unutulmus atalar oyku

Unutulmuş Atalar | Gökhan Karagül (Kısa Öykü)

“Tounegler oldukça yavaş hareket ederler. 6 bacaklı şişman gövdelerine bir adım attırmaları yaklaşık 6 saniye sürer. Ve neredeyse gün boyu yerlerinden hiç kıpırdamazlar. Bir öbek beyaz çalı üzümü gibi görünürler uzandıkları yerde. Bu kadar tembel bir canlının av olmayıp avcı yaşam sürmesi şaşırtıcıdır. Gerçi avlanan kendi değil, geniş ayaklarının sekizer parmağı arasına yerleşmiş hâlde yaşayan ve avın kokusunu ya da titreşimini aldığında otuz santimetre öteye kadar şimşek hızıyla saldırabilen ok solucanlarıdır. Touneglerin etrafa yaydığı koku, körüklü tavşanlar ve otgezerler için karşı konulmazdır. Bazen yenecek nefis ve kıtır kıtır çayır üzümü saplarının aroması, bazen de onlarla çiftleşmek için yanıp tutuşan dişilerin kokusu sandıkları o rayihaya kapılıp kendilerini amansız kaderlerine teslim etmek üzere touneglerin ayakları dibine yaklaştıklarında ok solucanlarının delici bir boru gibi ince, sivri vücutlarına hedef olurlar. Ok solucanları avın gövdesine girdiklerinde hem kanla beslenir, hem de avı felç edip vücut bütünlüğü parçalanmadan yumuşak bir hâle gelecek şekilde kemikleri bile jöleye çeviren bir madde salgılar. Touneglere kalan ise, ok solucanları işlerini bitirip yerlerine çekildikten sonra  yavaşça uzanıp avını ağzına götürmek, beyaz çalı üzümü gibi içi sulu hâle gelmiş eti şapırdatarak yemek ve bu ortakyaşamın keyfini sürmektir.”

Oralba’nın Av Mevsimi” adlı belgeselden.

***

İtiraf etmeliyim, acınası bir intikam alacaktım. Çünkü havasını hiç solumadığım, hiçbir yerine ayak basmadığım, çok uzun zaman önce unutulmuş atalarımın yaşadığı, bir hologramını bile görmediğim ötegezegenin ve hiçbir bağ hissetmediğim halkımın intikamı olacaktı bu. İntikamımın hedefindeki kişi önem sıralamasında ilk beş içinde bile değildi. Daha aşağılarda, belki on beşinci sıradaydı. Öyle de olsa bir hedefim vardı işte. Bu iyiydi, çünkü acınası bir intikam planı yapmaktan çok daha habis şeylerin zihnimi zehirleyip uykularımı öldürmesinden korkuyordum. Sadece bir gece deliksiz uyuyabilmek için acınası bir intikam almaktan, daha kötü şeyler yapabilecek duruma düşmekten çok korkuyordum. Planımı uygulayıp öç alma hazzını tattıktan sonra da… Eh o zaman zihin sağlığımı korumaktan çok daha önemli, hayati önceliklerim olacaktı muhtemelen. Beni hemen öldürmeyeceklerinden emindim. Bu intikamla ve benimle ilişkili olanlarla ilgili en ufak bilgi kırıntısını dahi almak isteyeceklerdi. Bunun için işkence etmezlerdi. Çok daha etkili yöntemleri olduğuna dair belirsiz söylentiler vardı. En azından bir süre hapsedileceğim açıktı.

Asimile edilmiş ve eritilmiş bir halktık biz, kelimenin tam anlamıyla eritilmiş. İsyancılarının, işe yaramaz denilenlerinin, cevhere ulaşmak için quonların dış tabakalarının eritildiği asit kazanlarına atıldığı bir halk. Ben sonunculardandım. Bana söylenen buydu, çünkü o son isyan girişiminden sonra halkımdan kimseyi görmemiştim. İsyana katılmadığım hâlde o kalabalığın içinde olmak suçlu bulunmama yetmişti. Halkımdan isyana karışmış olanların eritildiği asit kazanı şovunu izlemeye mecbur bırakıldıktan sonra, quon madenciliğinin yapıldığı adalardan birine sürgün edilmiştim.. Kısa sürede de görünmez olmuş ve bu sayede unutulmuştum, ölümüne yorgun madenci kölelerin arasında.

Bilgi hayattır derler, ama onlar bilginin aynı zamanda ölüm demek olduğunu çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden esir ettikleri halklarla ilgili her şeyi öğrenmeye hassas bir özen gösterirken, kendileri hakkında hiçbir şeyin öğrenilmemesi için çok güçlü savunmalar geliştirmişlerdi. Bilmedikleri bir söz daha vardı, çünkü ben uydurmuştum:

Bilgi öğrenilmek için her yolu dener, en tuhaf olanları bile.

Ben bu sözün ne kadar doğru olduğunu onlara gösterecektim. Unutulacak kadar görünmez olmak bazı kolaylıklar sağlıyor; girilmesi zor yerlere kolayca girebilmek gibi. Nöbetçileri atlatıp, maden adasının sal köprüyle bağlı olduğu komşu adaya nasıl ulaştığımı, adadaki morgda çalışan kör, sağır ve dilsiz ucubeden onların anatomileri ve fizyolojileri ile ilgili dosyayı nasıl aldığımı, onlar için kutsal şekil olan sekizgen prizma şeklinde yapılmış geniş tabut içinde basit bir memur olarak yaşayıp ölmüş bir korachtzulun cesedi ile adadan nasıl kaçtığımı, sekizgen gruplar hâlinde yerleştirilip, her sabah doğan kar beyazı parlaklığındaki, yüzeyi minik mor lekeciklerle kaplı elips güneşi selamlamaları sağlanan tabutların yerleştirildiği mezarlıktaki dağ yamacından adeta yuvarlanarak kaçıp, şimdi saklandığım yere nasıl geldiğimi uzun uzun anlatıp o hassas gözlerinizi yormayayım. İntikam fantezileri kuran tek ben değildim belli ki, anlamışsınızdır.

Madende halkımdan başkaları da vardı ama hiçbir zaman iki kölenin yan yana gelmesine izin verilmiyordu. Onlardan yardım aldığıma emindim, ama bir intikam planı yaptığımı nereden biliyorlardı? Asit kazanı gösterisi sırasında boğazımdan fışkıran o öfke çığlığına ben farkında olmadan gizli ses dilimizden bir intikam ve kararlılık tonu mu karışmıştı acaba? Bilemiyorum. Bana bu yardımları yapanları hiç görmedim. Kimse benimle konuşmadı. Anlamlı göz teması kuran biri bile olmadı. Neyi, ne zaman yapmam gerektiğini söyleyen mesajları, gizli dilimizin harfleriyle işaretlenmiş küçük ekmek parçaları üzerinde görüp anlıyor ve hemen yutuyordum ekmekleri. Bulduğum ilk mesaj gevşek karakterli nöbetçinin hangi gün nöbeti devralacağıydı. Son mesaj da saklanacağım tabutun ölü sahibinin adı.

Hızlı metabolizmalarına yetişebilmek için iki tane olan kalpleri, korachtzulların sert ve sivri boynuzlarla korunan omuzlarının içindeydi. Ölmeleri için bir kalbin durması yeterliydi neyse ki. O bir kalbin durmasını sağlayacak olan şey ok solucanlarındaydı. Sağ kolumun ilgili kaslarına zerk ettiğim, ok solucanlarının şimşek hızında avlarına atılmasını sağlayan enzimler sayesinde ben de hedefimin omzunu ve hemen altındaki kalbini parçalayacak o sıkı ve ölümcül hızdaki yumruğu atabilecektim. Tabii donukağaçların, gün ışığına çıkar çıkmaz kaya gibi sertleşen saydam özsuyunu, oldukça sert kemikli ve altı boğumlu üç kalın parmağımın tüm dış yüzeyine sürmeyi de unutmayarak. Başka bir silah kullanma şansım yoktu, çünkü onların olduğu yerlerde her zaman silah, zehir, ışın dedektörleri olurdu. Silah ben olmak zorundaydım. İntikam silahının vücudum olması gerektiğini o paketten çıkanlarla anlamıştım.

Silah olmam için gereken malzemeleri, saklandığım bataklık kovuğunda huzursuz ve delik deşik uykulardan uyandığım sabahlardan birinde yanı başımda bulunca çok şaşırmadığımı tahmin edersiniz. Paketin içinde on beşincinin, plazma yoğunlaştırıcı dev aynaların inşa edileceği alanı incelemeye geleceği günü ve saati, geçeceği yolu gösteren bir not ve küçük bir keseye konmuş bir miktar toz vardı. Kesenin üzerine bir kağıt iliştirilmişti. Üzerinde “Üçüncü düdük çaldığında hepsini köşe deliğine dök,” yazıyordu. Kağıtta yazanın ne anlama geldiğine dair bir fikrim yoktu henüz, ama intikam planımı gerçekleştirmeme yardım edecek biri ya da birileri daha olduğuna emindim artık. Bu bana cesaret mi vermeliydi yoksa planımın artık gizli olmayışından korkmalı mıydım bilmiyorum. Ama iğrenç koyu pusların sürekli etrafımda süzüldüğü, ağaçların bile toprakla temas etmekten tiksinirmiş gibi köklerini yere değil havaya uzattıkları bu gezegende daha fazla yaşamak istemediğimden emindim. Bu gezegenden kaçış şansımın olmadığından ve önünde sonunda yakalanacağımdan da.

İntikamımı alacağım günün öncesindeki gece deliksiz bir uyku çektim.

***

“Texhytra gezegenindeki kutup ormanlarının iç bölgeleri ilginç bir mantar türüne ev sahipliği yapar. Gezegen sakinlerinin bile varlıklarından emin olamadıkları, gizli bir yaşam sürme konusunda ısrarcı olan orman yerlileri bu mantara “şeytanın rüyası” derler. Havanlarda ezip toz hâline getirdikleri mantarı borularla avlarının yüzüne püskürtüp hareketsiz kılarlar. Bazen de kötü şaka yapmak istedikleri arkadaşlarının yiyecek ya da içeceğine katarlar. Mantara maruz kalan kişi kaskatı bir hâlde yığılır ve uzun bir süre korkunç kabuslar görür. Mantarın bir özelliği daha vardır. Metallerle temas ettiğinde kimyasal tepkimeye girip, temas ettiği metali kısa sürede eritebilecek yükseklikte bir sıcaklık üretir. Mantarın yerlilerce bilinmeyen bu özelliğini, geçimlerini sağlamak için gezegen yüzeyinde ayak basmadık yer bırakmayan korkusuz kaçakçıların kötü bir şans eseri keşfettiği söylenir.”

Ötegezegenlerin Sırları adlı kitaptan

***

“Düşünce Ekme: Korachtzullar için kendi ırklarından birini kendi elleriyle öldürmek imkansızdı. Genetik kodları bu şekilde yazılmıştı. Böyle bir niyetle davrandıklarında oluşan psikolojik şok, fiziksel ve ruhsal dengelerini uzun süre altüst ediyordu. Ne var ki öldürmek bazı hırsların tatmini için bazen en etkili ve hızlı olan yoldu. Hele korachtzul hiyerarşisi içinde alt basamaklardaysanız ve yukarı tırmanma hırsınızın önünde başka korachtzullar engel olarak duruyorsa, öldürmek bir ihtiyaçtı. Bu yüzden aracılar kullanma fikri doğdu: Zihinlerine düşünce ekilmiş köle suikastçiler ya da korachtzulların lisanındaki adıyla dragalar.

Bir draganın zihnine düşünce ekildiğinden haberi olmazdı elbette. Suikast düzenleyeceği korachtzul için zihninde bir intikam fikri ve planı gelişirdi. Genelde o korachtzulun, halkının yok edilişinin sorumlusu olduğu düşüncesi ekilirdi, bu düşüncenin tarihsel arkaplanı ile birlikte. Draga yavaş yavaş bu planı geliştirir, geliştirdikçe başarılı olacağına dair inancı artar ve şanslı tesadüflerle ya da kendisine yapılan gizli yardımlarla planını uygulayabilmesi için uygun koşullar bulurdu. Aslında tüm bu koşullar onun için ayarlanmış olurdu. Suikastin başarılı olması ve sonunda draganın ölmeyip sorgulanmak için hapsedilme ihtimali de düşünülerek, kaçış için gerekli malzemeler hazırlanırdı. Uygun bir zaman kollanarak hapisteki dragaya malzeme ulaştırılır ve kaçması sağlanırdı.

Dragaların suikastleri ve sonrasında kaçışları yüksek başarı şansına sahipti. Ancak bu kaçışın ardından yaşama şansları yoktu. Çünkü bir draga kullanılarak yapılmış olsa bile, korachtzulun bir başka korachtzulu öldürmesinin detaylarının araştırılması, konuşulması korachtzul toplumu için eziyet derecesinde bir utançtı. Draga kısa bir sürede bulunamazsa soruşturma sonlandırılır ve ölünün adı bir daha anılmazdı.”

Unutulmuş Atalar- Quark Bozunumu Fırtınası Öncesinde Yaşamış Uygarlıklar adlı kitabın, Korachtzul Medeniyeti bölümünden. 

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

gokcan sahin oyku

Kanayan Duvardaki Kelimeler | Gökcan Şahin (Kısa Öykü)

Burada ölümün rengi yeşil. Kokusu portakal, dokusu tuhaf. Elinizi belli bir yöne doğru sürterseniz yağ …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin