmişti.

“Vasiyetinden önceden haberdar olsaydık, engellemek için bir şeyler yapardık en azından,” diyerek sessizliği bozdu Aysen, “Gerçi ne saçmalıyorum canım, biricik babamız inatçılığıyla meşhurdu. Yine bildiğini okurdu.” Evrim gülümseyerek, “Haklısın, inatçılığı ve marjinalliğiyle ünlüydü. Vasiyet olarak, bedeninin uzaya gönderilmesini istemesi de son marjinal eylemi oldu,” dedi. “Hakikatten, yine bizi şaşırtmayı başardı, rahmetli. Keşke, uzaya gönderileceğine, toprağa gömülseydi ve bir mezarı olsaydı. Bayramlarda mezarının başına gidip dua okurduk arkasından,” diyen Olcay’ı, kardeşleri onayladı.

Bu sırada, kalabalığın arasındaki yetkili, kel kafasını kaşıyarak kalabalıktan uzaklaştı. Bir süre, başını düzenli aralıklarla sallayarak telsizden birileriyle konuştu. Konuşması sona erir ermez, platforma geri dönüp kalabalığa İngilizce seslendi:

“Saygıdeğer misafirler, aldığım son rapora göre Valhalla kalkışa şu an itibariyle hazır. Hava koşulları müsait; roket ve mürettebatın kontrolleri tamam. Hiçbir sıkıntı yok. Birazdan geri sayım başlayacak. Lütfen, yerlerinizi alın ve tarihe tanıklık edin. Kameralarınızı ve telefonlarınızı hazır hale getirmeyi de unutmayın!”

Çöl sıcağında ter içinde kalan yetkili, İstiklal Marşı okutan beden eğitimi öğretmeni gibi geri sayımı başlattı. Tüm izleyiciler yüksek sesle, “Ten, nine, eight…” diye saymaya koyuldu. “Zero” denildikten iki saniye sonra, arkasından bir ateş ve duman bulutu çıkararak, uzay roketi havalandı. Eğimli bir açıyla yükselen roket, bir uçan balon gibi yükseldikçe küçüldü. Gözle seçilemeyecek kadar küçülene dek, üç kardeş pür dikkat izledi roketi.

Olcay, babasının arkasından Fatiha okuyup elini yüzüne sürdü. Evrim, içinde viski olan matarasını babasının şerefine gökyüzüne kaldırdı ve kafasına dikti. Aysen ise iki kardeşine de sarıldı ve hüngür hüngür ağladı.

***

Dünya’nın çekim gücünden kurtulan uzay mekiği, özel kargo bölümünü açtı ve yeryüzünden taşıdığı ölüleri uzaya fırlatmaya başladı. Altı yüz elli beş ölü beden, önceden ayarlanmış hedeflere doğru arka arkaya gönderildi. Ölülerin herhangi bir gezegene veya yıldıza çarpmaması için her birinin rotası özel olarak belirlenmişti. Üç kardeşin babası Hasan Pur da uzayın karanlık kollarına teslim edildi. Tüm yükünü sorunsuz bir şekilde boşaltan mekik, tekrar Dünya’ya yöneldi.

Ceset, uzayın zorlu koşullarına karşı, özel hazırlanmış, altın bir kaplama içindeydi. Altından bir firavun mumyasını anımsatıyordu. Uzayda binlerce yıl boyunca yol aldı Hasan. Dünya’da savaşlar, katliamlar, kıtlıklar, facialar, afetler, salgınlar oldu. İnsanlık çok şey yaşadı, çok şey kaybetti ve çok şey öğrendi. Ölü ise tüm bunlardan habersiz; kör, sağır ve dilsiz ilerlemeye devam etti.

Ta ki bir uzaylı gemisi, onu bulana dek! Evrendeki en nadir elementlerden biri olan altını arayıp bulma görevi verilmiş bir araştırma gemisi. Dikkatlice cesedin altın korumasını sıyırıp aldı ve Hasan’ın bedenini işe yaramaz bir şey olarak gördüğünden, bir kenara fırlattı.

Ceset, kabuğundan kurtuldu. Uzaylılar yüzünden, rotası değişen Hasan’ın donmuş bedeni yıllar yıllar sonra bir gezegene çarptı ve burada, Hasan’ın bedeni uzun bir süreç içerisinde yeni bir hayatın tohumunu attı.

Olcay, Evrim ve Aysen’in babası, hayata veda ettikten on binlerce yıl sonra, bir yaşam ağacı görevi görerek, sayısız canlının babası oldu.

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

kisa oyku

Kaplumbağalar ve İnsanlar | Erhan Yıldırım (Kısa Öykü)

Yaşaması için ilk kural neydi hakikaten? Su mu? Hava mı? Yoksa lezzetine bakmadan midesine tıkacağı …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin