Rhea | Varlık Ergen (Kısa Öykü)

“Kimsin ey insan!” var gücüyle bağırdı Selim. Kayalıkların aşağısında bir nehir gibi görünen vadiye bakınırken, daha da yorulduğunu anlamış olacak ki gerisin geriye yürüyerek bir taşın üzerine oturdu. Ayaklarını uzattı, başını öne eğdi ve toprakta gezinen karıncaları izlemeye koyuldu. Tüm çocukluğu boyunca kayalığın bulunduğu bu tepeye yaptığı ziyaretler ile adından sıkça söz ettirmişti. “Köyün delisi,” diyorlardı ona. Oysa yalnız kalmak ve düşünmek istiyordu. Şimdi otuzlarına merdiven dayamışken kirli, dağınık, kıvırcık saçları alnını kapatıyordu. Yüz hatları gergin bir insanı tarif eder gibiydi. Sesi ise çocuksu bir sakinliğe sahip gri sis rengindeydi. Kin gütmüyordu hiç kimseye. Onun derdi kendisiydi. Bir türlü zihninde dönüp duran sesleri susturamamıştı. Çok sonra bundan vazgeçip yanıtlar aramaya başlamıştı. Daha geçenlerde kahvede otururken kemerine iliştirilmiş ipe bağlanan konserve tenekeleri ile yürümeye kalkmıştı da dönüp kimseye bağırmamıştı. Sessizce durup ipi çözmeyi denediyse de olmadı, cebinden çıkardığı çakısıyla kesip kurtulmuştu alay konusu olduğu bu durumdan. Köylüler oyun masalarında kendilerinden geçercesine kahkahayla gülerken kapı eşiğine yakın olan ihtiyar, “Selim, noldu lan senin şu antik kuntik bilim işlerine? Ne zaman uçuruyon bizi?” diye sordu. Alaycı cümleler ardı ardına dökülüyordu ortalığa. Kahveci Ahmet, elini Selim’in omzuna koyarak “Hadi abim, git biraz hava al,” diyerek ona kapıyı gösterdi. Köy meydanındaki koruyucu meleği Kahveci Ahmet’ti. Ancak onun dahi engel olamadığı böyle aşırılıklarla karşılaşmaktan yine de kurtulamıyordu.

Selim, birkaç yıl okula gitmiş ve o dönem konuşmakta zorlandığı için akran zorbalığı nedeniyle okulu bırakmak zorunda kalmıştı. Sonrasında felaketler üst üste geldi. Önce annesi, ardından babası beklenmedik kalp krizleri ile hayatlarını kaybederken onun sığındığı kişi anneannesi olmuştu. Ahırda bulunan birkaç koyunla dağ bayır gezen Selim, kendi başının çaresine de bakmayı öğrenmişti. Köy öğretmeninin verdiği anahtarla geceleri okula girer kütüphaneden kitaplar alırdı. Bilime olan merakını fark eden öğretmen, bir yolunu bulmuş ve koliler dolusu kitap ve dergi getirmişti ona. Selim’in en mutlu olduğu gündü sanırım. O da karşılığında okulun yakacak odununu yapmayı teklif ettiğinde gülümseyen öğretmen bu teklifi yevmiyesini alması karşılığında kabul etmişti. Onunla arası iyiydi ancak köylüye göre öğretmenin verdiği kitaplar çocuğu iyice delirtmişti. Artık o da alay konusu olduğundan daha fazla dayanamayarak tayin isteyip ayrılmıştı köyden. Ancak Selim’i hiç unutmadı, onunla iletişimi yine kitaplar aracılığı ile gerçekleşiyordu. Selim bu şartlar altında büyürken dedesinden kalma emekli maşının idaresini de yüklenmişti. İlk gençlik yıllarında özellikle biyolojide ve felsefede çok iyi olduğunu keşfetmeye başlamıştı. Öğretmen haklıydı, onun içinde bir ışıltı vardı. Durmaksızın okuyordu. Koyun otlatırken, akşam közde demlediği çayı içerken, gündüzleri bahçedeki hamakta sallanırken… Bazı zamanlar anneannesine anlatırdı “Nene, görüyon mu bak, Mars’a gideceklermiş…” Yaşlı kadın ise “Gavurların işine akıl ermez oğlum, işine bak sen.” derdi.

Günler çabucak geçti. Anneannesi de göçüp gitmişti bu dünyadan. Artık bu koca evde yalnız yaşıyordu, küçük bir bahçesi ve birkaç koyunu ile durmaksızın okuduğu kitaplarla arkadaşlık ederek ömrünü tüketiyordu. Öğretmenden de uzun süredir haber alamadığından onu da kaybettiğini anlamıştı. Tarifi zordu yaşadığı kimsesizliği anlatmanın. Yıllar sonra bir sabah, başında küçük bir sızıyla uyandığında rüyasında öğretmeni gördüğünü anımsadı. Kır saçları iyiden iyiye dökülmüş olan adam ona el sallıyordu. Aklının bu oyununa hayret eden Selim, içine çöken sıkıntıdan ne yapacağını bilemeden gün boyu oyalandı durdu. Birkaç gün sonra evinin önündeki bahçeye yanaşan otomobili gördü. Hiç tepki vermeden camın arkasında öylece bekledi. Otomobilden inen üç kişi doğrudan ona bakıyordu. Selim korkmuştu. Hemen perdeyi kapatıp birkaç metre geriye doğru çekildi ancak merakına yenik düşerek yeniden cama yaklaştığında üç garip adamın hala orada olduklarını gördü. Zihninde yankılanan “Dışarı çık,” sesinin hayal mi yoksa gerçek mi olduğuna anlam veremiyordu. Sinsi bir sakinlik üzerine çöktüğünde kapıya doğru yöneldi, paslanmış sürgüyü çekerek açıp çıktı. Ayakkabısını giyindi ve doğrudan ahıra gidip koyunları serbest bıraktıktan sonra esrarengiz adamların yanına doğru yürümeye başladı.

O günden sonra onu gören olmadı. Köyde şehir efsanesi dedikodular alıp başını yürümüştü. Uzaylıların onu kaçırdığından tutun da cinlerin onu çarpıp keçiye çevirdiğine kadar türlü türlü laflar dolaşıyordu. Çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği evi ise adeta lanetlenmişti. Ortaokul çağındaki çocuklar, oyunlar kurup bu evde cesaret sınavı verir olmuşlardı. Selim’in geceleri evin içinde  dolaştığını söyleyenler, gözleri ateşten keçilerin melediğini duyanlar, ayakları ters dönmüş şeytan başlı insanların bebekleri çiğ çiğ yuttuğunu görenler… Anlatılanlar öylesine etkili olmuşlardı ki anneler çocuklarını o eve girmemeleri konusunda sıkı sıkı tembihliyorlardı. Artık ıssız ve ürkünç bir halde duran ev, kendi kaderine teslim edilmişti. Tıpkı bir zamanlar Selim’e yapılanın aynısı olmuştu.

Uzun boylu, esmer tenli, dalgın bakışlı Selim banyosunu yapmış, rahat ve güzel kıyafetler giyinmişti. Saçları ve sakalları traşlıydı. Elinde tuttuğu kahve kupası ile yürürken masal gibi geçmiş ömrünü düşündü. “Nasıl uyanamadım lan onca sene?” diye sordu kendi kendine. Toplantı odasına vardığında sağda solda bekleşen diğer gençlerle selamlaştı. Salona giren kadının topuklu ayakkabısından çıkan sesle tüm dikkatler kürsüye çevrildi. Herkes sandalyelere yerleşti. Sarı düz saçları omuzlarına kadar uzamış, hafif makyajı ile duru bir güzelliğe kavuşmuş kadın Aylin’den başkası değildi. Parfümünün kokusu Selim’i adeta hipnoz etmişti. Kahve kupasını düşmekten son anda kurtarsa da elinin yanmasına engel olamamıştı. Ancak bir önemi yoktu, ondan gelen tını geri kalan her şeyi önemsizleştiriyordu. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji alanında uzmanlık yapmış olan Prof. Dr. Aylin Akyol olağanca sakinliği ile orada, tam karşısındaydı. Uyanışından sonra bu villaya getirildiğinde ilk ondan bahsedilmişti. Onu gördüğünde koşup boynuna sarılma isteğini zorlukla bastırdı. Bedeni bir spa masajından çıkmışçasına rahatlamış, zihninde şimşekler çakıyordu. Saklı kalmış arzuları uyanmaya başlıyordu. Kendi nesli ile birlikte olmak, onlarla iletişim kurmak tarifi imkânsız bir çokluk duygusu yaratıyordu. Yaşadığını ilk kez hissediyordu.

Çok zaman geçirmişti Selim’in bedeninde. Kendi benliği ile Selim ve köylüler arasında sıkışıp geçen onca yıl sonrasında Aylin’i görmekten daha büyük bir armağan olamazdı. Kadın, kürsüye yaklaştı ve doğrudan gençlerin ruhuna bakar gibi başladı konuşmasına, “Tebrikler, bir sınavı daha geride bıraktınız. Burada olduğunuza göre başarılı da olmuşsunuz. Hedefe bir adım daha yaklaştınız. Nihayet hasat zamanı geldi çattı. Dünyanın birçok ülkesinde sizin gibi soydaşlarımız bugün bir araya gelecek. Artık gerçek birer Rhea oldunuz…” Uzun uzun anlatıldı salondaki her gencin hayatı. Duvara yansıtılan görüntülerde varoluş amaçları ve bu amaca giden yollar gösteriliyordu, notlar alındı. Hiç de azımsanmayacak kadar çok olduklarını öğrendiler. Sorular da ardı arkasına geliyordu. Aylin, sabırla her birine yanıtlar yetiştirirken, programdan da uzaklaşmamaya gayret ediyordu.

Bir hafta süren toplantıların ardından gençler yeniden küçük dinlenme odasına çekildiler. Artık öz benliklerini yeterince hatırlamış ve tanımışlardı. Aylin ve ekibinin yıllardır uğraş verdiği proje nihayet meyvelerini vermeye başlamıştı. Şimdi on iki konak ülkenin çeşitli yerlerine gitmeye hazır olmuşlardı. Muhtemelen uzayda savrulurken bir astronota denk gelmişlerdi ve onu konak olarak kullanmışlardı. Orada ne işleri olduğunu ve nereden geldiklerini henüz açıklayamıyorlardı. Dünyada bulunan bakteri ve virüslerle ortak yönleri olmasına rağmen yeni bir tür olduklarını biliyorlardı. Her parazit gibi konakladıkları bedenleri ele geçirmek ilk hedefleriydi. Sonrasında ise konağın zihnini ele geçirmek vardı. Bu durum Selim’in neden bunca yıl boyunca uyumsuz olduğunu açıklıyordu. En sonunda Selim’i tamamen ortadan kaldırarak nihayet kendisi olabilmişti.

Ya başaramasaydı? Yeniden bir insan bulmak kim bilir kaç yılını alacaktı. Yıllar boyunca düşünmenin dahi mümkün olmadığı bir ölü hayatı içinde sıkışıp kalacaktı. Toplantıya katılan konaklar şimdi bambaşka bir görev hazırlığı içindeydiler. Yeteneklerine uygun alanlarda çalışacaklar ve diğer Rhea’ların uyanmaları için çaba göstereceklerdi. Böylece, konakladığı kişi öldüğünde kabuğuna çekilip yeni bir insan bulana kadar bekleme işkencesi de sona erecekti. Yeni beden, yeni bir hayat ve yeni dert demekti. Her şeye sıfırdan başlamak ve kim olduğunu anlamak yıllar sürecek bir uğraşla mümkün olabiliyordu. Selim gösterilen adreslerdeki uyumsuzları takip edecek ve olası Rhea’ları tespit edecekti. Aylin’in söylediğine göre çoğalabilmenin iki yolu vardı; ilki her şeyi ile ele geçirilmiş iki konağın çiftleştirilmesi, diğeri ise yapay müdahalelerle viral ekspresyon yaparak RNA sentezi gerçekleştirmek. Bu, salgın hastalık demekti. Amaca giden en kestirme yoldu.

Aylin, birlikte yaşamak için Selim’i seçmişti. Amaç basitti, türünün devamı. Eğitimden sonra her konak plana sadık kalarak görev yerlerine hareket ettiler. Aradan on yıl geçti. Dünya Sağlık Örgütü verilerinin içerdiği dosyayı okuduktan sonra keyifle masasına fırlatan Aylin, “Çok yaklaştık. Haberler harika, hastalık hızla yayılıyor. Hele bir de aşıyı bulsunlar bak gör o zaman neler yapacağımızı, birkaç nesil sonra saklanmaya bile gerek duymayacağız.” dedi. Selim, oturduğu tekli koltuktan kalktı, kararlı adımlarla masanın arkasını dolaştı ve onu boynundan öperek saçlarını kokladı. Ellerini aşağılara indirdi ve memelerini okşamaya başladı. Kulağına “Bir çocuk daha yapalım mı sevgilim, hemen şimdi?” diye fısıldadı.

Yazar: Varlık Ergen

sabaha karşı başlamış bir doğumun eseriyim_ cennet bahçelerinden düşenlerdenim bir de- parçalanmış benliklerimin gölgesinde bir bireymiş gibi yaşıyorum_ tuzlu suyun yakınlarında olmak şanslı kılıyor beni- #ModelEvren #Sinestezi #KaraDua #Matem varlikergen.com -yazar-okur-seslendirir-

İlginizi Çekebilir

intihar

İntihar | Sa Bahattin (Kısa Öykü)

Bu, yedinci intihar girişimim. Bu kez kendimi trenin önüne attım, yine de ölemedim. Aslında, ilk …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin