Korku ve endişe içindesin. Kendini zorlamasan bu gezegende bir saniye daha durmayıp geldiğin gibi hızla çekip gideceksin. Kim burada kalmak ister ki? Hava ölüm kokuyor. Etrafta siyahtan başka renk yok. Gökyüzünün gri sahnesinde dans eden bulutlar bile kapkara. Uzay aracından inen diğer Barış Misyonu üyeleri, yıkıntı halindeki gözetleme kulelerine ve taşların arasından sarkan insan uzuvlarına bakıyorlar. Uçlarından kan damlayan parmaklara, saçlara ve üstüne düşen gökyüzü tarayıcısının etkisiyle kafası parçalanmış kadına… Yüzlerindeki kalın gaz maskeleri bile arkadaşlarının gözlerindeki dehşeti perdeleyemiyor. Zehirli gazın gittikçe yoğunlaştığını fark ediyor ve maskenin yüzüne tam olarak oturup oturmadığını kontrol ediyorsun.
Tarayıcılarımız etrafta canlı bir organizma tespit edemiyor. Evet, ama ayak bastığınız ölüm gezegeni bir zamanlar iniş pisti olan bu geniş alandan ibaret değil. Belki de bir yerlerde hâlâ yaşayan birileri vardır. Biliyorsun ki bundan emin olmadan burayı terk edemezsiniz. İçinden neler geçtiğini biliyorum. O lanet olası tiranın da ölüler arasına katılmış olmasını diliyorsun. Bir yerlere saklandığını ve hâlâ nefes alıp verdiğini düşünmek bile seni çıldırtıyor. Bense tam tersini düşünüyorum. Umarım hayattadır ve Büyük Galaksi Mahkemesi’nde yargılanıp en ağır cezaya çarptırılır.
Artık silkinip kendine gelme ve göreve başlama zamanı… Uzay gemisinin deposu açılıyor ve en engebeli yüzeylerde bile yol alma kabiliyetine sahip, ses ve hareket sensörleriyle donatılmış araçlar önünüzde diziliyor. Beşer kişilik toplam dört taşıyıcı makinenin her biri bu küçük gezegenin farklı bir yönüne gidecek. Üç hava aracı ise birazdan kalkacak ve eğer canlı bir varlıktan çıkma ihtimali bulunan herhangi bir ses tespit ederse sizleri durumdan haberdar edecek. En öndeki taşıta biniyorsun. Diğerleri de yerleştikten sonra hareket ediyorsunuz. Dışarısı öyle karanlık ve sersemletici ki bu gezegenin yapısından haberdar olmasaydın havanın kötücül bir canlı olduğunu ve sizi yutmaya hazırlandığını zannedebilirdin.
Sırf bir şeylerle meşgul olup kafanı dağıtmak için aracın ses ve hareket sensörlerinin çalışıp çalışmadığını kontrol ediyorsun. Tabii ki çalışıyorlar. Suskunlar, çünkü henüz bir şey bulamadılar. Peş peşe gelen patlamalar ve sarsıntılar sonucunda ortaya çıkan zehirli gazlar tıpkı o tiran gibi bu talihsiz gezegenin üstüne çökmüş.
Bir dakika, sağ tarafta diğerlerinden çok daha büyük bir yıkıntı var. Yavaşlayıp aydınlatıcıları aç! İnanılır gibi değil, bu çökmüş haliyle bile ne kadar korkutucu görünüyor. Evet, burası bir zamanlar tiranın sarayıydı. Kesinlikle öyleydi. Etrafa yayılmış üniformalı cesetleri görüyor musun? Tedbiri elden bırakmadan inip yıkıntıları taramaya ne dersin? Diğerlerine de söyle. Tamam, şimdi dışarı çıktınız ve yükselen sıcaklık yüzünden ayakta zor duruyorsunuz. Özel giysilerinizdeki serinleticiler aktive oldu, artık rahatlıkla etrafı kolaçan edebilirsiniz.
Tam bir felaket iklimindesiniz. Üniformalı cesetlerin yüzleri hissizlik, şaşkınlık ve korku karışımına bulanmış. Yapay zekaların çehrelerinde de benzer bir ifade var. Üniformalılar ölmeden çok önce hislerini kaybedip yapay zekaya dönüşmüşler desek daha doğru olur. Üniformasız insanların son bakışlarında insani bir şeyler seziliyor. Belli ki üzerlerindeki o korkunç baskıya rağmen doğuştan getirdikleri niteliklerini hepten yitirmemişler. Acı çekmiş olmalılar, hem de çok… Hayır, tabii ki can verirken hissettiklerinden değil, yaşarken onları esir alan acıdan bahsediyorum. Saray kalıntısının etrafında dört döndünüz, ama canlı birine rastlamadınız. Tiran, gezegeni ölüme boğan olaylar sırasında sarayında mıydı acaba? Bunu asla bilemeyebiliriz. Bir dakika! Hâlâ sinyal veren yapay zekâlardan birinin zihnini taramalısın! Belki de bu şekilde olayın nedenine ilişkin bazı veriler elde edebilirsin. Evet, az ileride diğerlerine nazaran daha iyi durumda bir robot var. Hemen zihin okuyucu aparatları yapay zekânın başına monte et. Tamam, oldu. Evet, bunun işe yarayacağını biliyordum. Robotun kafasının üstünde beliren ve gittikçe genişleyen holografik görüntü iyiye işaret.
Görüyorsun değil mi? Bu da soru mu şimdi? Elbette görüyorsun. Zavallı yapay zekâ… Kaçışan insanların arasında kalıp devreleri birbirine girmeden önce tiranın önündeymiş. Belli ki onu korumakla görevliydi. Tiran ne kadar sevimsiz bir adam. Kötülüğü ve acımasızlığı katılaşıp korkutucu bir maske gibi yüzüne yapışmış. Yüksek bir yerde bağıra bağıra konuşuyor. Onun sayesinde gezegenin ne kadar güçlü olduğundan ve galaksideki tüm düşmanlarını alt ettiklerinden bahsediyor. Düşman derken hepimizi, onun karşısında, özgürlüğün ise yanında olan herkesi kastediyor. İnsanlar ya korkudan ya da söylediklerine inandıklarından, çılgınca alkışlıyorlar onu. Zavallıların açlıktan kemikleri sayılıyor. Üstleri başları perişan. Bir dakika! Neler oluyor? İnsanların ayakta durmakta zorlandıklarına bakılacak olursa yer sarsılıyor. Tiranın yüzündeki muzaffer ifade yerini korkulu bakışlara bırakıyor. Tiran, insan ve robot korumalarıyla çevrelenmiş halde koşarak sarayına giriyor ve tam da bu sırada patlama oluyor. Saray yıkılıyor, yer yarılıyor, açılan yarıklardan gaz çıkıyor. İnsan çığlıkları yapay zekâlardan çıkan sinyallere karışıyor. Bu kadar. Görüntü burada sona eriyor. Zihin okuyucularını yapay zekanın kafasından çıkarabilirsin.
Hava araçlarından biri beş kilometre ötenizde yaşam izi tespit etti. Koordinatları aracınıza bildirdim, hemen yola çıkın. Heyecanlısın, birilerinin bu cehennemden sağ çıkma ihtimalini düşünmek bile seni umutlandırıyor. Burası gezegen değil, ölüm vadisi. Havadaki gazın yoğunluğuna rağmen yollardaki cesetler ve yıkıntılar seçiliyor. Tüm bunlar seni çok kötü etkiledi. Yola bakma, az sonra karşılaşacağınız canlılara odaklan. İşte geldiniz. Hava aracı üstünüzde duruyor ve ilerideki yıkıntıyı işaret ediyor. Hızla araçtan iniyorsun, diğerleri de yanında. Yıkıntının üstüne çıktınız. O da ne? Burada aşağıya inen bir merdiven var. Tarama sonuçlarına göre, canlılık merdivenin bitimindeki yeraltı odasında. Sanırım burası bir sığınak ve birileri felaketten önce kendini oraya atmayı başarmış. Merdiven risksiz görünüyor, ağır adımlarla aşağıya inebilirsiniz.
Evet, sonunda yeraltı odasına ulaştınız ve aydınlatıcıları açtınız. Biliyorum, çok kötü bir manzarayla karşı karşıyasınız. Üst üste yığılmış insanlarla dolu burası. Duvarın dibinden iniltiler yükseliyor. Yaşayanlar orada. Hızla sesin geldiği tarafa gidiyor ve onları görüyorsunuz. Dört erkek üç de kadın var. Hepsi de hareket halinde. Ekipteki sağlık görevlileri onlarla ilgilenirken sen de odanın geri kalanını tarıyorsun. Bir dakika! Yaşayanların sağında hareketsiz yatan bir adam var, üstündeki ilkel nesneleri görüyor musun? Bunlara kâğıt deniyor. Yerdeki ince, uzun nesneye ise kalem… Eski zamanlarda yazı yazmak, bilgileri, fikirleri ve duyguları ifade etmek için kullanılan araçlar bunlar. Tiran bu iptidai nesneleri bile halkına yasaklamıştı. Fikirleri ifade etmenin ve yazı yoluyla paylaşmanın acımasız iktidarını sarsacağından ve sonunda yıkacağından korkuyordu. Bir dakika. Bu kâğıtlar dolu. Yazı bu! İnanması güç, ama bu insanlar tüm yasaklara ve ağır cezalara rağmen düşünmeyi ve yazmayı unutmamışlar. Kâğıt tomarını eline al ve yazılanları oku. Zira bunlar elimizdeki en değerli ve bulmayı hiç beklemediğimiz deliller.
“Umarım bu kâğıdı gezegen dışından birileri bulur ve okur. Son anda sığınağa inmeyi başardım, ama her taraftan fışkıran zehirli gaz beni çok etkiledi. Gözlerim kararıyor, titriyorum. Zehir beni öldürmeden önce anlatmam gerekenleri yazmaya çalışacağım. Uzun yıllardır tiranın ellerinde oyuncak olan gezegenimizde olup bitenlerin ne kadarı dışarıdaki özgür dünyalarda yaşayanlar tarafından biliniyor, emin değilim. Çektiğimiz acılar, çaresizliğimiz umurlarında mı, onu da bilmiyorum.
Tiran iktidara geldiğinde çocukluktan yeni çıkmıştım. Öncesine dair silik görüntüler var aklımda. İnsanların özgürce sokaklarda, caddelerde, ormanlık alanlarda dolaşabildiğini, gülmenin, düşünmenin ve yazmanın o zamanlar suç olmadığını hayal meyal hatırlıyorum. Babamın, annemin renkli, güzel giysilerini de… Benim de rengarenk kıyafetlerim vardı. Tiranın gelişinden sonra o kıyafetleri kimsenin göremeyeceği bir yere sakladık. Çünkü herkes tek tip giyinmek zorundaydı. Tirana göre, benzer şekilde giyinmek ve düşünmek uyumlu bir toplum olmanın göstergesiydi. Güçlenmek ve galaksideki diğer halkları dize getirmek için ona itaat etmeliydik. İlk zamanlar tirana ve onun etrafında toplanmış çıkarcılar sürüsüne karşı çıkma cesaretini gösterenler oldu, ama hepsini tek tek avlayıp yok ettiler. Birçoğu öldürüldü, kalanlar ise hapsedildi. Babam da tiranın hapishanelerinden birine kapatıldı. Sözüm ona yargılandı, ama süreç göstermelikti. Tek suçu özgürlüğüne sahip çıkmak olan babam asla hapisten çıkamadı ve birkaç yıl sonra da şaibeli bir şekilde yaşamını kaybetti. İntihar ettiğini söylediler, ama doğru değildi. Pek çokları gibi onu yok ettiler.
Bir müddet sonra korku sinsice ilerleyen kötücül bir yaratık gibi gezegeni sardı ve herkes kabuğuna çekildi. Kimse tirana açıktan karşı çıkma cesaretini gösteremiyordu. Yeraltında gizlice faaliyetlerini sürdüren birkaç direniş örgütünün de elinden bir şey gelmiyordu. Planlar yapılıyor, ama uygulamaya konamıyordu. Tiran her yere ‘gözler’ yerleştirmişti ve herkes her an izleniyordu. Hayat gün geçtikçe daha da kötüye gidiyordu. Tiran eski yasaları ortadan kaldırıp kendi baskıcı kanunlarını yürürlüğe koyduğunda galaksinin özgür gezegenleri onunla bütün ilişkilerini kestiler, ama bu tiranın elini daha da güçlendirdi. Sarayının önündeki yükseltiye çıkıp konuşuyor ve dış dünyanın gezegenimize uyguladığı ambargoyu eleştiriyordu. Onların sözde gücümüzden rahatsız olduklarını, o yüzden gezegenimizle aralarındaki tüm ticari ve diplomatik ilişkileri sonlandırdıklarını söylüyordu. Kimileri etkisi altına girdiğinden kimileri de korkusundan tiranı alkışlıyordu.
Ambargo tirandan ziyade bizlerin belini büküyordu. Tiran ise kim olduklarını bilmediğimiz destekçilerinin yardımıyla ona kul köle olacak yapay zekâlar üretiyor, kendine güvenlikli yeni saraylar inşa ediyordu. Bizler onun belirlediği işlerde köle gibi çalışıyor ve buna rağmen yarı aç yarı tok yaşıyorduk. Dış dünyayla iletişim kurmak yasaktı, yazı yazmak ve okumak da… Basılı ve dijital ortamda saklanan kitapların ve belgelerin pek çoğu yok edildi. Sonunda çocuklara göz diktiler. Yeni neslin tamamen tirana bağlı kılınması onun geleceğini garanti altına alacaktı çünkü. Bir gün evimize geldiler, kız kardeşimi zorla alıp götürdüler. Sonra öğrendik ki diğer bebeklere ve çocuklara da el koymuşlar. Annem bu son kaybın acısına dayanamayıp öldü ve ben yapayalnız kaldım. İtaatkâr yapay zekâların üretildiği bir fabrikada çalışıyor ve muhalif aile geçmişi bulunan herkes gibi gece gündüz izleniyordum. O yüzden boyun eğmiş görünüyor ve onlardan biri gibi davranıyordum.
Bir akşam işten eve döndüğümde kapımda genç bir kadın vardı. Onun yanında da bir yapay zekâ duruyordu. Yapay zekâ kadının tiran yönetimi tarafından bana eş olarak atandığını belirtip oracıkta nikâhımızı kıydı. Evli bir çift olarak asli görevimizin gezegenin geleceği için çocuk yapmak olduğunu ve bu gerçekleşene kadar gözetim altında tutulacağımızı belirtti. O an bas bas bağırıp ortalığı yıkmamak için kendimi nasıl zorladığımı anlatamam. Zavallı karım utancından başını yerden kaldırmıyordu. Mecburen içeri geçtik, hiçbir şey konuşmadan yemek yedik ve bize verilen görevi ifa etmek için yatak odasına girdik. Gözetleyici dronlar evin, pencerelerin etrafında dört dönerken başka şansımız var mıydı? Karım hamile kalana kadar her gece üstümüze düşen görevi yapmayı sürdürdük ve sonunda amacımıza ulaştık. Bize yaşatılanlar yüzünden kendimden ve karım da dahil herkesten nefret ediyordum. Yaşamak zulüm gibiydi. Bitmeyen bir işkence… Aslında zoraki eşim iyi bir kadındı. Mahcup gülümsemeleri ve sıcak bakışları bana ısındığının kanıtıydı, ama ben ona ısınamadım. Belki de başka koşullar altında karşılaşsaydık…
Karımın karnı büyüyor, evimizin etrafındaki gözetim ağı daralıyor ve tirana duyduğum nefret her gün daha da artıyordu. Çalıştığım yapay zekâ üretim merkezinde tirana karşı gizliden gizliye isyan planları yapıldığını öğrendiğimde direniş örgütüne katılmaya karar verdim. Tiranın insan ve robot ‘gözleri’nden kaçmak için tüm faaliyetlerimizi kesin bir gizlilik içinde sürdürmek zorundaydık. Hiçbirimiz direniş faaliyetlerinin başında kimin yer aldığını bilmiyorduk. Güvenliği ve gizliliği sağlamak her direniş mensubunun birincil vazifesiydi.
Bu arada karımın karnı iyice büyüdü ve sonunda doğum zamanı gelip çattı. Sancılar başladığında görevliler eşliğinde hastaneye gittik ve oğlum dünyaya geldi. Her şey yolunda görünüyordu. Karıma yardımcı olabilmek için izne ayrıldım. Evde bulunduğum süre zarfında direniş faaliyetlerinin de dışında kaldım haliyle. Uzaktan iletişim kurmamızın yolu yoktu, bütün kanallar izleniyordu. Bebeğimiz sağlıklıydı. Zavallı oğlum! Nasıl bir dünyaya doğduğunun farkında olmadığından gülüyor, annesinin memesini emiyor ve bizimle oynamak istiyordu. Oğlum biraz büyüyüp serpildiğinde hiç ummadığım bir şeyle karşılaştım. Gece tiranın güvenlik güçleri evimizi bastılar ve bebeğimizi annesinin kucağından koparıp götürdüler. Neymiş efendim… Yeni neslin iyi yetişmesi gezegenimizin geleceği için çok önemliymiş. Bu yüzden bebeğin kaderi bizim ellerimize bırakılamazmış. Oğlumu onlara vermemek için çok uğraştım. Bu yüzden yerlerde sürüklendim, darp edildim. Karımın halini anlatmak bile istemiyorum. Çünkü anımsamak bana çok acı veriyor. Neticede elimizden bir şey gelmedi. O günden sonra karım da ben de hissizleştik. Artık korkum da kalmamıştı açıkçası. O yüzden direnişte daha aktif olmaya karar verdim. Hatta karımı da işe dahil ettim. Mesajlar direniş hücrelerinden yüzyıllar önceki atalarımızın kullandığı, kâğıt denen ince nesneler üzerinde geliyordu. Kâğıtları saklıyor, okuduktan sonra da yok ediyorduk.
Kısa süre önce bizi umutlandıran bir gelişme meydana geldi. Tiranın yaşadığı sarayın planını ele geçiren direniş örgütü, mimaride dışarıdan gözlenemeyen zayıf bir nokta tespit etti. Gizlice oradan içeri girip saraya patlayıcı yerleştirebilir ve tiran yakınlardayken bombayı patlatabilirsek tüm gezegeni onun zulmünden kurtarabilirdik. Tiran yok olursa yardakçıları da güçsüz düşecek ve dağılacaktı.
Tiran sarayın önünde her zamanki içi boş nutuklarından birini atarken planımızı hayata geçirdik. Öncesinde direniş örgütünün çevredeki sığınaklarını öğrenmiştik. Eğer bu notu bulduysanız şu an onlardan birinin içindesiniz. Patlamadan sonra tiran muhtemelen öldü. Öyle olduğuna inanmak istiyorum. Eğer ölmediyse her şey boşa gitmiş olur. Ancak beni korkutan bir şey var. Tek bir patlama olması ve sadece sarayın çökmesi gerekiyordu, ama bombaların infilak etmesinden önce şiddetli bir sarsıntı meydana geldi, ardından da yeraltından zehirli gazlar yayıldı. En önemlisi de patlama sonrasında sadece hedeflediğimiz lanetli yapı değil, tüm binalar çöktü. Bunun nasıl olduğunu anlamıyorum. Bizim hedefimiz bu değildi. Direnişin amacı bu değildi. Yoksa tiran bizi kullandı mı? Bilmiyorum. Bilmiyorum! Bütün gezegeni yok ettik. Sevdiklerimizi, sevmediklerimizi ve kendimizi…
Bilin ki size çok kızgınım. Biz onca yıl tiranın zulmü altında acı çekerken neredeydiniz? Tiranla savaş çıkarmamak, kendi özgür dünyalarınızı tehlikeye atmamak için bizi kurban ettiniz. Siz iyi değilsiniz. Sadece kendinizi düşünen bencillersiniz. Ancak şunu bilin ki eğer tiran ölmediyse siz de tehlikedesiniz. Varlığını korumasına göz yumduğunuz kötülük gün gelecek sizi de vuracak. Hepiniz suçlusunuz, hepiniz.”
Mektup bitti, ama sen de bittin. Çok üzgün olduğunu algılayabiliyorum. Kan basıncın bile değişti. Adamın yazdıklarında haklı olduğunu düşünüyorsun. Şu an böyle bir hesaplaşmaya girmemelisin. Hem sen sadece bir bireysin, karar verici değilsin. Kuvvetli olman lazım. O ilkel yazı araçlarını alıp arkadaşlarının yanına dön ve sakın arkana bakma. Adamın yazdıkları beni endişelendiriyor. Olup bitenlerin tiranın işi olma ihtimalini göz ardı edemeyiz. Hemen uzay gemisine binip eve geri döneceksiniz. Orada yapabileceğin bir şey yok. Evet, gücünü topladın ve merdivenden çıkıp açık havaya ulaştın. Arkadaşların aracın içinde seni bekliyor. Hadi yanlarına git!
Bir dakika. O da ne? Yan tarafta hareketlilik algılıyorum. Bir araç bu! Nasıl olur? Bizim taşıtlarımıza benzemiyor. Hayır, olamaz. Koş! Dışarı çıktı. Dimdik duruyor ve gayet sağlıklı görünüyor. Taktığı kalın gaz maskesine rağmen yüzündeki muzaffer ve alaycı ifadeyi algılayabiliyorum. Tiranın ta kendisi bu. Ölmemiş!
Lanet olsun! Gezegenin etrafı kapanıyor. Tiran son teknoloji ürünü koruyucu uzay kalkanlarını nereden buldu? Galaksinin çoğu yerinde yok bunlardan. Ben… Ben gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum. Koşmana gerek yok. Şu an gezegenden çıkamazsınız. Biz de içeri giremeyiz. O kalkanları aşmamız mümkün değil. Sakin ol. Sizi yalnız bırakmayacağız. Ne seni ne de diğer Barış Misyonu üyelerini… Tiranla en üst düzey temasların başlamasını talep edeceğim. Hayır, böyle düşünme. Sizi öldüremez. Siz Barış Misyonu mensuplarısınız. Buna cesaret edemez. Tiranın insan ve yapay zekâ askerleri etrafını sardı, ama gördüğün gibi sana dokunamıyorlar. Diğerlerine de… Şimdilik onların dediğini yap ve tiranın aracına geç.
***
Aramızdaki bağlantının yeniden kurulmuş olması büyük şans. Sen tiranın aracına girdiğinde iletişimimiz koptu ve bir daha seninle konuşamayacağımı zannedip endişelendim. Neyse ki yine beraberiz. Biliyorum, seni diğer arkadaşlarından ayırdılar. Lüks bir yeraltı sığınağında tiranla karşı karşıyasın. Yılların ve kalbinde yuva yapmış kötülüğün yaşlandırıp çirkinleştirdiği yüzü olmasa, karşıdan bakıldığında bu uzun boylu ve zayıf adamın yakışıklı olduğu bile söylenebilir, ama bu sevimsiz suratla mümkün değil. Senden ne istediğini ben de bilmiyorum. Birazdan bunu seninle birlikte öğrenebileceğimi umut ediyorum. İnanılır gibi değil. Bu adam nasıl kurtuldu? Üstelik de en ufak bir yara almadan… Sarayın yakınındaki yapay zekânın zihnini taradığında tiran içindeyken sarayın çöktüğünü görmüştük. Ben anlamıyorum.
Ayağa kalktı, sana doğru birkaç adım attı. Konuşacak galiba. Korkma! Karşısında dik durduğunu ona gösterirsen o da sınırını bilir. Dinle ve gerekmedikçe konuşma. Seni ve diğerlerini oradan kurtaracağız, merak etme.
