Mayıs ayının ilk haftasının son günlerinde İstanbul’da, ya da yeni bilinen adıyla Neu-Konstantinopel’da hava ısınmaya başlamıştı. Yine de sert esen poyrazın şakası yok gibiydi. SS-Gruppenführer Dr. Şeref Heinrich Altay için bu gün özel bir anlam taşıyordu. Altı arabadan oluşan ve sıkı korunan silahlı bir konvoy eşliğinde Pazar ayini için Beyoğlu’ndaki tarihi Saint-Antoine kilisesine doğru yol alıyordu. Araçların tamamı zırhlı olup, otopilot (selbstfahren) modunda ilerliyordu. Mega şehrin neredeyse tamamı gökdelenlerle kaplıydı. Manzarayı seyrederken üniformasıyla mükemmel uyum sağlayan ve üzerinde geleneksel Germanik SS harflerinin bulunduğu yüzüğüyle oynamayı bırakmıyordu. Dr. Şeref heyecanlı ama bir o kadar da gururlu ve tedirgin hissediyordu kendini. Uzun zamandır beklediği an sonunda gerçekleşiyordu.
Köprünün dört bir yanında asılı duran Kırmızı bayraklar Boğazın mavi suları üzerinde tüm ihtişamı ve kudretiyle dalgalanıyordu. Köprüye bağlanmış bu ince, uzun bayrakların ortasında Türk bayrağının Ay-yıldızı ve yıldızın sağında bir demir haç, alt ve üst köşelerinde ise 4 adet Alman kartalı ile Nazi svastikası bulunuyordu. Köprünün üzerinde ise gündüz dahi çıplak gözle rahatlıkla görünebilecek netlikte 3 tane hologram beliriyordu. Ortada Hitler ve onun yanında ise Goebbels ve Himmler’in capcanlı 6D portreleri köprünün adeta her açısından boğaza farklı bir hava katıyordu. üç Kurucu Führer eşliğinde Berlin’in İstanbul üzerindeki egemenliği her daim taze ve canlı kalacaktı.
Kiliseye ulaşan Gruppenführer Dr. Şeref Heinrich kalabalık bir SS. koruması eşliğinde içeri girer ve Pazar ayini için toplanan insanları hafifçe selamlayarak en öndeki yerine doğru ilerler. Kilisenin en önünde herkesin görebileceği yerde bulunan vitrayın içine işlenmiş Nazi svastikası kiliseye giren kimsenin dikkatinden kaçmamıştır. Rahibin belirmesiyle cemaat ayağa kalkar ve ilahiler söylenir.
Tüm cemaat ayağa kalkar ve eş zamanlı biçimde Nazi selamını verir. Kürsüye çıkan Dr. Şeref cemaatin selamına karşılık verir. Konuşmasına başlar:
Sevgili Peder Steumann’a bu güzel Pazar ayini için teşekkürlerimi sunarım. Hepinizin bildiği üzere 8 Mayıs 2045 tarihinde Reich’ın ve Führerimizin Büyük Zaferinin 100. Yılını kutlayacağız. 1945’ten bu yana Anadolu’ya ilk ayak bastığımız günden beri, bu topraklar bizim için hep hayati önem taşımıştır. Reich’ın Ortadoğu sınırını oluşturan Anadolu Bölgesi aynı anda Ari yerleşimin son noktasını teşkil etmektedir. “Anatolische Region des Reiches” Yüce Tanrının desteğiyle 1000 yıl yaşayacaktır! Heil Hitler!!!
Cemaat aynı anda ayağa kalkar ve Nazi selamını vererek 3 kez aynı ağızdan tekrarlar:
Sieg! – Heil!
Sieg! – Heil!
Sieg! – Heil!
Ayinin sona ermesiyle cemaat dağılır ve Dr. Şeref konvoyu eşliğinde konutuna geri döner.
***
8 Mayıs Pazartesi günü Dr. Şeref eski Çırağan Sarayı olarak bilinen fakat 66 yıldan beri Reich’ın hükümet binası olarak kullandığı binaya ulaşır. Kapıda General Feldmarschall von Reinhard tarafından karşılanır. General Nazi selamını verdikten sonra sıcak bir selamlama ile Dr. Şeref’in omzuna dokunur.
Sieg Heil Heinrich! Hoş geldin!
Hoş bulduk General iyiyim danke. Sizi çok iyi gördüm. Savaş sizi gençleştiriyor. Arabistan’daki başarılarınızla dillere destan oldunuz.
İltifat etmeyi çok iyi beceriyorsun Heinrich. Hadi gel içeri geçelim.
General’in binadaki ofisine doğru yürüyen iki dost binaya girerken Boğaz’a doğru yansıtılan Nazi ve Hitler hologramlarından gözlerini alamamışa benziyordu. Hitlerin son Führerlik dönemindeki ateşli konuşmalarından görüntüler köprünün siluetini süslüyordu. 1960’lı yıllardan kalma bu görüntülerde muazzam kalabalıklar Hitler’i selamlıyor ve coşku içinde alkışlıyordu.
Odaya giren iki dost deri koltuklara oturur ve ayağa kalkan General, Dr. Şeref’e viski ikram eder.
Bugün senin için önemli bir gün Heinrich! O yüzden kutlamayı erken başlatalım. Sağlığımıza içelim. Prost!
Kadehini kaldırır ve havaya doğru uzatır.
Size ve beni destekleyen tüm askerlerinize minnettarım sayın General. Prost!
Kadehini kaldırır ve generalinkiyle tokuşturur.
Heinrich, Türk kökenli olup bugünleri görmek sana acı veriyor mu? Smyrna’lı Akademisyen bir anne ile Alman bir babadan “Lebensborn” olarak dünyaya geldin. Sarışın ve mavi gözlü bir arisin fakat damarlarında halen Türk kanı taşıyorsun. 1923’te bağımsızlığa kavuşmuş bir ülkeyken 1945’te onu bir anda kaybettiniz. Tüm bunlar seni üzmedi mi?
Japonlara mı dâhil olaydık General? Hafifçe gülümser. Atatürk’ün büyük bir dahi ve lider olduğunu Führer bile görmüştü ama ondan sonra gelenler her şeyi berbat etti. Mustafa Kemal’i sadece sarışın ve mavi gözlü olduğu için sevmiyoruz elbet. Reich bizi 100 yıllık sürede 500 yıl ileri götürdü. Ari ırk politikası, teknoloji ve uzay programları sayesinde Reich’ın Mars yerleşiminde bile Anadolu’dan insanlar var. Nereden nereye? Bir zamanlar kağnılarla bozkırlarda tarım yapan milletten başka bir gezegene yerleşen bir millete dönüştük. Hepsi Reich sayesinde. Smyrna’da tek bir Yahudi bırakmadığımız gibi gün gelecek tüm politikalarımız daha idealist ve daha mükemmel hale gelecek. Kristal Cumhuriyet bizim gözbebeğimiz!
Böyle düşündüğünü duymak beni mutlu ediyor Heinrich. Reich’ın Anadolu topraklarında, azmin ve çalışkanlığın ile göz dolduruyorsun. İdealistliğin ve ideolojiye olan bağlılığın ise geleceğinin teminatını oluşturuyor. Anadolu’daki SS güçlerimizin 1 numarası olmayı sonuna kadar hak ediyorsun.
Güzel dilekleriniz için teşekkür ederim General. Bu sorumluluğun farkındayım. Öncelikle tamamıyla Arilerin yaşadığı ve kıyı bölgeler ile Batıdan oluşan Birinci Anadolu Bölgesinin (Erster Anatolischer Kanton) güvenliğini ve refahını sağlamak için Ariler ile Ari dışı Anadolu topluluklarının birlikte yaşadığı İkinci Anadolu Bölgesi (Zweiter Anatolischer Kanton) ile Arilerin hiç bulunmadığı Reich’ın Asya ve Ortadoğu koridorunu oluşturan Üçüncü Anadolu Bölgesinde (Dritter Anatolischer Kanton) bulunan birimlerimizde daha ciddi önlemler almaya başlayacağız.
Ya direniş hareketi? 2045 yılında gelmişken böyle bir oluşumun halen varlığını sürdürmesi sence neyle izah edilebilir? Reich’ın zayıflığı olarak algılanabilir mi?
Bunu zayıflık olarak görmüyorum General. Unutma ki her daim bir düşmana ihtiyacımız var. Dünyanın üçte birine uzanan topraklarımız mevcut. Vize dahi almadan süpersonik uçaklarla İstanbul’dan Berlin’e, oradan da New York ve New Munich’e gidebiliyoruz. Direnişçileri bulup avlayacağız ama dediğim gibi düşman da gerekli bize.
Anlıyorum Heinrich. Geleneksel bir asker olarak fikirlerinin tamamına katılmasam da Nükleer Fizik ve Felsefe uzmanı olan sensin. Bu konulardaki fikirlerine güveniyorum. Üniversitede halen ders veriyor musun?
Eskisi kadar olmasa da bir zamanlar doktora yaptığım Reichsuniversitӓt Smyrna’da zaman zaman derslere giriyorum. Ağırlıklı olarak Nükleer Fizik ve Ari felsefe derslerini veriyorum. Doğup büyüdüğüm yere katkı sağlamak beni çok mutlu ediyor. Vaktimin az olduğu zamanlarda ise “Holokon” ve “Holosem” yoluyla bulunduğum yerden konferans ve seminerle katılıyorum.
Haydi Heinrich, vakit geldi, törene geçelim.
Tabii buyrun General…
Merdivenlerden üst kata çıkan ikili büyük salona girer. Yaklaşık 600 kişinin sandalyelerinde töreni beklediği bu ihtişamlı salonun dört bir yanı Nazi bayrakları ile donatılmıştı. Dr. Şeref’in yardımcısı ve yaveri Helmut kürsüye çıkar ve törenin onur konuğu olan Reichsminister Otto von Speer’i takdim eder. Ayağının tozuyla Berlin’den İstanbul’a gelen Bakan von Speer kürsüde konuşmasını kısa keser ve derhal törene geçer:
Obergruppenführer Dr. Heinrich, sizi tebrik eder, bundan sonraki görevinizde size başarılar dilerim! Bakan Dr. Şeref’in elini sıkar ve ona yeni rütbesiyle birlikte Büyük Reich nişanını kendi elleriyle takar. Salondaki herkes ayağa kalkar ve Nazi selamı verir:
Sieg! – Heil!,
Sieg! – Heil!,
Sieg! – Heil!
Heyetle vedalaştıktan sonra dışarı çıkan Obergruppenführer Dr. Şeref aracına biner ve konvoyuyla birlikte resmi konutuna doğru tebrikleri kabul etmek üzere yola çıkar. Havai fişekler ve adım başı gökyüzüne yansıtılan Nazi hologramları ve Reich’ın 100. yılına yönelik kutlama mesajları şehrin her tarafındadır. Önünden geçtiği bir Camii’nin mahyası dikkatini çeker: “100 YILLIK DEĞİL 1000 YILLIK REICH”
Reich Caddesine varmadan hemen önce konvoyun önünü aniden altı tane köpek keser. Araçlar durur ve muhafızlar silahla araçlarından iner. Lazer vari bir ses eşliğinde büyük bir patlama sesi duyulur ve bembeyaz bir ışık belirir. Patlamayla birlikte altı araç bulundukları yerden havaya uçar ve yolun kenarına savrulur.
***
Dr. Şeref gözünü açtığında yarı baygın bir halde büyük bir yatakta olduğunu görür. Üniforması çıkartılmış, kahverengi bir pantolon ile beyaz gömlek giydirilmiş ve kafasında büyük bir sargı bezi ile halen anestezinin etkisinde sersem bir şekilde sağa sola bakmaktadır. Yatağının hemen üzerinde altı mor beyaz ışığın döngü haline tekrarlandığı bir enerji alanını görür. Bulanık görmesiyle birlikte yatağın karşısında maskeli adamların kendisini izlediğini fark eder. Işıklar giderek artar ve sessiz bir beyaz ışık patlaması meydana gelir. Dr. Şeref, gözlerini birkaç dakika boyunca açamaz.
Gözünü yavaşça açmaya başladığında bulanık bir şekilde de olsa yavaşça görmeye başlar. Hangar gibi bir yerde yatakta yatıyordur. Bulunduğu yerin hafif nemli bir havası vardır. Başı çok fena ağrıyan Dr. Şeref usulca ayağa kalkar ve önce kafasındaki sargı bezini çıkarır. Sonra etrafı iyice inceler. Yeraltına benzeyen bir tür kanalizasyon sisteminde olduğunu düşünmeye başlar. Burnuna hoş olmayan kokular gelir. Yürümeye başlar ve ilerde yukarı doğru uzanan bir merdiven ve bir kapak görür. Kapağı açar ve kendini sokakta bulur. Olup bitene anlam vermeye çalışır ama nafile.
Üstündeki kıyafetler eski püskü ve garip, şehir yemyeşil, gökdelensiz ve teknolojiden mahrumdur. Gördüğü her şey onu şoke edici niteliktedir. Tek idrak edebildiği İstanbul’da olduğudur fakat bu İstanbul görmeye alışık olduğu şehir değildir. Bir an için aklını kaybettiğini düşünür.
Dr. Şeref yürürken bir anda önünde iki askeri araç durur ve içinden 6 asker çıkar. Haki üniformalarının şapkalarında ay yıldız bulunan askerler Şeref’in önünde durur ve ona asker selamı verir. Onların Türk askeri olduğunu anlar.
Şeref Albayım! Sizi gördüğümüze çok sevindik. Neden böyle giyindiniz?
Kendimi biraz kötü hissettiğim için yürüyüşe çıkmıştım.
Kaybedecek vaktimiz yok kumandanım. Buyurun birlikte karargâha gidelim.
Askeri araca binen Dr. Şeref ve askerler deniz kenarında bulunan bir karargâha giderler. Yolda etrafı merakla izleyen Şeref adeta şok üstüne şok geçirir. Tahmin ettiği şeyin gerçek olamayacağını ümit etmektedir. Karargâha giriş yapan askerler ofise doğru yönelirler. Burada bulunan tüm mobilyalar ahşaptır.
Bir General Dr. Şeref’i selamlar:
Şeref Albayım, biz de sizi arıyorduk. Ani gelişmelerden dolayı sizi aldırmak zorunda kaldım sanırım biraz rahatsızlanmışsınız.
Evet bir süre boyunca yalnız kalmak istedim. Artık daha iyiyim.
Üniformanız yan odada hazır Albayım.
Dr. Şeref yandaki odada bulunan üniformayı görünce gözleri dört açılır ancak fazla tepki çekmemek için duygularını kontrol etmesi gerektiğini hatırlar. Dedesinin ve büyük dedesinin yüzyıl öncesinde giymiş olduğu üniformaydı bu, bir Türk subayının üniforması. Duygularına bir anda hâkim olamayan Şeref’in gözünden bir damla gözyaşı süzülür ve bunu fark ederek kimse görmeden eliyle hemen siler. Hafızası yerinde olmadığı gibi duygusal anlamda da tam bir karmaşa içindeydi.
Üniformayı giydikten sonra masanın üzerinde bulunan bir gazete gözüne çarpar. Büyük kırmızı harflerle “Cumhuriyet” yazan gazetenin tarihi onda şok etkisi yaratır. “Salı 6 Haziran 1944” tarihini görür. Dr. Şeref’ten bir anda soğuk terler boşalır. Yolda gelirken olamaz diye düşündüğü gerçek olmuştu. Kendine çeki düzen vererek generalin yanına girer.
Albayım durum çok vahim, bildiğimiz üzere Naziler Avrupa’nın neredeyse tamamını işgal etti. Yunanistan ve Bulgaristan’ı alarak kapımıza dayandılar. ABD’ye karşı her geçen gün yeni saldırılar düzenliyorlar. Aldığımız istihbarata göre büyük çapta yok edici gücü olan bir silahı geliştirmek üzere olduklarını biliyoruz. Ancak ne aşamada olduklarını ise tam olarak bilmiyoruz. Gerek Alman kültürü ile olan ileri münasebetleriniz gerekse nükleer fizik konusundaki yetkinliğinizden dolayı sizi Münih’e özel bir göreve yollamak istiyoruz.
Böyle bir teklifi beklemiyordum kumandanım. Ancak böylesi bir görev için seçilmemden dolayı sizlere müteşekkir olduğumu belirtmek isterim. Görevi kabul ediyorum efendim.
Çok güzel Albayım, görevin ayrıntıları hakkında ayrıca bilgilendirileceksiniz.
***
Ertesi hafta Münih’e ulaşan Albay Dr. Şeref özel bir bağlantı vasıtasıyla Dr. Martin ile buluşturulur. Dr. Mehmet adıyla ona sahte bir pasaport ve kimlik düzenlenmiştir. Türk ordusu savaşta halen tarafsız olduğu için Naziler tarafından onun gelişi olumlu karşılanmıştı. Nihai amacı Nazilerin atom bombasını geliştirme konusundaki ilerlemeleri hakkında bilgi edinmek ve ona engel olmaktır.
Nazi üniformalarını görür görmez Dr. Şeref’te garip bir duygu uyanır. Bir tür “deja vu” duygusuna benzeyen bu hissiyata bir türlü anlam veremez. Bu üniformaları daha önce yakından görmüş gibiydi.
Dr. Martin, Dr. Şeref’i ekibin lideri olan Prof. Heisenberg ile tanıştırır. Şeref, Profesör ile el sıkıştıktan sonra, takım elbisesinin içine sakladığı küçük şırıngayı çıkarır ve onu Profesörün sol bacağına saplar! Ne olduğunu anlamayan zavallı profesör derhal yere yığılır. Dr. Şeref ise çıkışa doğru koşmaya başlar. SS’lerin içinde görev yapan Johann isimli casus onu aracıyla alacak ve Alman sınırının dışına kaçıracaktır.
Arabayı dışarıda gören Dr. Şeref hızlıca kapıyı açar ve arka koltuğa oturur. Direksiyonda yüzü belli olmayan siyah SS. Üniformalı bir subay olduğunu görür. Şöförün gaza basmasıyla birlikte Dr. Şeref rahat bir nefes alır.
3 saatlik yolculuk sonrasında araç, İsviçre sınır kapısına ulaşır. Dr. Şeref iyice rahatlamıştır. Pasaport kontrolüne giren Johann ve Dr. Şeref pasaportları görevli polise uzatır. Polis içeri doğru bakış atar.
İsviçreli polis memuru şapkasını çıkarır ve Dr. Şeref’e doğru dik dik bakar.
Dr. Şeref şaşkınca bakakalır. Karşısındaki General Feldmarschall von Reinhard’dır! Ancak Dr. Şeref Generali tanıyamaz ve tekrar tuhaf bir deja-vu yaşadığı hissine kapılır. “Kimdi bu adam, kimdi” diye düşünür.
“Audentes fortuna iuvat Heinrich!!!”
Tam o anda aniden tabancasını çeker ve iki kez ateş eder! Tak! Tak!
Alnından vurulan Dr. Şeref ve Johann aracın içine yığılır.
Reinhard, araca biner ve yakındaki bir ormana doğru ilerler. Cesetleri çıkarıp ormanın içine kadar taşır. Saniyeler içinde ormanın üzerinde parlak ve sessiz bir beyaz ışık patlaması belirir ve hepsi ortadan kaybolur.
-SON-
2045 YILI DÜNYA HARİTASI
Kırmızı Bölge: Büyük Nazi Reich
Sarı Bölge: Japon Emperyal Devletleri
Turuncu Bölge: Tarafsız Bölge
ANATOLISCHE REGION DES REICHES (1945 – 2045)
(KRISTALLREPUBLIK)
Yeşil Alan: Erster Anatolischer Kanton (Birinci Anadolu Bölgesi)
Turuncu Alan: Zweiter Anatolischer Kanton (İkinci Anadolu Bölgesi)
Kırmızı Alan: Dritter Anatolischer Kanton (Üçüncü Anadolu Bölgesi)
ANATOLISCHE REGION DES REICHES BAYRAĞI
Bayrağın Anlamı:
Köşelerde bulunan 3 Alman Kartalı 3 Anadolu Bölgesini temsil eder. 4. Alman Kartalı ise Neu-Konstantinopel (İstanbul) şehrini simgeler. Sağda bulunan Demir Haç ise Alman askeri ve tarihi mirasının sembolü olarak bayrağa sonradan eklenmiştir.
NEU-KONSTANTINOPEL ARMASI