tugrul-sultanzade-mikro-oykuler

Tuğrul Sultanzade’den Saykodelik Mikro Öyküler

Terminal binasından çıkıp körüklü bağlantılara açılan yarı metal, yarı karbon bir koridora girdik. Saatler boyu bu koridorda dümdüz yürüdük. Yumuşacık bir halı seriliydi yere. Halının üzerine geometrik semboller işlenmiş. Uçağa nihayet bindiğimizde boyut değiştirme biletlerini kaybetmiş olduğumu fark ettim. Bir kaçak, bir sığıntı ve de beş para etmez beceriksizin teki olarak, oturduğum koltuktan kaldırılmayı beklemeye koyuldum.

***

Mitoloji Şebekesi bozulmuş hayal aparatlarını beslemek için çalışmalara başlamıştı. Bu sefer sırf büyülü yaratıkların varlığını ıspatlayan yayınlar değil, onları sahiden yaratan labaratuvarlar inşa etmişti.

***

Tüm insanlık kapalı bir sisteme mahkum. Ölünce geri dönüştürülüp sisteme katılmak için ahiret süzgeçlerinden geçiyor. Veri asla kaybolmuyor. Verinin termodinamiğine karşı bir saldırı başlatarak ölümsüzlüğü tasdiklemek mümkün mü?

***

Pırıl pırıl bir estetik. Mayhoş sarı bir ışık. Odanın bir köşesini baştan başa saran camdan mozaik. Televizyon kapalı. Kozmik çığlıkların sedası suskun. Kalın duvar kağıtları denizin sesini içeri geçirmiyor, bizim ruhumuzdan çıkan öğürtü sesi ise kendi mezbelemizde yitiyor. Koloninin ilk mezunları için bir balo. Biz o mezunlar arasındaki çürük parçalarız. Birkaç ay sonra ait olduğumuz yere, tasdiklenmiş ve belgelenmiş karanlığımıza gideceğiz. Bizim için açılan kontenjanlar orada. Bizi bekliyor. Sevgiden yoksun ve karanlık gecelerimizi düşünerek esrar içiyoruz odamızda. Birazdan balo başlayacak. Tasdiklenmiş karanlığımızı kutlamak için aşağıdaki salona ineceğiz.

***

Televizyonlarda pus var. Gittikçe evrensel arkaplan bozunumunun yanlılarına dönüşen çirkin bir karıncalanma oluyor bu pus. Sonra birden bire dışarıda yağmur yağdığını görüyorum. Perdeleri açıp bakıyorum. Caddeye akan sinyal yağmuru insanları çıldırtmış. O alışılageldik delilik ifadesiyle kimisi ellerini yüzüne götürmüş, yüzünü tırmalar gibi etini çekiştiriyor, kimisi de deli danalar gibi koşturuyor. Sonra televizyona dönüyorum. Ekranda beliren karadeliğin öteki ucunda kendimi görüyorum.

***

Genetik karanlıktaki bir Big Bang tekdüze insan hayatını renklendirdi. Milyonlarca başkalaşım şebekesi insan üreme sistemlerine saldırdı. Evrensel bir kısırlığın ardından cinsel hazlar unutuldu. İnsan kendi kendini dölleyen ve yaşayan varlıklara kendi genetiği aktarıp onu zehirleyen bir virüse dönüştü. İnsan genetik yaşamın üzerinde yükselip ona kendini eken virütik bir tanrıydı artık. Zehirlediği yaşamın içerisinde plazmik perdelerden petekler yaratıyor ve yavrularını orada büyütüyordu.

***

Darmadağın bir savaş sonrası dünyada üç bin yıllık açlık kemirilip çiğnenmiş bir doğa bırakmıştı geride. Sanrılar ve korkular içinde kendi kalelerine çekilen şizofrenik insan toplulukları ovaları hiperaktiflere bırakmıştı. Hiperaktif topluluklar kendi aralarında soytarıca bir savaşa tutuşmuştu. Godyag bu toplumlar için paralı askerlik yapan gnomlardan biriydi. Gramofonlar, asimetrik plaklar, anlamsız espiriler ve de yıkıcı bir mizah onun ölümcül silahlarıydı. Elbetteki somurtkanlığını es geçmemek gerek. Kemirilip çiğnenmiş dağlar, tepeler, ovalar ve korulardan geçip soytarıların şehrine gitmek için yola koyuldu.

***

Tanrı sevimli yaratıklarına ruh üfledi ve onlara ateşi hediye etti. Sonra varlığın kapılarını kapattı. İnsanlar mahkum oldukları bu hakikatin ürpertilerini incelemeye başladı. Ateşi tanıdılar ilk başta. Onunla toprağı yoğurup zekayı yarattılar. Hayvani ve ilkel dürtülerle hakikatin topraklarını keşfetmeye başladılar. Tanrının yarattığı her bir şeye kendi ilkel ve basit dillerinde yeni isimler verdiler. Taşı, yıldızları, suyu, havayı ve kendi varlıklarını anlamaya başladılar. Sonra ateş ile birleşmek için onun hükümdarlık gücünü taklit ettiler. Dev uçan sürüngenleri evcilleştirdiler. Uçuyorlardı. Gökyüzü ve yeryüzü onlar için aynı varlığın bir parçasıydı artık. Fakat kurşuni manto giyen keçi suratlı bir iblis insanları birbirine düşürmek için ateşten daha kuvvetli bir hediye verdi onlara; atom bombası.

***

Sabahın şehvetli ayazı bir boru sesiyle titredi. Ovadaki çiğ ürperdi. Gökyüzü tellerine dokundu ışığın ve seher müziği belirdi. Notalar gizli saklı diyarların perileri gibi uçtu dört bir yanda. İnsanlar yorgun rüyalardan uyandı. Seher notaları serin bir rüzgar ile çarptı yüzlerine. Mücadele başladı. Her şeyin henüz masum olduğu arkaik bir çağın özlemi içinde insanlar toprağa karşı direniyordu. Topraktan yoğrulan hastalıklara, yangınlara ve öteki felaketlere karşıydı tüm bu çaba. Deniz korkunç fırtınalardan sonra uçsuz bucaksız kıyılara korkunç şeyler vuruyordu. İnsanlar bunları görmezden gelmek için sahillerden uzaklaşmıştı, direnmek için toprağın daha sığ olduğu ovalara kaçıyorlardı. Fakat ovalardaki bir kent o sabah felakete uyandı. Nereden geldiği meçhul devasa bir eşek arısı kentin o süslü ve kalın duvarlarına tosladı. Oracıkta öldü. Bir kahin ağlayarak, inleyerek ve feryatlar ederek insanları telaşlandırdı. Yaşıyorken ve varken, insan asla güvende değildi.

***

Kayıtsızlığın ve delice tutkuların fahişe meleği çıktı bir hiçlik müziğinin içinden. Notalarla sarmaş dolaş, bambaşka dünyalara ait bir ürpertiyle süzüldü. Milyon senelik semirtilmiş bir vücudun içinde kaskatıydım o gün, ışığın, küfün ve hislerin ellediği diğer yabancı vücutlarla, kristal kalenin avlusunda. Melek süzülürken seyretti vücutları ve esrarlı bir gülümseme saçtı, kozmos ve ruhum ürperdi, müziğe akort oldum ilk kez. O gülümseme benim için miydi? Öylece süzülüp gitti ve sorular bıraktı ve bir hayal ve hayallerin içinde yaşamaya başladığım yeni bir hayat. Onu aramaya çıktım. Felaketin saatleri dönüyordu benim için o sabah.

***

Gorgonpol ruhlar borsasında peydah olan kuantum buhranın ardından sise gömülmüştü. Myrmyr nehrine atılan iblis endüstrisinin atıkları, düşmüş meleklerin çığlıklarıyla dolu asit yağmurları ve korkunun ızdırap dolu dokunuşları insanları kayıtsız yaratıklara dönüştürmüştü. Sis bir kriz önleme kampanyası gibiydi. Antidepresan ve kodein doluydu. Düşmüş meleklerin müziğini dahi boğdu. Fakat bir şeyi engelleyemedi. Bir uçak kopup geldi Helois’ten, bohem idollerle doluydu içi. Uçak piste indi ve Gorgonpol titredi. Gazeteciler solgun yüzler ve kuzguni kıyafetler içinde temkinli bir şekilde havaalanına dizildi. Korkarak ve idolleri yüzlerine bakmaktan çekinerek fotoğrafladılar onları. Sonra tüm o gazeteciler zehirlenerek öldü ertesi sabah. Zavallı insan uzviyeti. Bir gökdelenin en üst katını satın aldılar ve sisli vitrinleri içerisinde tüm şehre yayın yaptılar. Mutsuzluk İdeolojisini böyle tanıdı Gorgonpol.

***

Abartılmış gerçeklik hezeyanı son derece şekerli. İnsanlar kendilerini bu ekstatik cereyana kaptırmış. Bir fuar ya da bir gala benzeri şık bir cemiyet toplantısı vardı o gece. Gözlemci mizantropiyle doluydu. Bu retro-fütüristik hiberbolik gelecek ondan tüm varlığını çalmıştı. O da bir kuantum esrimesi halinde insanların aptallığını seyrediyor ve bundan haz alıyordu.

***

Demir çöllerinden yürüdük yapayalnız, ışığın hatırasıyla parıl parıl yanan donmuş nitrojen okyanuslarından geçtik, gecenin yekpare bir hakikate dönüştüğü uçsuz bucaksız karanlığı seyrettik ve kıyametin sessizliğiyle dolu donmuş demir kumsallarını terk ettik. Çırıl çıplak yürüdük kozmik suskunluğa karşı, bir zamanlar insanların sesleriyle  dolu bir dünyada şimdi ancak ikimiz vardık.

***

Gözlerimi açtığımda kalbimde bir sızı, bir de hatıralar vardı ancak. Çok uzun süredir uyuyor gibiydim. Kendimi bir parazitin ağzından sallanıyorken buldum hayata doğru. Kabus mu yoksa hakikatin bir önceki yankısı mı?

***

Gece yarısı. İntihar eden melekler kanalizasyonlardan toplanıyor. Çöp arabaları uzayda dolanıp insanlığın umutlarını süpürüyor. Organik insanlar etten kemikten hapishanelerini kıramadılar. Öteki yıldızlara dokunamadılar. Robotik tanrılar yaratmışlardı kendi tohumlarından ve onları salmışlardı karanlığa fakat onlar inorganik bir tılsım gibi kayboldular uzayda. Yıllar geçti. Upuzun ve sarkıp çürümüş yıllar. Robotik tanrılardan geriye sadece bir sinyal döndü. Anlaşılmaz bir güzelliğe, trajik bir sona yapılan göndermeler, sonra hakikat; onlar karadelikteki tekilliği ve her şeyin sonunu keşfetmeye gitmişti. İnsanlık çaresizdi. Tüm umutlar tükenmişti. Kendi yarattığı robotik tanrılar tarafından dahi terk edilmişti. Zaman onun gezegenine merhametli ellerini doladı. Mumyalanma başlıyordu.

Yazar: Tuğrul Sultanzade

2000 yılında Bakü'de doğdu. Uzun bir süredir Kuzey Kıbrıs'ta yaşıyor.

İlginizi Çekebilir

dunyanin oteki yuzu

Feminist Bilimkurgu: Dünyanın Öteki Yüzü

Feminist bilimkurgu, bilimkurgu edebiyatının bir alt türü olarak 1960’lar ve 1970’lerden itibaren kendini daha fazla …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et