“Bizim gücümüzü çok hafife aldınız. İki tane çapulcunun uyduruk patlamasıyla yok olacağımı düşündüğünüz için, hiç kusura bakmayın, ama çok aptalsınız. Kendi gezegeninin merkeziyle irtibat halinde olduğunu, oradaki şahsın seni yönlendirdiğini ve şu an bizi dinlediğini biliyorum. O yüzden bu söylediklerim sadece sana değil, herkese. Sadece sana dert anlatmak için vaktimi ziyan edeceğimi zannettiysen yanılmışsın. Bak, sana şöyle anlatayım. O çapulcuların planlarından baştan beri haberdardım. Direniş dedikleri saçma sapan örgütün içinde benim adamlarım da vardı. Direnişi ben yönlendirdim. Patlamanın olduğu gün sarayın önünde konuşan ben değildim, bana birebir benzeyen bir yapay zekâydı. Ben ve sadık adamlarım ise çoktan bu tam teşekküllü sığınağa inmiştik. Geri kalanların kaybından da o kıytırık direnişçiler sorumlu. Gezegende onca insan var. Hangisi bize sadıktır hangisi direnişçidir, bunu ayırt etmekle uğraşamam. Madem patlama istiyorsunuz alın size patlama dedim ve onlardan evvel her tarafa bombalar yerleştirdim. Üstelik de infilak ettiklerinde zehirli gaz püskürten bombalar… Tabii ki bebekler ve çocuklar korunaklı yerlerde oldukları için bu hadiselerden hiç etkilenmeyeceklerdi ve etkilenmediler. Uzun lafın kısası, bu direniş meselesi benim işime yaradı. Hem çapulculardan kurtuldum hem de gezegenimin nüfusu bir hayli azaldı. Ha bu arada sizinkilerin kurtardığını sandıkları çapulcular da öldüler. O zehri soluyup da uzun zaman yaşayamazsın. Neyse… Bebeklerimiz ve çocuklarımız ideolojimize uygun ve bize yüzde yüz sadık olacak şekilde yetiştiriliyorlar. Yıkılan binaları da yeniden yaparım ben, kimse merak etmesin. Kendi ayaklarınızla gezegenime gelmeniz de çok iyi oldu. Senin de mensubu bulunduğun Barış Misyonu elimde olduğu için galaksinin diğer güçleriyle pazarlık etmem kolay olacak.
Gelelim sana… Seni diğerlerinden ayrı tutuyorum tabii. Neden biliyor musun? Sen bu gezegene aitsin. Demek aklın karıştı. O elinde tuttuğun kâğıtlara hikâyesini yazan ve bize nefretini kusan çapulcu kim biliyor musun? Senin ağabeyin. Biz seni bebekken o evden kurtarmıştık, ama o zaman da bazı çapulcular vardı ve dış dünyalardaki bağlantıları sayesinde seni kaçırdılar. Sadece seni değil tabii… Başka bebekler de kaybettik. Onlar belki de unuttular, ama biz unutmayız. Bizden alınanı her daim aklımızda tutarız. Kimin kim olduğunu da gayet iyi biliriz. Yani galaksinin diğer güçleriyle anlaşsak da seni diğer Barış Misyonu üyeleriyle birlikte gönderir miyim bilmiyorum. Unutma, sen bize aitsin. Sahibin biziz.”
Aman tanrım! Bu adam sadece tiran değil, tam bir pislik. Seni etkilemesine izin verme, tamam mı? Ne pahasına olursa olsun seni o cehennemden kurtaracağız. Canım… Beni duyuyor musun? Ben artık seni duyamıyorum. Lütfen! Şimdi olmaz! Hayır! Hayır inanmıyorum! Lanet olası şeytan bağlantıyı da kesti. Ne yapacağız şimdi? Kıza nasıl cesaret vereceğiz? Ne halde olduğunu nereden öğreneceğiz? Ağabeyi haklıydı. Hepimiz suçluyuz. Tiranın halkına zulmetmesine ve bu kadar güçlenmesine izin verdik. Kime konuşuyorum ben? Sesimi duyan var mı?