Kennedy Uzay Merkezi, Florida, ABD
27 Mayıs 2027, 03.49
“Efendim! Buna bakmanız lazım.”
“Bu da nedir böyle?”
“Aniden ortaya çıktıklar. Yüzlerce ve hepsi birkaç saat içerisinde Dünya atmosferine girmiş olacak!”
“Bu nasıl olabilir? Cihazların doğru çalıştığından emin misin?”
“Bir sorun olduğunu sanmıyorum.”
“Koordinatları Mauna Kea Gözlem İstasyonu’na gönder. En azından cisimlerden birkaç tanesinin ne olduğunu tespit etsinler!”
“Gönderiyorum.”
“Cisimlerin gerçekten varolduğuna dair de doğrulama yapalım. Guyana Uzay Merkezi’ne bağlanın ve ana ekrana verin.”
“Bağlantı sağlandı.”
“Ben Kennedy Uzay Merkezi’nden nöbetçi amir Dhruv Agrawal. Taramalarımızda birkaç dakika önce çok sayıda cismin Dünya’ya doğru yaklaştığını tespit ettik. Siz böyle bir şey tespit ettiniz mi?”
“Olumlu. Biz de çok sayıda hareketli cisim tespit ettik. Ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz.”
“Bağlantıda kalın lütfen.”
“Mauna Kea bağlandı.”
“Martin, kontrol ettiniz mi?
“Cisimlerden bir kısmını geniş açıyla kontrol ettik. Bunlar göktaşı!”
Nöbetçi amir Dhruv Agrawal, herkesin dikkatini çekerek yüksek sesle bir duyuru yapmaya başladı.
“Ben John’u arayacağım. Tüm izinli personeli çağırın. Herkese ihtiyacımız var. Hemen!”
Nöbetçi amir Dhruv Agrawal, NASA Şefi John Field’ı arayarak durumdan haberdar etti.
“John günaydın. Acil bir durum söz konusu. Dünya’ya doğru yaklaşmakta olan sayısız göktaşı var. Doğrulamasını yaptık.”
“Hemen geliyorum. Ekibe acil durum toplantısı için haber ver. Savunma Bakanlığı ve Pentagon temsilcilerini de arayın. Konuyla ilgili tüm teknik ekibin orada olmasını istiyorum! Ben gelene kadar toplayabildiğin kadar veri topla.”
NASA tarafından bilgilendirilen Savunma Bakanlığı temsilcisi de Beyaz Saray’ı arayarak bildilendirme yaptı. Durumun ciddiyetinden dolayı ABD Başkanı da uyandırılarak haberdar edildi ve onun da toplantıya telekonferansla bağlanacağı bildirildi.
04.21
John Field, Kennedy Uzay Merkezi’ne ulaşır. Dhruv, elinde bir dosya ile onu kapıda karşıladı.
“John, şu ana kadar elde ettiğimiz tüm veriler burada. Göktaşlarının sayıları, olası çarpma rotaları, hızları ve büyüklükleri.”
“İyi iş Dhruv. Şimdi durumu herkese açıklama vakti. Özellikle de Başkan’a!”
04.27
Toplantı odasında herkes hazır beklemekteydi. John Field ve Dhruv Agrawal odaya girdiler.
John Field, “Herkes burada mı?” diyerek etrafına göz gezdirdi. Kimseden ses çıkmadı. Çoklu bölünmüş ekrandaki yüzlere baktı. Başkan da o ekranlardan birindeydi.
John Field, “Evet başlıyoruz,” diyerek toplantı odasındakilere seslendi. Ve sonra tekrar bölünmüş dev ekrana dönerek, “Sayın Başkan. Vakit kaybetmeden size durumu açıklayalım,” dedi.
John, Dhruv’a döndü.
“Evet Dhruv. Durumu hızlıca özetler misin?”
“Yaklaşık 40 dakika önce Dünya atmosferine her yönden yaklaşmakta olan ve çapları 1 ve 7 km arasında değişen 721 göktaşı tespit ettik. Nereden geldiklerini ve nasıl bir anda ortaya çıktıklarını anlayamadık ama şu an odaklanmamız gereken daha ciddi bir durum var. Son hesaplamalara göre bu cisimler yaklaşık 3 saat sonra atmosfere girmiş olacaklar. Göktaşların bileşimini bilmiyoruz. Ama en iyi ihtimalle bile bu cisimlerin sadece birkaç tanesi bile yeryüzüne ulaşırsa Dünya üzerindeki tüm yaşamı ortadan kaldırmaya yeter. Kaldı ki şu an 700’den fazla göktaşından söz ediyoruz.”
ABD Başkanı konuşmaya başladı.
“Verileriniz konusunda emin misiniz?”
“Her türlü kontrol ve doğrulamalarımızı yaptık sayın Başkan.”
Başkan, şimdi de telekonferansa katılan Hava Kuvvetleri Komutanı’nın dikkatini çekerek, “Böyle bir saldıraya karşı bir önlemeniz var mı?” diye sordu.
“Maalesef sayın Başkan. Geliştirmekte olduğumuz üst yörünge lazer silahımız var. Bu şu an prototip aşamasında. Ancak tasarlandığı şekilde çalışacağını varsaysak bile bununla alabileceğimiz en iyi sonuç, içlerinden sadece birini parçalamak olur. 721 farklı cisimle baş edemeyiz!”
“Sadece ABD üzerine doğru gelen kaç göktaşı var?”
“ABD anakarası sınırları içerisine doğru yol alan 38 tane göktaşı var” diye cevap verdi Dhruv.
“Göktaşlarının düşmeyeceği yerler neresi?”
“Bunu da kontrol ettik sayın Başkan; göktaşlarının birbirinden uzaklığı neredeyse eşit gibi. Eşitliği bozan durumlarda da göktaşının kütlesi büyük oluyor. Yani Dünya’nın neresine giderseniz gidin, yıkımdan kurtulmak imkânsız görünüyor.”
“Göktaşlarını engelleyemiyoruz. Onlardan kaçamıyoruz da. Peki başka bir önerisi olan?”
Kısa bir sessizliğin ardından Başkan devam etti.
“Anlattıklarınıza bakılırsa bu normal bir doğa olayına benzemiyor. Belli ki Dünyamız saldırı altında ve bu tarz bir saldırıya karşı geliştirdiğimiz bir savunma yöntemimiz yok. Başka çaremiz kalmamış görünüyor. Öncelikli hedefimiz hayatta kalmak olacak. ABD başkanı olarak belki de son emrimi veriyorum şu an. Herkes en yakındaki acil durum sığınaklarına ulaşmaya çalışsın. Muhtemelen çok azımız hayatta kalabilecek. Ancak kalanlarla medeniyeti yeniden kurmaya çalışacağız. Merak etmeyin… İnsanlık her zaman bir yolunu bulur!“
04.40
Başkan’ın emriyle DEFCON 1 alarm durumuna geçildi. Her yerde nükleer saldırı sirenleri duyulmaya başladı. Tüm TV ve Radyo yayınları kesilerek acil durum yayını devreye girdi ve halk, gelmekte olan tehlikeye karşı uyarıldı. Amerikalıların çoğu yataklarındaydı. Ayakta olan ve acil durumdan haberdar kimselerde ise inanılmaz bir panik başladı. Herkese yetecek kadar sığınak olmadığı gibi, şu an bir yerden bir yere ulaşmak da kolay değildi. Haber hızla tüm dünyaya yayıldı. Dünyanın farklı yerlerinde de panik başladı.
07.21
Yüzlerce göktaşı Dünya’nın dış atmosferine giriş yaptı. Artık yeryüzündeki birçok noktadan çıplak gözle görülebilir durumdaydılar. Kendine sığınacak bir yer arayanlardan çok daha fazlası dışarıda öylece gökyüzüne bakıyordu. Gidebilecekleri ve saklanabilecekleri bir yer yoktu çünkü. Büyük Kıyamet’in geldiğini düşünüyor ve direnmeyi bırakarak sonlarını bekliyorlardı. Meteorlar yakınlarına çarptığında zaten bir saniyeden kısa sürede öleceklerdi. En azından Kıyamet’i en iyi yerden izleme ayrıcalığına sahip olmak istiyorlardı belki de.
07.24
Birkaç dakika sonra göktaşları Mezosfer’e girmeye başladı. Gökyüzü meteorlarla kaplıydı. Manzara tam anlamıyla bir havai fişek gösterisi gibiydi. Mezosfere giren cisimler aniden parçalanmaya başladı. Şimdi on binlerce daha küçük cisim yeryüzüne doğru yaklaşıyordu.
Meteorlar Stratosfer’e girdikten sonra bir anda dağılmaya başladı. Çok büyük bir hızla hacimleri küçülüyordu ve ana cisimlerden dağılan parçalar buharlaşarak kayboluyordu. Bir iki dakika içerisinde tüm cisimler tamamen buharlaştı. Renksiz oldukları için kalıntıları da görünmüyordu. Atmosfere karışmışlardı.
Yeryüzüne tek bir cisim bile çarpmadı. Bu olayı canlı olarak izleyenler şaşkınlık içerisindeydi. Dünyanın sonunu beklerken bir mucizeye tanık olduklarını düşünüyorlardı. Bir yerlerde umutsuzca saklanmak yerine olağanüstü bir şeye tanık olmuşlardı.
Dünyanın bu durumu atlatması üzerine, insanlar adeta kendilerine ikinci bir şans verildiğini düşünürcesine sevinç içerisinde ortalıkta koşturmaya başladı. Sığınaklarda bekleyenlere de haber verildi ve onlar da dışarı çıkmaya koyuldu. İnsanlar şaşkınlık içerisinde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
ODTÜ Araştırma komisyonu toplantısı
6 Ocak 2028
Olayın yaşandığı günden bu yana yaklaşık 6 ay geçmişti. Dünya’nın yaşadığı bu olağanüstü durumu açıklığa kavuşturmak için astrofizikten kimyaya bütün bilim camiası seferber olmuştu. Tüm gelişmiş ülkelerde araştırma komisyonları kurulmuştu ve kaydedilen gelişmeler tüm bilim camiası ile paylaşılıyordu. Türkiye’de de ODTÜ bünyesinde bir komisyon oluşturulmuştu. Komisyonda, Türkiye’deki farklı üniversitelerden bilim insanları yer alıyordu. Bugün, özel bir gündü. Basın toplantısı ile 6 ay önce yaşanan mucizevi olayı bilimsel olarak açıklığa kavuşturma anlamında en önemli gelişme açıklanacaktı.
Projede yer alan kimyagerlerden Dr. Barbaros Akkurt sunumuna başladı.
“Değerli basın mensupları ve katılımcılar… Altı ay önce yaşanan meteor yağmuru sonucu buharlaşarak Dünya atmosferine karışan trilyonlarca tonluk yeni elemente dair bazı açıklamalar yapacağız. Bu yeni element atmosferde serbest olarak dolaşıyor ve insan sağlığına zarar verici bir özelliği yok. Zehirli değil. Renksiz ve kokusuz. Sıvılaşması için daha yüksek sıcaklığa ihtiyaç var ve dolayısıyla havadaki su buharından kolayca ayrıştırılabiliyor. Buraya kadar olanlar, zaten ortak Dünya komisyonunca açıklanan ve şu ana kadar bildiğimiz detaylar. Ancak biz bugün bu yeni elementin işe yarayabileceği bir alanı açıklayacağız.
Bu yeni element üzerinde yaptığımız sayısız deneyler sonucunda, elementin bazı sıra dışı özelliklerini keşfettik. Öncelikle yeni element, sudaki hidrojeni ayrıştırmayı kolaylaştırıyor. Ayrıca sıvı hidrojen, bu yeni elementin sıvı hali ile bir arada olduğunda, depolanabilmesi için daha düşük basınca ihtiyaç duyuyor. Bildiğiniz gibi sıvı hidrojen, birim başına enerji açısından en verimli yakıt türü. Ancak hidrojenin elde edilmesinin ve saklama koşullarının zahmetli olması, Evren’in %75’ini oluşturan bu neredeyse sınırsız sayılabilecek temiz enerji kaynağını etkin olarak kullanabilmemizin önüne geçiyordu. Bu yeni element sayesinde artık hidrojenin kullanımı hızla yaygınlaşabilir ve biz de fosil yakıtlardan çok daha erken kurtulabiliriz. Bu sadece bir enerji devrimi değil, aynı zamanda küresel ısınmaya karşı verdiğimiz mücadeleyi de kolaylaştıracak bir gelişme. Bu keşfi bizim araştırma grubumuzun bulmuş olmasını da dikkatimize borçluyuz. Elementin temel özelliklerinin hidrojenle epeyce benzerlik gösterdiğini fark ettik, deneylerimizi doğrudan hidrojen üzerine yoğunlaştırdık. Dikkatimiz, şansımız oldu. Ancak bu aslında tüm dünyanın şansı oldu da diyebiliriz. Araştırmanın detaylarını ortak Dünya Komisyonu’na göndereceğiz. Yeni element için de komisyona, Latince yeni anlamına gelen ‘Novis’ kelimesinden türetilmiş ‘Novisium’ adını önereceğiz. Tüm insanlık için hayırlı olsun. Geldiğiniz için teşekkürler!”
Basın toplantısının ardından, komisyonda yer alan iki astrofizikçi, toplantının yapıldığı salonun balkonunda, toplantı sonrasında durumu değerlendiriyorlardı.
“Dünyanın sonu gelecek derken şimdi geldiğimiz noktaya bak. İnanılır gibi değil.”
“Hâlâ aydınlanmayan noktalar var. Bu element Dünya’ya kendiliğinden mi geldi yoksa birileri mi gönderdi?”
“Sanırım bunu şu an bilimsel yollarla öğrenemeyeceğiz. Ama eğer birileri gönderdiyse, belki de insanlığı küresel ısınmadan kurtardığı gibi, aynı zamanda gelişimine ivme katarak ileriye de taşıdı.”
“Bunun, dışarıdan gelen bir hediye olduğunu mu düşünüyorsun yani?”
“Bence öyleydi.”
“Peki kimin veya neyin hediyesiydi?”
“Belki de hiçbir zaman emin olamayacağız.”