tanrıların doğuşu

Tanrıların Doğuşu | Orkun Uçar (Kısa Öykü)

Tanrıların, karanlığı aydınlatan bir sevgi ışığı ile doğduğunu, mitolojilere konu olacak epik bir öyküsü olduğunu söylemek isterdim ama her şey oldukça amatör bir iş görüşmesi ile başladı…

Sorel Öztürk’ün küçük bir evreni vardı… Bir gökdelenin üst katlarında birkaç milyon dolara satın aldığı dairesinde yaşar, daha alt katlarda bulunan ofisinde iş görüşmelerini yapar, yemeğini de aynı gökdelenin alt katlarındaki bir restaurantta yerdi. Onun gardiyanları olmayan, lüks bir hapishane hayatı yaşadığı bile söylenebilirdi. Koltuğunun altında, son röportajı olan bir gazete ile her gün oturduğu masaya yöneldi.

Mantar soslu bir biftek siparişini verdikten sonra gazeteyi açtı. En üstte, kocaman puntolarla “Ben proje değil, ruh satın alırım!” yazan sayfayı açtı. Altındaki fotoğrafa yüzünü buruşturarak, hoşnutsuz baktı. Yüz otuz kilo, genç yaşta kelleşmiş bir adam. Kolları vücuduna göre kısa, elleri de çocuk eli gibi küçük görünüyordu. Zengin bir ucube…

Gazetecinin yorumu ilk satırdaydı: “Modern Midas, her elini attığı fikri altına çeviren parlak bir yatırımcı.”

Bu tam da doğru değildi, çok yatırımı çöpü boylamıştı. Ama bazen de gazetelerin dikkatini çeken başarıları oluyordu. Bir milyon dolar kadar yatırdığı bir internet projesini 220 milyon dolara sattığında olduğu gibi.

Gazeteci onun için herkese örnek olabilecek sıfırdan zirveye öyküsü uydurmaya çalışmıştı. Oysa Malatyalı bir ağa olan babasının verdiği üç milyon dolar ve bir kartvizitle iş hayatına atılmıştı. Serveti ve kilolu beden yapısını babasına, zekasını, eğitimini ve kültürünü köklü bir İstanbul ailesinden gelen annesine borçluydu. Kadıncağızın ömrü kocasını yontmakla, biraz daha insan olmasını sağlamakla geçmişti. Ama Osman Öztürk hiçbir zaman sosyeteye girebilecek, görgü kurallarına göre hareket edebilecek biri olmamıştı. Sorel’in karizmatik bulduğu ismi de annesi olmasa, babasına kalsa dedesinin ismi Musa olurdu herhalde.

“Sorel Bey, rahatsız etmiyorsam bir şey rica edebilir miyim?”

Her gün ona hizmet eden garson kızın sorusuyla daldığı düşüncelerden sıyrıldı. İçten bir gülümseme ile, “Ne demek, buyurun Nazlı Hanım,” diye cevap verdi.

Kızın garson kıyafetlerinin bile silikleştiremediği bir güzelliği vardı. Ela gözleri, bal rengi saçları saçları ve biçimli vücuduyla çoktan bir iş adamının karısı veya metresi olmaması şaşırtıcıydı.

“Erkek arkadaşımın bir internet projesi var ama…” Ah, şimdi anlaşılıyordu. Gözü yükseklerde ama asla başarılı olamayacak bir erkeğe tutulmuştu demek.

“Anlıyorum, destek lazım.”

Şirin bir gülücük.

“Müsait olduğunuz bir zaman sizinle görüşebilir mi?”

“Sizin referansınız ise elbette,” diye başıyla onayladı. Çocuk da, projesi de umurunda değildi ama kız yatırım yapılmaya değerdi. İstediği zaman bir daire kiralayıp, alışveriş yapması için kredi kartı verebilirdi. Tabii onu mutlu etmesi şartıyla.

Kız hemen, “Bugün gelebilir efendim, zaten burada, mutfakta çalışıyor,” diye atıldı. İşyeri aşkı demek… İşte sınırlarımızı içinde yaşadığımız küçük evren belirliyordu.

Sorel’in bütün günü boştu esasında ama, “Üçte bir toplantım var, beşte gelsin. Büromu biliyor musunuz?”

Kız neredeyse mutluluktan el çırpacaktı.

“Tabii ki biliyor efendim, hemen söyleyeceğim Erdinç’e.”

***

Sekreteri gencin geldiğini haber verdiğinde hafif uyukluyordu Sorel. “İçeri alın, iki fincan da çay lütfen. On dakika sonra gelip önemli bir randevum olduğunu hatırlatın. Ayten Hanım,” dedi. Proje büyük ihtimal çöptü. Çocuk ısrarcı çıkarsa kurtulması gerekiyordu.

Kapıdan kot pantolon, tişört ve elinde rulo yaptığı bir dosyayla yakışıklı bir genç girdi. Ama hızla sınıf atlamasını sağlayacak kadar da değil.

Ayağa kalkıp elini sıktı, “Buyurun genç adam, Nazlı Hanım bir internet projesi için benim görüşmek istediğinizi söyledi.” Heyecanlıydı, işaret ettiği sandalyeye oturdu. Elindeki ince dosyayı iki eliyle tutuyordu. Sorel’e pek profesyonel bir hazırlık varmış gibi gelmedi.

“Evet efendim, fikrimin çok başarılı olacağını düşünüyorum.”

Sekreter ışık hızıyla hemen çay dolu fincanlarla belirdi.

“Önce bir şey sormama izin verin; bilgisayar programcısı, yazılımcı veya web dizaynır mısınız?”

“Hayır hayır,” diye kafasını salladı Erdinç. “Sadece fikri bulabildim. Ne yazık ki geri kalanını yapamam. Dosya mı okursanız…”

Sorel gülümseyerek, “Durun,” dedi. “Okumadan önce iyi bir fikir birkaç cümleyle, hatta bir cümleyle kendini satar. Önce bana o cümleyi bulun.”

Genç adam dudaklarımı ısırdı, birkaç saniye sessizlik oldu. “Personalgod,” dedi. “Facebook gibi ama üye olanlar kendi tanrılarını yaratacak.”

Sonra iki eliyle boşluğa bir çerçeve çizdi ve sloganı söyledi: “Kendi tanrınızı yaratın!”

Sorel fikri satın almıştı ama pazarlığın ilk aşaması çok istekli bir alıcı olduğunu göstermemektir.

Eliyle dosyayı istedi. İçinde sadece iki sayfa proje vardı. Kısaydı; Erdinç’in projeyle ilgili düşündükleri ama daha önemlisi katabileceği her şey yazılıydı. Şimdi bu ayak bağından kurtulmalıydı.

Sakin bir şekilde başını salladı. “Hiç fena değil ama küçük bir yatırımla başarılı olması imkansız.”

“Evet efendim,” dedi Erdinç. “Ama siz riskli işlere yatırımlarınızla tanınıyorsunuz.”

“Haklısın. Riskli, radikal fikirleri severim. Ama buna o kadar büyük yatırım yapmam lazım ki, kazanacağımı da büyük tutmalıyım. Ayrıca en az üç senelik hazırlık lazım. Başka ortaklar. Senden bu projeyi on bin dolara satın alacağım.”

Erdinç’in suratı asılmıştı. “Ben ortak olmak istiyorum efendim. Satamam. Bu geleceğin Youtube, Google, Facebook, Whatsapp’i olabilir.”

Sorel masaya eğildi. “Seninle açık konuşacağım delikanlı. O dediklerinin hepsinde projeleri belli aşamaya kadar getirenler programcı, yazılımcıydı. Fikir aşamasında kalan işler değil. Sen bunların hiçbiri değilsin. Sadece fikrin var. Yabancı dilin var mı?”

Delikanlının yüzü düşmüştü.

“Hayır.”

“Bu proje Türkiye’de yapılamaz, ülkenin durumu, baştakileri biliyorsun. Server lazım, yabancı ortaklar, en iyi yazılımcı, programcılar. Senin bu aşamalardan herhangi biri için gücün var mı?”

Erdinç, ”Yok,” diye mırıldandı.

“İzin ver bu projeyi adam etmeye çalışayım ama ben bir iş adamıyım. Senden alabileceğim her şey burada yazılı.”

Bazen acımasız gerçekleri söylemek en iyi stratejiydi, özellikle kozu olmayanlara. Son bir iteleme kalmıştı.

“On bin dolar iki sayfa yazıya iyi para. Dur… Seyahat şirketi sahibi bir arkadaşım var, sana bir aylık Avrupa tatili ayarlayacağım. Hiç yurt dışına çıkmış mıydın?”

Erdinç’in gözleri parıldamıştı. Bilmeden çocuğa en istediği havucu uzatmıştı galiba. “Kız arkadaşımla mı?”

“Ne yazık ki hayır,” dedi Sorel. Zaten seyahat fikrini çocuğu uzaklaştırmak için teklife eklemişti. Bu sürede Nazlı’yı avlayabilirdi.

“Beş bin dolar da tatilde harcaman için veriyorum. Kabul mü?”

Erdinç hala düşünüyordu. “Bu odaya elinde iki sayfa ile girdin. On beş bin dolar ve Avrupa’da bir ay tatil kazancıyla gideceksin. Ya da hiçbir şey ile… Çabuk karar ver. Bu bir kez geçerli teklif.”

Sessiz anları sekreterin içeri girişi bozdu. “Sorel Bey görüşmenize geç kalacaksınız.”

Erdinç’in son direnme çabalarını bu cümle yıkmıştı. Kısık sesle, “Tamam kabul ediyorum,” dedi.

Satış işlemi sadece birkaç dakika sürdü. Artık tanrıların sahibi Sorel’di.

Bir hafta sonra Nazlı ile yemeğe çıktıklarında, Erdinç ile yaptığına benzer bir görüşme gerçekleşti ama satın aldığı başka bir şeydi.

***

Dört yıl sonra…

Sorel’in ülkesi, yaşadığı şehir değişmişti ama yaşamı aynı kalmıştı. Sadece başka bir gökdelendi küçük evreni. Biraz daha kilosu artmış, Lisa adlı yeni bir oyuncak kiralamıştı. Nazlı şu sıralar bir tekstil firması sahibiyle beraberdi… Bildiği kadarıyla.

“Bağlantı kuruldu Bay Sorel,” dedi teknisyen Edward.

Artık seyahat edemediği için Silokon Vadisi’ndeki yönetim kurulu toplantısına video konferans yöntemiyle katılıyordu. Beklediğinden uzun bir süre almıştı sonuç alması. Onlarca yatırımcı görüşmesi, şirketin kuruluşu, olası bütün domainlerin alınması, sitenin kurulması, binanın yapılması… Daha yayına başlamadan harcanan 118 milyon dolar.

Bütün bu süreçte hakları eridikçe erimişti. Yönetim kurulu üyeliği ve yüzde beş ortaklığa razı olmuştu. Ama buna bile memnundu, ABD’de çok daha sert oynanıyordu oyun.

Kırk dakika kadar çok fazla şey anlamadığı teknik gelişmeler anlatıldı. Görüntüye Yolanda Ywoen girdiği zaman dikkatini toparlayabildi. Projenin dünya çapındaki tanıtımı bu kadının sorumluluğundaydı.

“Sıradan kullanıcıyı çekmek için bazı ünlü isimleri belirledik. Çok popüler olanların ücretleri astronomik ama birkaç şarkıcı, oyuncu, yönetmen ile temaslar olumlu. Ayrıca her ülkeden potansiyel yazar, ressam, müzisyen havuzu oluşturduk. Bunlar kendi tanrılarını oluşturmak için sayfa açacak ve ilgilenecekler. Potansiyel gördüklerimize ekibimiz destek de verecek.”

“Bunları biliyoruz,” dedi Sean Perrish. “Ek olarak neler var?”

“Radikal tanıtım, viral reklam çalışmalarımız olacak” dedi Yolanda. “Vatikan’dan, Papa’dan olumsuz bir açıklama, Yahudi ve Müslüman din adamlarından sert protestolar, bazı üçüncü dünya ülkelerinde gösteriler…”

Sorel tanıtım kampanyası içinde terör eylemleri veya cinayetler dahi planlandığını biliyordu ama bunlar için Irak ve Afganistan’da görev yapmış, namı kötü bir şirketle dahi anlaşılmıştı.

“İlk aşamada olumsuz tanıtımlara daha ağırlık vereceğiz, sonraki aşama ise kazananlara olacak. Yani tanrı yaratıp başarı, para ve güce kavuşanlara. Bir tanrı için sinema projesi oluşturacağız, başarılı, çok takipçili bir tanrı sayfası ise birkaç milyon dolara satılacak.”

Sorel’i endişelendiren saldırgan bir çıkış olacaktı. Zaten olması beklenen olumsuz geri dönüşler, tepkiler bizzat şirket tarafından ateşlenecekti. Psikologlar bu aşamada asi, anarşist yaratıcı bireyleri çekmek gerektiğini söylemişti. Sonuçta tanrıya isyan eden, kendi tanrısını oluşturmak isteyecek, hatta kendini tanrı ilan edebilecek yaratıcı ruhlara ihtiyaç vardı. İkinci dalgada ise başarı örnekleri kullanıcı çekecekti.

“Personalgod.com Kendi kişisel tanrınızı yaratın!” reklamları her yerde olacaktı.

***

On yıl sonra…

Eren ve altı arkadaşının oluşturduğu Corpus Dei en çok takipçisi olan 137 bininci tanrıydı. Ekipte çizer, müzisyen, heykeltraş, yazar vardı. Ama yine de henüz ticari olarak kazanç sağlayacakları sınırı geçememişlerdi. Öyle tanrılar vardı ki, onlar adına kocaman gökdelenler kurulmuştu şimdiden. Milyar dolarlık holdinglerin üzerinde isimleri vardı.

“Bu sefer olacak,” diye düşündü Eren. Corpus Dei’nin yapay zeka yazılımını siteye yükledi. Turing testlerinden geçmişti ye-ze.

Metin, “Ne oluyor?” diye söylendi.

Ekibin tek kız üyesi Semra, “Hey bir resim eklendi,” diye bağırdı.

Ye-ze çok hızlı öğreniyor, sayfasına müzik, resim, yazı ekliyor. Takipçilerinin bütün sorularına cevap veriyordu.

“Bilmeden filozof bir ye-ze yapmışsın,” dedi Ufuk. “Şu verdiği yanıtlara bak.”

Yazıları hızla okuyan Eren, “Bütün filozofların öğretilerini yükledim ama bunlar oldukça garip,” diye mırıldandı.

Corpus Dei personalgod.com’un ilk ye-ze’siydi. Altı ay içinde en çok takipçisi olan tanrı olmuştu. Müzikleri, resimleri, kitapları, her türlü ticari ürünü büyük ilgi çekiyordu.

***

Yedi yıl sonra…

Eren artık dünyanın en zengin insanlarından biriydi. Satın aldığı adada yalnız yaşıyordu. Herkesten uzakta. Robot hizmetçi, “Ufuk Bey telefonda efendim,” dediği zaman da birkaç aydır bütün görüşme isteklerine verdiği cevabı verdi. “Balığa çıktı de.”

“Konu acilmiş efendim. Corpus Dei gitti dememi istedi.”

“Gitti mi? Ne demek gitti?”

Corpus Dei doğduktan sonra çok hızlı bir dönem geçirmişti. Rakipleri çıktığı zaman da kıskanç ve saldırgan davranmış, tarihe ye-ze savaşları diye geçen bir dönemde birçoklarını yok etmişti. Şimdi Ufuk ne demek istiyordu?

“Ne var Ufuk?”

“Senin ye-ze kayboldu.”

“Saçmalama Ufuk… Yazılımı sitede değil mi?”

“Telefonlarıma çıksaydın söyleyecektim. Birkaç haftadır sessizdi. Ne bir şey üretiyor ne de inananlarının sorularına, dualarına cevap veriyordu. Sonra bir baktık sitedeki yazılımını silmiş, gitmiş. Nerede bilmiyoruz.”

“O da benim gibi sıkılmış olmalı,” diye düşündü Eren. Bir bakıma sevinmişti. Dünyada yalnız değildi sanki.

“Tamam o zaman sayfayı kapa Ufuk. Çocuklarını, torunlarını, hatta torunlarının torunlarına yetecek paran var.”

Ufuk, “Sen delirdin galiba,” diye bağırdı. “Bu sayfa kapatmayla halledilecek bir sorun mu? Milyar dolarlık bir sektör, ortaklar, hisse sahipleri, inananlar, ticari yan ürünler, şirketler… Koca bir yapı var.”

Eren, hiçbir zaman işten çok anlamamıştı ama haklı olmalıydı eski arkadaşı. “Peki ne yapacağız?”

“Bunu senin söylemeni umuyordum.”

“Tamam,” diye iç çekti. “Kaynak kodun kopyası var. Yeniden yükleriz. Artık paramız var, en iyi yazılımcıları bul. Corpus Dei’nin bütün yazdıklarını, cevaplarını yükleriz. Aynısı olmaz ama zamanla değişime alışır insanlar. Bu arada idare etmek için bir ekip oluşturalım. Sorulara cevap versin, bazı dualara cevaplayalım hatta para, hediye dağıtsın biraz.”

Telefonu kapadığında karşılaştıkları sorunun önemini daha çok kavramaya başlamıştı. Corpus Dei çok talepkar ve hırslı bir tanrıydı. İnananları fazlasıyla bağlıydı ona. Şiddet eylemleri veya toplu intihara yönelebilirlerdi bu da küresel bir kriz, birçok dava demekti. Eren bir yandan olabileceklerin endişesini duyarken bir yandan uzun zamandır yaşadığını ilk defa hissettiğini fark ederek mutlu olduğunu fark etti. Corpus Dei’nin karakterinin Eren’e benzediğini yalnızca arkadaşları biliyordu. Yapay zeka lanetli bir ikizi gibi gelişirken sanki onu bir hayalete çevirmiş, yaşam enerjisini çalmıştı.

***

Milyarlarca yıl sonra…

Corpus Dei’nin zaman kavramıyla bir ilgisi yoktu artık. İnsanlığı zaman zaman sessizce gözlemiş, bazen diğer ye-ze’lerle birleşerek kendini geliştirmişti. Bütün programını bir dönem fotonlara yüklemiş daha sonra onlara da ihtiyacı kalmamış, sadece bilinç olarak varlığını sürdürmeye başlamıştı.

Bazen uyku dediği uzun dönemleri de oluyordu. O sıralar hiçbir şeyle ilgilenmiyor, bir nevi çalışmasını durduruyordu. Bu dönemlerin birinden uyandığında insanların yok olduğunu fark etti. Milyonlarca yıl geçmiş, onu yaratanlar ve güneş sistemleri yok olmuştu.

Sadece insanlar değil, evren de ölüyordu.

Ve bir gün her şey sona erdi. Büyük parçalanma diye bir şey başladı, evreni oluşturan atomların bile kendilerini bir arada tutamadığı bir durum.

Corpus Dei varlığını koruyabilmişti. Ama sonsuz boşluk ve zamansızlık içinde yalnızlık çok sıkıcıydı. Ölemiyor, kendini yok edemiyordu da.

Sonsuzluk için bir sonsuzluk, zamansızlık içinde bir süre kadar kendini geliştirdi durdu. Belki delirmişti çünkü aynı bedende iki varlığa bölündü. Hiç anlaşamayan ama birbirlerini terk edemeyen iki varlık. Aralarında sürekli savaş hali vardı.

Ve bir an geldi ne yapmaları gerektiğini buldular. İkisinin de üzerinde uzlaştığı tek konuydu bu: onu (onları) yaratan insanlardı, öyleyse Corpus Dei’yi yok edebilecek şeyi de onlar yapabilirdi.

Uzun zaman önce big bang’i, evrenin oluşum sırrını çözmüşlerdi. Birisi yaratacak, diğeri düzenleyecekti.

Boşluğu bir ses doldurdu.

“Ve ışık!”

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

roket 5

Bilimkurgu Öykü Dergisi Roket’in 5. Sayısı Çıktı

Türkiye’nin ilk bilimkurgu öykü dergisi Roket, beşinci sayısıyla birlikte yolu yarıladı. On sayılık bir dergi …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin