GalaTower’ın bir saatte bir tur dönen seyir terası, ziyaretçilerine her zamanki gibi eşsiz İstanbul manzarasını sunuyordu. 2021’deki büyük yangında yerle bir olan Galata Kulesi’nin yerine yapılmış elli bir katlı gökdelenin tepesindeki restoran, Güney – Emre – Akın üçlüsünün senelik buluşmalarının 2071 için ev sahibi olma şerefine erişmekteydi.
Her biri kırk bir yaşını doldurmuş olan üçlü, üniversiteden arkadaştılar ve her nasılsa okuldan sonra da kopmamayı başarmışlardı. Hiç değilse yılda bir kez bir araya geliyor; kimi zaman balık tutmaya gidiyor, kimi zaman boğaz gezisi yapıyor, kimi zaman mangal partisi veriyor, kimi zaman da şimdiki gibi akşam yemeğiyle idare ediyorlardı.
“Dorida’nın seyir terasından bile iyiymiş burası. Daha önce discover etmeliydik,” dedi Akın. Kırmızı şarabını yudumlarken İstanbul’un günbatımı manzarasına gözlerini kısarak bakmaktaydı. Kirli sakallı, şık giyimliydi ve fit bir görünüşü vardı. Spor salonlarına haftada sekiz saatini harcadığı için aralarında kas kütlesi bakımından en iyi durumdaki oydu.
“Fena değil işte,” dedi Güney. Burayı öneren o olduğundan bizzat övmek yerine, seçimi için övülmeyi tercih ediyordu. Saçsızlığın kendine yakıştığını düşündüğünden saç ekimine hiç başvurmamıştı. Böylece kırk yaşını geçip saçına müdahale ettirmeyen yüzde ikilik dilime girmiş oluyordu.
“Ara sıra gelinir buraya, ben de beğendim,” dedi Emre her zamanki gibi biraz çekingence, “ama biraz fazla expensive.”
“Expensive mexpensive… Paraları aşk robotlarına harcayacağına böyle aktivitelere harca sen de, buddy,” diye göz kırptı Güney.
“Sahi şu robot olayı nedir? Ben de Glass’ta gördüm geçen gün ama get edemedim,” dedi Akın. Bardağını masaya koydu. Gözlük ve cam formatından çoktan çıkıp lense dönüştüğü halde ismi hâlâ Glass olan mikrobilgisayarı, minik mavi harflerle bardağın %43’ünün dolu olduğunu bildirdi. Diğer onlarca küçük istatistikle beraber.
“Ne olacak,” diye araya girdi Güney, “beyefendi kendine göre hatun bulamadı, robotlarla takılıyor.” Kıkırdayarak ağzına bir suşi götürdü.
“Ya, öyle bir şey değil. İstesem alasını bulurum da uğraşmak istemiyorum.”
“Bırak bu işleri. Şu yaşa geldin, hâlâ tek bir kız arkadaşın olmadı ve hâlâ bakirsin. Yalan mı?”
“Değil.”
“Eşcinsel olmadığını iddia ediyorsun. Öyle olsan söylerdin herhalde. Ayıp bir şey değil sonuçta.”
“Geçen bir istatistik read ettim,” diye araya girdi Akın. “Türkiye’nin 21 percenti homoseksüel ilişki yaşıyormuş. Bu hızla giderse…”
“Abi bırak şimdi istatistikleri falan. Konuyu dağıtma,” dedi Güney. Tekrar Emre’ye döndü. “Bak sana kaç kere dedim, sana bir kız ayarlayalım. Sen de kurtul, biz de kurtulalım.”
Emre bu muhabbetin bir an önce kapanmasını istiyordu ama Güney’i tanıyorsa tatmin olmadan hayatta kapatmazdı. En iyisi meseleyi dolandırmadan, adama istediğini vermekti. “Abi, kaç kere söyledim. Benim kızda gözüm yok. Kız arkadaş arzum yok yani.”
“Hormonlarında bir problem mi var?”
“Hayır, Glass’ım sürekli test ediyor, yalan söyleyecek değil ya. Gayet normalim.”
“Psikolojik problemler?”
“Öyle bir şey de yok. Tamamen kendi irademe dayalı bir seçim. This is my choice, anlatabildim mi?”
“E o zaman niye ‘Türkiye’nin ilk aşk robotunu Emre Altıngül satın aldı,’ diye bir haber okuyorum ben?”
“Çünkü o bir hayat arkadaşının özelliklerinin tamamını sağlayıp, negatif yönlerini barındırmayan bir şey.”
“Şöyle desene,” diye güldü, “kızların dertlerini çekmek istemiyorum diye.”
“Seni tatmin edecek cevap buysa, evet öyle. Bir kız arkadaş sahibi olmanın külfetini düşünsene.”
“Külfet ne demek lan?”
“Trouble işte. Geçen gün eski bir romanda okudum, oradan kalmış aklımda.”
“Çok extraordinary bir adamsın Emre. Neyse… Abi kırk yıllık ömrümde yetmiş seksen tane kızla birlikte olmuşumdur. Emin ol, çok iyi biliyorum külfetlerini. Külfet… Bak bana da bulaştırdın. Artık bu çirkin kelime tüm gezegene yayılacak ve sorumlusu sen olacaksın.”
O esnada Akın tuvalete gitmek için izin istedi. Üre biriktiricisi olmayan hafif bir pantolon giymişti bugün. Geri döndüğünde ikilinin, kızlarla ilgili dertler üzerine sıkı bir muhabbete daldıklarını gördü. Biri alışveriş probleminden söz ederken, diğeri çok konuşmalarından dert yanıyordu. Biri kızların erkeklerin huylarını değiştirmeyi misyon edindiğinden dem vuruyor, diğeri bazı kızların cinsel isteksizliğini öne sürüyordu. Kızlara harcanan para, zaman, emek ve duygusal efor bilime harcansaydı şimdi insanoğlunun uzayda kolonileri olurdu.
“Sen şu aşk robotu case’ini baştan anlatsana ya,” dedi Akın. Güney’in bir orasından bir burasından mıncıklamasındansa konuyu sistematik şekilde Emre’den dinlemek istiyordu.
* * *
“Bu robotları çok araştırdım,” diye başladı Emre. “Avrupa’da hemen hemen hiç yoklar ama Japonya’da epey widespread olmuşlar. Bizim şirketin bir APC modülü için firma desteğine ihtiyaç duyduk, Japon bir adam geldi. O anlattı bana. Kendisinin de bir LoveBot’u varmış.”
“LoveBot mu diyorlar şu aşk robotuna?” diye sırıttı Güney.
“Evet, kötü bir ifade aslında. Senin anladığın anlamda olanlar da varmış ama onlar BitchBot.”
“Pek zeki değillerdir herhalde. O işin usulü yüzyıllardır değişmemiştir.”
“Bilmiyorum, bir gün gidip denersin çok merak ediyorsan. Japonya beş saatlik mesafe. Gerçi en uzun ilişkinden bile uzun süren bir yol senin için.”
“Fena laf yedim, kabul ediyorum.”
“Neyse, işte bu arkadaşla bir gün dışarı çıktık. LoveBot’u da getirdi. İnsandan hiçbir farkı yok görünüşte. Adamlar yapmış. Konuşması pek gerçekçi sayılmaz ama robot olduğu görünüşünden hiç belli olmuyor. Yapay zekâsı da amazing.”
“How much?”
“Bir milyon iki yüz bin dolar.”
“Oha,” dediler Akın ve Güney’in ikisi bir ağızdan.
“Ömürlük olabilecek bir arkadaş için bence normal. Üstelik Türk kültürüne uygun hale getirilmiş, Türkçesi tam, database’i eksiksiz. Yemek pişirebiliyor, alışveriş hevesi yok, ayrıca bana çok bağlı.”
“Çok bağlı derken?”
“Bildiğin âşık işte bana. Aşk tanımı neyse ona uygun. Obsesif bir bağlılık sergiliyor sahibine. Var olduğu sürece benden başkasını düşünmeyecek. Bunun için üç robot yasasını biraz esnetmişler.”
“Hangi üç robot yasası?”
“Asimov kuralları işte. Ohoo, sizin dünyadan haberiniz yok.”
“Bize nerden bilelim oğlum Asimov’u falan? Gören de sokaklar robottan geçilmiyor sanacak.”
“Son istatistiklere göre,” dedi Akın, “Türkiye’de toplam 147 kişisel robot varmış. Bunlardan sadece 7’si insan görünümlü. Seninki dâhil.”
“Bırak şimdi istatistikleri,” dedi Güney. Emre’ye döndü: “Üç robot yasası diyordun?”
“Birincisi bir robot bir insana zarar veremez veya hareketsiz kalarak bir insanın zarar görmesine izin veremez. İkincisi, bir robot ilk kuralla çelişmediği sürece insanların emirlerine uymak durumundadır. Sonuncusu da ilk iki kuralla çelişmediği sürece kendi varlığını korumak zorundadır.”
“Gayet güzel. Neyini değiştirmişler?”
“İkinci kuralla birinci kuralı aynı seviyeye çekip, ilk iki kuraldaki ‘insanlar’ yerine ‘Emre ve insanlar’ demişler.”
“Yani? Sonuçta sen de bir insansın?”
“Hayır. beni diğer insanlardan öne koyuyorlar. Önce benim yani Emre’nin, sonra diğer insanların zarar görmesine izin veremez ve önce Emre’nin sonra diğer insanların emirlerine uymak zorundadır.”
“Anladım galiba. Seni herkesten önde tutuyor.”
“Evet, çünkü bana âşık olmak için üretilmiş.”
“Söylemeyeyim söylemeyeyim diyorum da, Emre sen hakikaten acayip bir adamsın. Normal biri değilsin yani. Etrafına baksana. Kanlı canlı milyonlarca kız var. Onların da bir kısmı en az o robot kadar tapardı sana. Koskoca mühendissin, zenginsin, bilgilisin, ahlaklısın. Şu restoranda bile sana hayran olacak kızlar vardır.”
“Güney’e katılmıyorum desem yalan olur,” dedi Akın, “etrafına baksana, mesela şu sarışın kadın yarım saattir seni kesiyor. İstesen anında ayarlarsın.”
Emre, Akın’ın gösterdiği kadına şöyle bir baktı. En fazla otuz yaşında, hafif makyajlı, maksimum bir düzine estetik ameliyat geçirmiş biriydi. Ki o devir için normalin altında sayılabilirdi bu. Ama yine de Emre pek ilgilenmedi.
“Şuna bak şuna,” diye güldü Güney, “hemen başını çeviriyor. Oğlum biraz açsana gözünü. Oyuncaklarla oynayacak yaşı geçtin. Gerçek bir kadınla, gerçek bir hayat kurman lazım. O konuştuğumuz -neydi o kelime, hah- külfetler de işin tuzu biberi. Önemli şeyler değil yani.”
“Abi kapatalım artık şu konuyu. Konuşacak şey mi kalmadı? Rahat bırakın beni.”
Emre sözünü bitirmişti ki restoranda bir gürültü koptu. İnsanlar masalarından kalkıp kaçışmaya başladılar.
* * *
Uzun boylu, ideal fizikli, yüz hatları kusursuz olan bir kadın kargaşanın arasında üç arkadaşın masasına yaklaştı. Kapüşonlu bir hırka giymişti. Emre, bir o kadına, bir ilerideki masanın yanına yığılmış sarışın kadına bakıyordu. Olay yaşanırken şans eseri her şeyi görmüştü. Kapüşonlu kadın, sarışın kadına arkadan yaklaşmış, hiç duraksamadan boynunu kırıvermişti. Gerçeküstü bir bir rüya, daha doğrusu kâbus sahnesi gibiydi ama gerçeğin ta kendisiydi. Sarışın kadın yere düşer düşmez tüm restoran çığlık çığlığa kaçışmaya başlamıştı.
Emre, kurumuş dudaklarından zar zor çıkan sesiyle, “neden?” diye sordu karşısındaki kadına.
“Çünkü,” diye yanıtladı kadın, “seni seviyorum, başka kimseyle paylaşamam.”
Akın da, Güney de bu cümlenin ardından olan biteni anlamışlardı. Bu, Emre’nin LoveBot’unun ta kendisiydi.
“Ama sen onu…”
“Bir tehdidi ortadan kaldırdım aşkım. Sen fark etmesen de sürekli seni takip edeceğim. Sana ve bize karşı tehdit oluşturan herkesin yaşam faaliyetlerini sona erdireceğim. O kadın sana karşı cinsel arzu duyuyordu. Bu, bir ilişki için önemli bir tehdittir.”
“Bunu yapamazsın. Sen bir insana zarar veremezsin.”
“Birinci kural, seni diğer insanların önüne alıyor.”
“Ama o… bana zarar vermeyecekti ki!”
“Verecekti. Duygusal olarak. Zihninde yer edip seni rahatsız edecekti. Ayrıca evli bir kadındı. Evli kadınların kendileri olmasa bile kocaları tehlikelidir…” Duraksadı, Emre’nin gözlerinin içine baktı. Üzgün ve zayıf bir tonla tekrar konuştu: “Şu an beni artık sevmediğini, benden kurtulmak istediğini fark ettim.” Sesi cızırdamaya başladı.
“Evet… Seni üzdüm. Sana zarar verdim. Ama sana zarar vermemek için sana zarar verdim. Sanırım aşk böyle bir şeymiş Emre. Seni se-”
Aniden sustu.
Bir kadın aniden susarsa bir şeyler bitmiş demektir.