Umut | Gürkan Akpınar (Kısa Öykü)

Ilık ve sakin bir Cumartesi günü kızını erken bir saatte uyandırmak zorunda kalacağı için biraz tedirgindi İlkan, zira Ela’nın hoşlanmadığı şeylerden biri de buydu. Ancak ona getirdiği hediyenin, öfkesini kolayca dindirebileceğini de biliyordu. Yakın zamanda seri üretimine geçilen ve kısacık zaman içerisinde bile dünyanın pek çok yerinden sayısız olumlu yorum alan Arbha robotları nihayet Türkiye’ye de gelmişti. Elbette, 2027’ye girilen bu günlerde robotik teknolojisinin bu düzeye ancak ulaşılabilmiş olmasını, pek çokları gibi İlkan da ciddi bir gecikme olarak görüyordu. “Yıllar önce çıkmalıydı.” demekten alamıyordu kendini. Yine de bunu konuşmanın pek anlamı yoktu artık. Geç de olsa robotlar insan hayatına somut bir şekilde girmiş, evlere kadar gelmişti.

Kanunlarda suç olarak tanımlanan ya da insan sağlığına zararlı olduğu bilinen herhangi bir şeyi kesinlikle yapamayacak şekilde programlandığı ve basit düzeyde yapay zekâ ile taçlandırıldığı söylenen Arbha robotlarından her ne kadar günlük hayatı olabildiğince kolaylaştırmaları bekleniyor olsa da olağanüstü işler yapmaları da beklenmiyordu elbette. Nitekim İlkan’ın düşünceleri de farklı değildi, fakat yine de almıştı robotunu. Neredeyse iki araba parası vermişti ama buna değeceğine inanıyordu. Zira tekerlekli sandalyeye mahkûm olan Ela için fazlasıyla sıra dışı ve heyecan verici bir hediye olacaktı bu. Kızının teknolojiye ve bilim kurguya olan merakını da iyi bilen İlkan, doğum günü sabahına yetiştirebilmişti sürprizini.

Robota şimdilik sadece “robot” diyordu.Tabii ki bir ismi olacaktı ancak bu ismi Ela bulmalıydı. Salonun orta yerine,döner merdivenin kenarına gelen İlkan, basamakları çıkarken robotun hareketlerine de göz attı. Robot sanki sağ eliyle merdivenin kenarına tutunarak çıkıyor gibiydi fakat elini değdirmediğini, sadece avuç içi yere bakacak şekilde tuttuğunu fark etti. İstemsizce tebessüm etmişti, zira bazı şeyler matematiksel olabilirdi belki ama bu hareketin insanlardan kopyalandığı barizdi. İnsanlar düşme korkusu yüzünden bunu yapıyor olabilirdi tabii ama robotun çekincesi ne olabilirdi?

Kısa süre içinde Ela’nın odasının önüne geldiler. İlkan kapıyı üç kez çalıp kısa bir müddet bekledi. İçeriden Ela’nın sesi geldi, “Uyuyorum baba!”

İlkan oldukça neşeli bir ses tonuyla, “Çok sevineceğine emin olduğum bir sürprizim var, tatlım.” dedi, “Girebilir miyim?”

“Hayır.”

Ela bu defa da kolay ikna olacak gibi görünmüyordu. Gerçi her zamankinden daha sakin bir yanıt gelmişti, genelde öfkeyle bağırırdı. Israrın yararsız olacağını bilen İlkan, bir süre beklemeye karar verdi. Şöyle bir saat kadar oturduktan sonra şanslarını tekrar denemeleri daha iyi olabilirdi. Böylesine güzel bir güne Ela’nın bozulmuş morali ile başlamak istemiyordu İlkan.

Tekrar salona geldiler. Robotun gözü sağ piyanoya takıldı ki bunu İlkan da fark etti. Ancak robot ağır adımlarla divana oturdu. İlkan’ın aklı ise robotun piyanoya bakışında kalmıştı.“Çalabiliyor musun?” dedi.

“Evet.” dedi robot. İlkan, bu hızlı ve kısa cevaptan bile keyif almayı başarmıştı. Zira karşısında duran bir insan olsa, anlamamış gibi yapar, “Neyi?” derdi. Robotta ise bunu görmemişti. İyi şeylerin habercisiydi bu belli ki. Piyanoya baktı, sonra tekrar robota döndü, “Bir şeyler çalar mısın?” dedi.

“Nasıl bir şey istersiniz?”

“Klasik müzik işte, şöyle çok bilinenlerden bir tanesini çalabilirsin.”

Robot hafifçe tebessüm edip başıyla onayladı, sonra da yavaşça piyanonun başına geçti. Parmaklarını bir usta gibi tuşların üzerine koydu ve bir anda çalmaya başladı. Fakat İlkan daha ilk anlardan itibaren kaşlarını çatıp tebessüm etmekten alamadı kendini. Aslında robotun ne çalacağını tahmin etmesi gerekir dive elbette Rondo alla Turca’dan iyi bir başlangıç olamazdı. “Türkiye’ye gönderilen bir robotun başka ne çalmasını bekliyorduk ki?” diyerek gülümsedi. “Macaristan’a gidenler de Liszt’in meşhur rapsodisini çalıyordur herhalde.”

Piyanonun muhteşem sesi, Ela’yı yatağından kaldırmaya yetmişti. Zira ailesinin aksine piyanoyla ilgilenmeyi fazlasıyla seviyordu. Gözlüklerini takıp akülü tekerlekli sandalyesine bindi.Odadan çıkıp asansöre bindi. Asansör onu salona indirdi. Her saniye müziğe biraz daha yaklaşıyordu. Annesinin veya babasının piyano çaldığını düşündü ilk etapta, fakat onların bu konuda son derece amatör olduğunu biliyordu. O halde evde bir yabancı vardı ve kim olduğunu görmeliydi. Hemen salona girdi. İlkan Ela’yı görür görmez doğruldu ama bir şey söylemedi. Robot da Ela’nın geldiğini anlayıp başını çok hafif çevirdi ama hemen geri çekti ve çalmayı sürdürdü.Parçanın sonlarına yaklaşmıştı. Ela sessizce robotu dinlemeye devam etti. İlkan dikkatle kızını izliyor, vereceği tepkiyi merak ediyordu.

Yarım dakika kadar sonra parça bitti. Robot geriye dönüp Ela’ya baktı, “Günaydın.” dedi tebessüm ederek. Ela cevap veremedi, fazlasıyla şaşkındı. Karşısında duran şey pek de insana benzemiyordu çünkü. İlkan’a dönüp “Bu kim baba?” dedi.

İlkan yavaşça ayağa kalktı, “Doğum günü hediyen.” dedi tebessümle. Ela’ya doğru iki üç adım atıp bekledi.

Ela anlayamamıştı, kaşlarını çattı. “Nasıl yani?”

“O bir robot. Yani, henüz bir ismi yok tabii, şimdilik robot diyoruz. İsim işini sana bırakıyorum.”

Ela kısa süreli bir şokun ardından sevinçle sandalyesini babasına doğru sürdü. Neredeyse onu düşürecekti. İlkan güldü, “Dur, dur, sakin ol.” dedi.

“Sadece piyano çalmıyor, öyle değil mi?” dedi Ela, meraklı bakışlarla.

İlkan istemsizce güldü, “Hayır.”dedi, “Tabii ki hayır. Evde olmadığımız zamanlarda sana her konuda yardımcı olacak bir arkadaş o.”

Ela etrafına baktı, “Peki annem nerede?” dedi, “Yoksa robottan korktu mu?”

“Hayır tatlım, ne yazık ki annen bugün de nöbetçi.”

“Bugün doğum günüm ama.”

“Biliyorum, tatlım. İşini bitirir bitirmez bize katılacağını söyledi. Şu anda çok fazla hastası varmış, onları bırakıp gelemiyormuş.”

Ela cevap vermedi, alışık olmadığı bir durum değildi bu. Doktor bir anneye sahip olmanın güzellikleri olduğu gibi sıkıntıları da olabiliyordu. Gözlerini kapatıp başıyla onayladı. Robot İlkan’a döndü, “Bence Ela ve ben dışarı çıkıp biraz yürümeliyiz.” dedi, “Tabii siz de izin verirseniz.”

İlkan kısa süreli bir tereddüt yaşadı. Kızını, yeni aldığı bir robotla ilk günden dışarı yollama fikrine pek de sıcak bakmıyordu ama Ela araya girdi, “Bir şey olmaz baba.” dedi, “Biraz gezip gelelim, lütfen. Baksana, ne güzel çaldı.”

İlkan kaşlarını çatıp güldü, “Güzel piyano çalabiliyorsa ona güvenebilirim yani, öyle mi?” dedi.

“Hayır ama ben ona güveniyorum.”diye diretti Ela. İlkan çok istekli olmasa da başıyla onayladı. “Çok fazla uzağa gitmeyin.” dedi, “Bir şey olursa…”

“Sizi ararım.” diyerek araya girdi robot.

“Tamam.” Tekrar Ela’ya döndü, “Ona isim verecek misin Ela?”

Ela kaşlarını çattı, “Evet ama biraz düşünmem lazım.” dedi.

“Nasıl istersen.”

Robotla Ela dışarı çıkarken, hava da iyice ısınıyordu. Sokaklar her zamankinden biraz daha sakin sayılırdı. Uzaklardan geçen birkaç araba dışında kayda değer bir gürültü yoktu. Güneş tam tepeye varıp iyice bunaltmaya başlayana kadar en azından birkaç saatleri vardı. Bu süre zarfında Ela’nın dilediği her yere gittiler, tabii ki evden çok da uzaklaşmamak kaydıyla. Pek çok şey konuştular. Robot, Ela’nın on üç yaşındaki bir kıza göre çok akıllı ve bilgili olduğunu fark etti, Ela da robotun ne kadar iyi bir arkadaş olabileceğini tabii. Ne var ki Ela o gün robota bir isim koymadı. Sonraki günlerde de…

Zaman bu şekilde geçip gidiyordu. Ela her geçen gün kendisiyle ilgili başka bir sırrını paylaşıyordu ve nihayet bir gün konu Ela’nın hastalığına da geldi, hiç istememesine rağmen. Aslında tedavi edilemeyen bir hastalığı da yoktu ama Ela’nın hastane koridorlarında dolanmaktan bıkmış bünyesi ve iyileşeceğine dair inançsızlığı, işlerin rengini tamamen değiştiriyordu. Bir süre konuştular, sonra robot hastane teklifini yineledi, “Bir kez daha şansını denesen fena mı olur?” dedi.

Ela somurttu, “İstemiyorum.” dedi, “İyileşmeyeceğimi bildikleri hâlde beni oraya tıkmalarından hoşlanmıyorum. Ben bu şekilde yaşamaya da alıştım.”

“Haklısın ama bu konuda pek çok şey araştırdım, mevcut tüm kaynakları taramaya çalıştım. Seninle aynı hastalığa maruz kalmış ancak tedavi olup ayağa kalkabilmiş pek çok insan olduğunu öğrendim. Bence sana iyileşebileceğine dair yeterince umut verilmemiş.”

“Bilmiyorum.” dedi Ela, somurttu, “Ne yapmamı istiyorsun peki?”

“Bana güvenmeni istiyorum. Elbette bir süre zorluk yaşayacaksın ama senin gibi güçlü bir çocuğun iyileşeceğine kesinlikle inanıyorum.”

Ela bir süre sessiz kaldı. “Gerçekten de inanıyor musun?” dedi.

Robot tebessüm etti, “Biz robotlar, gerekmedikçe yalan söylememeye ayarlandık ve şu anda yalan söylememi gerektirecek bir durum da yok. Elbette buna inanıyorum.”

Ne var ki Ela o gün ikna olmadı, sadece, tedaviyi düşüneceğini söyledi. Sonraki günlerde robotun ikna çabaları devam etti. Her gün azar azar, Ela’yı sıkmadan, ürkütmeden giriyordu tedavi meselesine. Nihayet günün birinde Ela “Tamam.” dedi. Robot konuyu Ela’nın ailesine açtığında neredeyse ağlayacaklardı. Ela’yı hemen hastaneye yatırdılar. Robot bir an için bile Ela’nın yanından ayrılmadı. Tedavi süreci aylar sürdü. Nihayet bir sabah, İlkan’a telefon açan robot “Kızınızın yürüdüğünü haber vermek için arıyorum.” dedi. Neyse ki telefondaki çığlığı Ela duymamıştı, zira babasının başına bir şey geldiğini düşünebilirdi. Ailesi arabaya atlayıp yola çıkarken, robot da tekrar Ela’nın yanına geldi. “Hanımefendi.” dedi tebessüm ederek, “Bakıyorum da yürümeye pek çabuk alıştınız.”

Ela’nın yüzündeki mutluluk robotunda dikkatini çekmişti, zira hiç bu kadar mutlu görmemişti onu. Ela robota döndü, “Sana ne isim vereceğimi buldum.” dedi.

“Gerçekten mi?” dedi robot, tebessüm etti, “Bunca zaman sonra ve böyle bir yerde hem de. Gerçekten de merak ettim şimdi ismimi.”

“Evet, böyle bir yerde olması iyi bence. Sana artık Umut diyeceğim.”

“Umut mu? Çok klişe bir isim olmadı mı?”

“Olsun.” dedi Ela, omuz silkerek, “Sen artık Umut’sun. Sana başka isim koyamam artık.”

“Eh, pekâlâ, sen öyle diyorsan.”

“Yürüdüğümü aileme haber verelim mi?” dedi neşeli bir ses tonuyla.

Umut yeniden tebessüm etti, “Aradım bile.” dedi, “Yoldalar.”

“Artık parka gidip istediğim gibi oynayabilecek miyim?”

“Tabii, neden olmasın?”

“Sen de gelecek misin?”

“Eğer istersen gelirim.”

“Her zaman mı?”

“Son kullanım tarihim dolana kadar…”İkisi de istemsizce gülmeye başladılar, hatta Ela’nın neşesi katlanarak arttı. İçten kahkahaları, hastanenin pencerelerinden fırlayıp adeta dünyanın geri kalanını bambaşka renklere boyuyordu.

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

kisa oyku

Kaplumbağalar ve İnsanlar | Erhan Yıldırım (Kısa Öykü)

Yaşaması için ilk kural neydi hakikaten? Su mu? Hava mı? Yoksa lezzetine bakmadan midesine tıkacağı …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin