Riya Tohumu | Emre Bozkuş (Kısa Öykü)

“Abi yürüyüşe çıkalım mı?”

“Olur.”

Kardeşim aldığı ani kararlar ve fevri karakteriyle bilinir; bense sakinliğimle tanınırım. O gün de aynısı oldu. Bir anda nereden icap ettiyse yürüyüş isteğiyle geldi yanıma ki, normalde günün o saatinde uyurdu.  Şaşırsam da fırsattan istifade açılmış olurum diyerek kabul ettim. Giyindik ve çıktık. 

Her zaman gittiğimiz orman yolu yerine caddeye inince, “Nereye gidiyoruz, ormanda yürümeyecek miyiz?” diye sordum.

“Meydanda küçük bir işim var, onu halledip gideriz diye düşündüm,” dedi.

Bu emrivakiyi sade bir mimikle karşıladım. Neticede ne dersem diyeyim, onun sözünün geçeceğini biliyordum. Yol boyunca bunun dışında konuşmadık, fakat belirgin bir heyecan ve mutluluk içinde olduğunu gözlemleyebiliyordum. Kıpırtılar içinde adeta yürümüyor, havada süzülüyordu. Sanki yürüyüşe gitmekten fazlası geçiyordu aklından.

Nitekim meydana vardığımızda toplanmaya başlayan bir kalabalığa rastladık. Ama böyle etkinlikleri pek sevmediğimden yanlarından geçerek işimize bakmamız gerektiğini düşündüm. Ne yazık ki kız kardeşim meraklı biri olduğundan, aralarına dalmakta sakınca görmedi; ben de peşinden giderek kolundan tuttum ve kısık sesle, “Ne yapıyorsun, hani işlerin vardı?” dedim. O da bu soruyu bekliyormuş gibi, “İş dediğim buydu abi, burada biraz takılıp gideriz. Lütfen kırma beni,” diye karşılık verdi.

Yüzünde her zamanki sevimli ifade belirince kırmak ne mümkün… 

Meydan epey kalabalıktı, konu ise göçmen sorunları ve çözümleriydi. Kovmak isteyen de vardı, baş üstünde ağırlamak isteyen de. Yani, anlaşılacağı üzere uzman birkaç ismin konuştuğu bilindik panellerden daha ziyade kişilerin özgürce düşüncelerini ifade edebildiği açık mikrofon toplantılardandı.

Bir aralık kız kardeşimin yanımdan ayrılarak sahneye çıktığını fark ettim. Orada biriyle konuşuyordu. Zaten ardından kürsüye çağrıldığımda niyetini anladım. Yazar ve düşünür diye anons edilmenin beni ne kadar rahatsız edeceğini ancak kız kardeşim bilebilirdi. Ama yine de bunu yapmakta sakınca görmedi. Maalesef çaresizce sahneye çıktım. Herkes kadar konuştum, herkes kadar dinledim. Sahneden indiğimde de kız kardeşimin yanında beni anons eden adamı gördüm. Uzun boylu, kumral, beyaz tenli, yakışıklı bir tipti. Aralarındaki elektrik beni rahatsız etmiş, germişti, yine de bozuntuya vermeden tanışma faslına geçtim. 

“Abi, bu Çetin. Kendisi bu sivil platformun genel koordinatörü. Aynı zamanda da benim erkek arkadaşım. Bugün seni çağırdım, çünkü sana haberim var.”

Heyecanlarından ne düşündüklerini anlasam da bilmiyor gibi yapmak işime gelmişti.

“Dinliyorum, neymiş haberin?”

“Biz Çetin’le evlenmeye karar verdik. Ailede en yakın olduğum kişi de sen olduğundan, bu düşüncemi ilk olarak seninle paylaşmak istedim.”

“Görüyorum ki yürümekten anladığımız şeyler çok farklıymış,” dedim ve gülümseyerek ortamı yumuşatmaya çalıştım. 

Fakat müstakbel damadın donuk bakışları ve ifadesizliği beni şaşırttı. Kız kardeşim gerginliği hissedince devreye girdi. 

“Abi bırak şimdi alaycılığı, ciddi bir şey anlatıyorum. Çetin’in ilk olarak seninle tanışmasını istedik. Bizimkilerle nasıl olacağına karar vermek de sana düşer diye düşündük.”

Benim için beklenmedik olan bu durumu daha iyi karşılayabilmek adına, “Burada olmaz, daha uygun bir zamanda ve mümkünse bir yerde oturarak konuşuruz,” dedim. “Hem böylesi daha münasip olur.” 

Kız kardeşim bozulduysa da belli etmedi. Aklında başka bir düşünce daha vardı anlaşılan, o hararetli ortamda ona gereken önemi veremeyerek konuşmaları dinlemeye devam ettim.

***

Birkaç gün sonra, bir devlet görevlisinin bizi ziyarete geleceği bildirildi. Telefonda babama, birkaç gün önce kız kardeşimle bulunduğumuz panel hakkında bazı sorular soracaklarını söylemişlerdi. Haliyle babam gergindi; bir yandan ikimize kızıyor, diğer yandan gelecek misafir için gereken hazırlıkları kontrol ediyordu. Kitaplarımda sakıncalı bir şey var mı diye hepsine teker teker bakıyordu. Neyse ki onu sakinleştirebildim ve beklemeye koyulduk.

Akşam misafir geldiğinde, sakince dizildik kapıya. Yanında birkaç korumayla merdivenleri çıktı ve girişte, “Dayı bu kadar merdiveni çıkmak beni bile yordu, sen nasıl dayanıyorsun?” diyerek danışmanına dönüp, “Dayımızı asansörlü daha iyi bir daireye yerleştirelim, ailesiyle rahat etsin,” dedi ve içeri girdi.

Tanışma faslı çabuk geçti, çünkü asıl gayesi bizimle konuşmaktı. Üçümüz ayrılarak misafir odasına geçtik ve konuşmaya başladık. Söze o girdi.

“Geçenlerde katıldığınız bir panelle ilgili sorularım olacak. Bu konuda bana karşı dürüst olacağınızı ve şahit olduğunuz her detayı paylaşacağınızı umut ediyorum.”

Sesindeki tatlı tınıya rağmen beden dili emir verir durumdaydı. Bunun konumu gereği mi yoksa konu gereği mi olduğunu anlayamasam da, “Tabii,” diyerek uysal bir tavır sergiledim. Fakat kız kardeşim benim aksime sert bir mizaca sahipti.

“Koskoca devlet sıradan bir panelin katılımcılarını neden sorgulamak istiyor, bunu anlayamadım açıkçası.”

Bu tarz çıkışlara alışık olduğunu belli eden bir tavırla oturuşunu değiştirdi.

“Lütfen sakin olun, sadece birkaç basit sorum var.”

Öylesine tatlı bir dili vardı ki, kız kardeşim bile yumuşamıştı. Bunu fark ettiğinde de kaldığı yerden devam etti.

“Panel yöneticisi kimdi?”

“Arkadaşım Çetin. Toplulukların ortak kararıyla panelin idaresi ona verildi.”

“Sakıncası yoksa bir şey sormak istiyorum. Çetin Bey kimdir?”

“Bunu neden soruyorsunuz? Ya da neden kendisine sormuyorsunuz?”

“Hanımefendi, Çetin Bey’le aranızdaki ilişkiyi biliyorum. Bu nedenle onu korumak istemenizi anlayışla karşılıyorum. Burada bir sorguda değilsiniz, fakat bana yardımcı olmanız gerektiğini hatırlatırım. Nezaketim sizi yanıltmasın, bu bir rica değil.”

Sesi ciddileşmişti, ama kız kardeşim bunu anlamazlıktan gelerek, “Toplulukların oluşturduğu ortak platformun idari amiri olarak görev yapıyor. Ayrıca Marmara İletişim Fakültesi mezunu. Başka sorunuz varsa buyurun.”

Ortamın gerildiği aşikardı ama Müsteşar Bey kriz yönetimini iyi yaparak, “Anlaşılan sizlere konuyu daha uygun bir yerde anlatmam gerekiyor. Lütfen benimle gelin,” dedi ve yerinden kalktı. 

Binadan çıkana kadar tek kelime etmedi, araba hemen kapının önüne park edilmişti zaten. Şoförüne, “Mehmet, bir süre bizi yalnız bırakın,” dedi.

“Emredersiniz efendim.” 

Korumalar ve şoför hemen oradan uzaklaştı. Sonra kapıyı açtı ve bizleri makam aracına buyur etti.

***

“Emin misiniz, bu çok sarsıcı bir iddia ama…”

“Evet Selim Bey, damat adayınız bir uzaylı. Kendisi Reptilian olarak bilinen bir ırka mensup. Gerçek ismi Z-653 ve emrindeki kişilerle birlikte sadece birer öncü. Amacı Türkiye’den başlayacak olan işgal için ilk adımı atmak. Onun işaretiyle yörüngede bulunan galaksiler arası işgalci filo Dünya’ya inecek ve melezleştirme başlayacak. Bunu engellemek adına kısa sürede Çetin’i durdurmamız gerekiyor.”

Kulaklarım çınlıyor, düşüncelerimi toplamakta zorlanıyordum. Kız kardeşim ise adeta şok olmuştu.

“Buna nasıl emin olabiliyorsunuz? Yeterli kanıtınız var mı?”

“Elbette. Gittikleri gezegenlerde seçtikleri kadınları kendileriyle birlikte olmaya ikna ederken bir çeşit feromon kullanıyorlar ve böylece melez bir ırkın ceninini oluşturuyorlar. Ayrıca fiziksel kanıtlarımız da mevcut.”

Önündeki portatif sehpanın orta bölmesinden bir dizüstü bilgisayar çıkardı. Bir klasör açtı. Birçok video ve fotoğraf bulunuyordu. Videolardan herhangi birini oynattı. Çekim gizli kamerayla yapılmıştı. Çetin birkaç kişiyle hararetli bir şekilde tartışıyordu. Konuştukları tam olarak anlaşılmasa da arada sırada belirli noktaların üzerinde işaretlendiği bir haritayı gösteriyordu. Washington, Paris, Berlin, Londra, Pekin ve birçok şehrin yanında İstanbul… Sonra aniden şekil değiştirip, yemyeşil bir yüzle birbirine bakarak selam verdiler ve video kapandı. Söylediklerini anlamamıştım, yine de şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemez haldeydim.

Videonun ardından başka yerlerde çekilmiş fotoğraflar da gösterdi. Çetin’in uzaylı olduğu kesindi ama bunu kabul etmek gerçekten zordu. Bu, insanın algılayış sınırlarını zorlayan kabuslarla dolu bir geceydi.

“Gördüğünüz üzere sadece siz ve aileniz değil hepimiz tehlike altındayız. Reptilian’lar yırtıcı ve çok akıllı bir tür. Onlarla şu şartlarda henüz avantaj bizdeyken mücadele edebilirsek kazanmamız olası. Bu konuda sizin yardımınıza ihtiyacımız var.”

“Peki, biz ne yapabiliriz acaba?”

“Siz değil, yalnızca Mehtap Hanım ve… karnındaki çocuğu…”

***

Mehtap saatlerce hiçbir şey söylemedi. Yalnızca sustu ve düşündü. Üzerindeki duygusal baskıyı hissettiğim halde bir şey yapamıyor olmak da beni üzüyordu. Açık açık tehdit edilmiştik ve yapacak bir şey kalmamıştı. Fakat Mehtap’ın yapacağı seçimin ne denli zor olduğunu bildiğim için ona baskı yapmak doğru gelmiyordu.

“Hamile olduğunu bana neden daha önce söylemedin? Tanımadığım bir adamdan mı öğrenmeliydim bunu?”

“Yapamadım abi,” dedi. Gözlerinde umutsuz bir ifade vardı. Çaresizlik içinde kıvranıyordu karşımda. Sesi sanki bir kuyunun dibinden geliyordu.

“Ona bunu yapmazsak, onun bize yapacaklarını düşün,” dedim sesimi yükselterek.

“Sence o bize acıyacak mı? Ajan’ın sözlerini de duydun.”

Sesini çıkaramadı. Acısını anlamam gerekiyordu, yeniden sessizlik çöktü aramıza.

Bir aralık yeniden konuşmak istedim ama o benden önce davranarak, “Yapamam abi… Ondan dahi olsa kendi çocuğumu riske atamam,” dedi ama bitiremedi sözünü. Bir süre gözlerimin içine baktı. Sevdiğini mi söyleyecekti, yoksa korkuyor muydu? 

“Neden yapamazsın dedim, bana açıklamak zorundasın! Sence o bize ya da başkalarına acıyacak mı?”

“Yeniden ağlamaya başlamıştı. Sinirlenmiştim. Sanki duvarlar üstüme üstüme geliyordu. “Ne düşünüyorsun?” diye sordum ardından sakinleşerek. “Bunu yapmamız gerektiğini biliyorum ama kararı senin vermen daha uygun,” diyerek teskin eder bir sesle konuştum. 

Gözyaşlarını silerek, kızarmış gözlerle bana baktı. Aldatılmıştı, kullanılmıştı ve tüm bildikleri yalandı. Bir an duraksadı, gözlerinden kararlı bir ifade belirdi, ayağa kalktı ve ellerimi tutarak kısılmış sesiyle, ”Tamam,” dedi. “Yapacağım. Ama bir planım var.” 

Kararımızı bildirmek için telefonu aldım elime. Tam numarayı çevirirken, tüm sokak hatta şehir gün doğarcasına aydınlandı. Pencereden gelen ışığa gözlerimiz alıştığındaysa korkunç bir manzarayla karşılaştık. Bir UFO evin bulunduğu sokağa, tam da apartmanın önüne indi. Demek ki doğruydu. İşgal başlıyordu işte. 

Ardından büyük bir gürültüyle dev gibi kapıları açıldı geminin ve Çetin dışarı çıktı. Bakışlarında artık o tanıdık ifade yoktu. Onun işaretinin ardından gecenin karanlığını aydınlatan onlarca UFO inişe geçti. İçlerinden çıkan askerler aldıkları emir doğrultusunda yürüyüşe geçtiler ve birçok insanı gemilere bindirmeye başladılar.

***

“Cenini hızlandırma tüpüne alın ve kadını buraya getirin.”

Çetin’in emri kesin ve netti. Mehtap çırpınsa da kollarına giren iki uzaylının gücüne karşı koyamayarak sürüklendi. Ameliyat masasına yatırdılar ve sıkıca bağlayarak gerekli prosedürü başlattılar. Etrafında onlarca cihaz yanıp sönüyordu. Ardından bir vakum cihazı çıktı araçların içinden, mekanik kollar bedenini testlere tabi tutuyordu. Kan değerleri, nabzı v.s. Vakum, tüm değerlerin normal olduğunu saptar saptamaz vücuduna temas etti ve anlık sancının ardından tüpte cenini belirdi.

“Bu cenin bizlerin geleceği olacak. Bizlerin ve siz insanların gelişerek ilerlemesini sağlayacak.”

“Köle olarak mı?”  

Mehtap’ın yüzündeki kızgın ifadeyi görmezden gelen Çetin, testlerin sonucunu almak için robotların bulunduğu ekrana dönerek konuşmaya devam etti.

“Sen ne kadar inkar etsen de ikimizin geleceği bir ve çocuğumuz bunun ilk adımı olacak.” 

Oysa ekrandan akan veriler tam tersini söylüyordu. Bebek melez değil safkan bir insandı. Şaşkınlıkla Mehtap’a dönen Çetin birkaç saniye içinde çökmeye başlayan sistemden ne olduğunu anlamıştı. Bebeğin bedenine yerleştirilmiş bir cihaz sayesinde tüm askerlerin ve elektronik cihazlar kullanılmaz hale geliyordu. Buna geminin kendisi de dahildi. Kapılar da açılınca dışarıda önceden hazırda bekleyen dünyalı askerler geminin kontrolünü ele geçirmişti. Panikleyen Çetin bundan kurtulamayacağını anlayınca kaçmaya yeltendi. Alt bölümde bulunan yedek kapsüllere doğru koşmaya başladı. Tek çaresi buydu. Ne yapıp ne edip sıyrılmalıydı, yoksa başına gelecekleri hayal bile edemiyordu. Fakat hesaba katmadığı diğer bir şey onu orada da bekliyor oluşumuzdu. Birkaç askerle gözaltına alınan Çetin ya da diğer adıyla Z-653, gizli bir askeri tesise gönderildi. Ben de kız kardeşimle bebeğini kurtardım ve gemiden ayrıldık.

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

intihar

İntihar | Sa Bahattin (Kısa Öykü)

Bu, yedinci intihar girişimim. Bu kez kendimi trenin önüne attım, yine de ölemedim. Aslında, ilk …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin