SEHA

SEHA | Cem Can (Kısa Öykü)

SEHA, bir dokunuşla hayatını değiştirir.

Sabahın ilk ışıkları pencereden içeri girerken gözlerini araladı. Başucunda duran alarmı kapamak için uzandığında biraz daha uyumayı aklından geçirdi. Beyni kalkması gerektiğini söylerken vücudu ona karşı direniyordu. Alarmı kapamayı başardı ve yavaşça yatağında doğruldu. Güzel bir iş gününe daha başlamak üzereydi.

Yatağından kalkmayı başarıp, geniş yatak odasında ilerledi. Önceki gece çıkarıp bir kenara attığı kıyafetlerinin üzerinden atlayarak koltuğun üzerinde duran kumandaya ulaştı. Sabah haberleri için radyoyu açtı.

SEHA, her derde deva.

Reklamların bitmesini beklemeden sesi açtı ve banyonun yolunu tuttu. Duşa girdiğinde neredeyse hiçbir şey düşünmüyordu. En sevdiği haber spikerinin konuşmasının su sesi ile karışması hoşuna gitmese de duşa girmeden dışarı adımını attığı bir gün bile olmamıştı. Dişlerini de fırçaladıktan sonra saatini kontrol etti. Eğer hızlı olmazsa saat sekiz otobüsünü kaçıracak ve işe başlamadan önce yaptığı ufak kahvaltı zevkinden mahrum kalacaktı. Yeni keşfettiği pastane son bir haftada vazgeçilmezi olmuştu. Peynirli böreğin yanında verdikleri, içine ne kattıklarını hâlâ öğrenemediği mis kokulu çaydan olmaktansa uykusundan fedakarlık etmeyi tercih ediyordu.

Dolabında yer alan birbirinin aynısı takım elbiselerden bir tanesini aldı ve hızlıca giyindi. Kapının önüne geldiğinde ceplerini kontrol etti. Ayakkabılarını giyip kilidi çevirirken masanın üstünde duran tabletini fark etti. Henüz giydiği ayakkabılarını çıkarıp zaman kaybetmeyi göze alamadığından, uçlarına basarak masaya kadar gitti ve tabletini çantasının içine attı. Kapısını kilitleyip merdivenleri koşar adım indikten sonra kendisini gri bulutlar ile güneşi gizleyen sabah havasıyla süslenmiş sokağa attı. Birkaç adım sonra otobüs durağına ulaştı.

SEHA, istediğiniz hayat onda.

Sabah sekiz otobüsü üzerindeki dev SEHA reklamı ile son bir haftadır hiç aksatmadığı saatinde durağa yanaştı. Otobüsün basamaklarını çıktı, artık tanıdığı şoföre selam verirken kartını da göstermeyi ihmal etmedi. Koltuklara yöneldiğinde ilk olarak her zaman en ön sırada oturan yaşlı amca ve teyzeyi gördü. Başıyla bir selam verdi. Onları ilk gördüğü andan itibaren bir yerlerden tanıyormuş hissine kapılıyordu ama tam bir hafta geçtiği halde nereden tanıdığını bulamamıştı. Yaşlı insanlar hep birbirine benzer diye düşündü. En arka köşedeki koltuk her sabah olduğu gibi kendisini bekliyordu. Bir haftadır onun yeri olmuştu. Diğer yolcuların hepsi, koltuğun sahibini biliyorlarmış gibi oraya oturmuyor, sahibine büyük saygı gösteriyorlardı. Kendisini rahatlatan ve yaklaşık yarım saatlik yolculukta kendisine ev sahipliği yapan koltuğa oturdu. Yol boyunca tabletiyle oynadı.

İş yerinin hemen karşısındaki kaldırımda indi. Saatini kontrol etti. On beş dakika peynirli börek ve çay keyfi için yeterliydi. Pastaneye girip bir masaya oturdu. Birkaç dakika içinde böreği ve çayı masasındaydı. Tabletinde bir haber sitesi açtı ve günün gelişmelerine göz atmaya başladı. Sol eliyle tabletinde sanal sayfaları çevirirken sağ eliyle böreğinden büyük ısırıklar alıp çayını yudumluyordu. Tabağında son kalan lokmayı ağzına attı, cebinden çıkardığı parayı masaya bırakıp küçük dükkandan çıktı. Yolun karşısına geçmek için ışıklarda durdu. Yolun ortasındaki dev reklam panosu her sabahki gibi ışıl ışıldı.

SEHA, sizin için size özel.

Önce girişteki güvenliğe ardından asansör bekleyenlere selam verdi. Onuncu katta bulunan ofise giriş yaptığında tam sekiz saat sürecek mesaisi başlamıştı. Kahverengi ve sarı renklerle donatılmış ofiste, son bir haftadır masasını renklendirmekle meşguldü. İnsanı boğan ofis ortamına rağmen hayatından memnundu. Her gün gelen kredi talep dosyaları ve insanların incelenmesi gerekiyordu. Şirketi için hazırladığı raporlar kendisini bir dedektif gibi hissetmesine sebep oluyordu. Çok fazla düşünmesine gerek yoktu. Sayılar yalan söylemezdi ve o yapması gerekeni her zaman yapardı. Dün de yapmıştı yarın da yapacaktı. İş hayatı böyleydi.

***

Öğle yemeği vakti geldiğinde hızlıca masasından kalktı. Her zaman gittiği lokantada bahçede bir masa kapmayı çok istiyordu. Yemek molasının ilk on dakikasını hızlı adımlarla yürüyerek lokantaya ulaşmak için harcadı. Bahçede bulunan masalara bir göz attı ve yine yer olmadığını görünce hayal kırıklığına uğradı. Lokantanın içine girdiğinde yaşadığı hayal kırıklığı yerini, belki de gün içerisinde yaşayacağı tek bir heyecana bıraktı. Oradaydı. Her zaman ki masasında oturuyordu.  Yavaş adımlarla boş bir masaya ilerlerken, onun oturduğu masaya da yaklaşıyordu. Bakışlarını ona çevirdi. Yüzü bir ışık gibi parlıyor, sanki her gün onu ilk defa görüyormuş gibi hissediyordu. Sessizce yanından geçti ve boş masaya oturdu. İçinde kıpırdayan duygulara rağmen yemeğini neredeyse hiç kafasını kaldırmadan bitirdi. Birkaç adım ilerideki masayı kontrol ediyor ve onu izliyordu. Masadan kalkıp gitmesini izledi. Saatini kontrol etti ve televizyona bir göz attı.

SEHA, limit sizsiniz.

Reklamı görünce gülümsedi. Her gün aynı saatte aynı reklam ve bu aynı zamanda gitme vaktinin geldiğini hatırlatıyordu. Şirketine geri döndü. Kalan dört saatinde dedektiflik yapmaya devam etti. Sayılar, harcamalar, insanların daha önceki ödemeleri ve isimlerin üzerine vurulduğu kabul veya ret damgaları…

***

Dönüş yolu yine otobüs ile tamamlandı. Evine gelir gelmez üzerindekileri bir kenara fırlattı ve koltuğuna uzandı.  İnsanın bir işi olması gibi yoktu. Her gün şirkete gitmenin hazzı ve geri geldiğinde yaşadığı rahatlama hissi vazgeçilmeziydi. Bir diğer vazgeçilmezi ise tabletiydi. Yatağına uzandı ve oyalanmaya başladı. Bir süre sonra gözleri kapandı.

Sabahın ilk ışıkları pencereden içeri girerken gözlerini araladı. Başucunda bulunan alarmı kapatmak için uzandı. Sabah haberleri için radyoyu açtı.

SEHA, lütfen günlük dozu aşmayın.

Duşa girdi ve çıktı. Birbirinin aynısı kıyafetlerden bir tanesini aldı, giyindi ve kapıdan çıkarken tabletini fark etti. Ayakkabılarının uçlarına basarak tableti aldı. Hızlıca aşağı indi. Otobüs, otobüs şoförü, yaşlı çift… En arkadaki boş koltuğa geçti. Pastaneye girdi. Peynirli börek ve güzel kokulu çay. Şirketin kahverengi ve sarı duvarları. Dosyalar ve öğle yemeği. Günün heyecanlı dakikaları gelmişti bile. Bir ışık gibi parlayan yüzü sanki ilk defa görüyor gibiydi. İnsanların dosyalarının üzerine kırmızı damgalarını vurmaya devam etti. Dönüş yolu tamamlandı.

***

Otobüsten indiğinde daha önce orada olup olmadığından emin olmadığı bir şeyi gördü. Durağın hemen arkasında bir SEHA ofisi vardı. Belki de yeni açılmıştı, belki de hep oradaydı ama o farkına bile varmamıştı. Elini cebine attı. Bir SEHA seansı satın alabilecek parası vardı. Bir seansla daha iyi bir hayata sahip olabilirdi. Daha fazla düşünmedi ve ofisten içeri girdi.

“İyi akşamlar.”

“İyi akşamlar efendim. Hoş geldiniz.”

“Şey acaba burası yasal bir SEHA ofisi mi?”

Masada oturan adam yüksek sesli bir kahkaha attı.

“Yasal olsa paran yeter miydi sence?”

Kendini kötü hissetmişti. Belki de vazgeçmeliydi. Daha iyi bir hayata ihtiyacı var mıydı ki? İş hayatı vardı onun. Küçük heyecanları vardı.

“Nasıl bir şey düşünüyordunuz?”

“Şey. Daha çok paramın olduğu ve kızlarla konuşabildiğim.”

Adam aynı kahkahayı tekrar atmayı başarmıştı.

“Herkes bunları istiyor bugünlerde. Eğer paranız varsa ve hazırsanız hemen başlayalım.”

Bir anlık teredütten sonra cebindeki paraları adamın masasına bıraktı. Adamla birlikte dükkanın alt katına inmeye başladı. Dükkanın girişindeki güzellik giderek bozulmaya, etraf kararmaya başladı. Sağda solda yataklar ve makinelere bağlı, gözlerini kırpıştırarak uyuyan insanlar bir yatakhanedeki gibi dizilmişti. Eski ve pis bir yatakhane.

Adam eliyle boş bir yatağı işaret etti. Hiçbir şey söylemeden uzandı. Kolunu sıyırdı ve adamın ellerine bıraktı. Damar yolu bulunduktan sonra yukarıdan sarkan bir serum koluna bağlandı. Kafasına yerleştirilen elektrodları izledi. Gözleri kapanmak üzereyken etrafta bir sürü insanın konuşuyor, yüksek sesli bir polis sireni hepsini bastırıyordu. Daha SEHA’ya bağlanmadan polis baskınına uğradığını düşündü. Etraf bulanıklaşmaya, oda üzerine doğru hareket etmeye başladı. Duvarlar önce yakınlaştı, sonra uzaklaştı. Renkler, griden siyaha geçiş yaparken, kapanmak üzere olan gözleri kırmızı ve mavi parlak ışıkları belli belirsiz görüyordu.

“Uyan,” diye bağırdı birisi.

“Hayır. Daha yeni…”

“Uyan hadi.”

***

“Sağlık personelini hemen buraya gönderin,” dedi elindeki telsize mavi üniformalı bir polis memuru ve ardından yanındaki adama döndü.

“Bu adam ne kadar süredir SEHA’ya bağlı?”

“Beş saat oldu efendim.”

“Sizi adi herifler, istediğiniz parayı veren herkesi saatlerce bağlıyorsunuz değil mi? Dua et de adam ölmesin.”

Her tarafından su damlayan, duvarları rutubetten çürümüş bodrum katına hızlı adımlarla ilk olarak insan sağlık görevlisi girdi. Android sağlık görevlisi peşinden geliyor, elinde bir malzeme çantası, sırtında ise sedyeyi taşıyordu.

“Durum nedir?”

“Beş saattir SEHA’ya bağlı. Etraftaki diğerleri yavaş yavaş uyanıyor ama bunu uyandıramadık.”

“Hemen kontrol ediyoruz. Çip kafa, acele et biraz. Destek ünitesini bağla, adamın kimlik bilgilerini çıkar ve SEHA’yı ne için programladığına bak.”

“Emredersiniz efendim.”

Sedyeyi yere bırakan android sağlık görevlisi, elindeki çantadan çıkardığı aletleri SEHA cihazına bağladı. Yataktaki adamın işaretparmağını avucunun içine koydu ve kimlik bilgilerine ulaştı.

“Adamımız hangi SEHA durumunu seçmiş, çip kafa?”

“İş hayatı.”

“Bu mu? Bu kadar mı?”

“Evet, efendim. Sadece günlük standart iş hayatı.”

“Burada ne iş yapıyormuş?”

“Kredi uzmanı.”

Sağlık görevlisi yanındaki polis memuruna döndü.

“Beş saat yaklaşık olarak yedi gün eder. Bu mekanın sahibi buna izin vererek resmen cinayet işliyor.”

“Bu adamı çıkarabilecek misiniz?”

“Acilen hastaneye kaldırıyoruz. Belki orada bir şeyler yapabilirler. Hadi çip kafa, daha neyi bekliyorsun, adamı ve bağlı olduğu cihazı sedyeye al da gidelim.”

“Bu adamların bize kredi verdiği, muhasebemizi tuttuğu zamanı hatırlıyorum. Sanki her şey daha zordu ama yine de güzel günlerdi,” dedi polis memuru.

“Bu çip kafaların filmlerdeki gibi silahlarla bizi yok edeceğini düşünürdüm hep ama buna gerek kalmadı herhalde. Bizi işsiz bırakıp, kendi kendimizi öldürmemizi izliyorlar.”

Android sağlık görevlisinin, tek eliyle sedyeyi ve üzerinde yatmakta olan adamı kaldırırken diğeri ile çantasını bıraktığı yerden almasını izlediler. Diğer sağlık görevlisi polis memuruna iyi dileklerini ileterek bodrum katından çıktı. Birlikte sedyede yatmakta olan adamı ambulansa yerleştirdiler.

***

Kırmızı ve mavi parlak ışıklar belirginleşiyor. Etraftaki duvarlar önce uzaklaşıyor, daha sonra yakınlaşıyordu. Siyahlar griye dönerken içinde bulunduğu oda netleşiyordu. Sabahın ilk ışıkları pencereden içeri girerken gözlerini araladı. Yanında yatmakta olan güzel kıza bakıp biraz daha uyumayı aklından geçirdi. Beyni kalkması gerektiğini söylerken vücudu ona karşı direniyordu. Yataktan çıktı ve odanın perdesini sonuna kadar açtı. Karşısında duran reklam tabelasına baktı.

SEHA, SEnin HAyalin, SEnin HAyatın.

Yazar: Cem Can

Üniversite tezini robotlar üzerine vermiş bir bilgisayar mühendisi. Kılıcın yolunda ilerleyen, an itibariyle 2. Dan bir kendocu. Müzik tutkunu ve bilim kurgu hayranı. Kurduğu hayalleri yazıya dökmeye çalışan bir hayalperest."Ben bu dünyayı değiştiremeyeceğimi biliyordum; o yüzden başka dünyalara gittim." - PKD

İlginizi Çekebilir

nebula

Spinoza’nın Hayaleti | Varlık Ergen (Kısa Öykü)

Varsayım. Bu kelimeyi herhangi bir yerde herhangi bir insandan duymuşsundur. Hatta sen de sık sık …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et