İzlemeye Devam Et | Muhammed Atakur (Kısa Öykü)

Alevli araba yağmuru şiddetini arttırıyor. Gelecekte arabaların uçacak olması bilinen bir şeydi zaten. Sağ olsun Back to the Future -onu mu izleseydik acaba?- bize bunu çok önce söylemişti. Fakat uçan arabaların yanacağından, düştükleri yerde patlayacağından falan kimse söz etmemişti. Yanlış gelecek mi bu? Yanlış mı geldik? Yoksa gelecek harbiden kafayı mı yedi? Gelecek diye bir şey var tabii ki. Gelecekte bari bu kadar saçmalamayın. No future değil yes future. This is reality. But…

Ortada yanlış bir şey var. Hayır, üçüncü dünya savaşı ile aramıza çekilmiş olan ince camdan bahsetmiyorum. Onun biz barış seven fanileri korumak için üretildiğini biliyorum. Belki de sorun tam olarak savaşla aramıza örülen camdan duvardır. Emin değilim. Kafam karışıyor. Mesela biz neden camın güvenli tarafındayız? Hemen birkaç metre uzağımızda yanan arabalar patlarken neden kılımıza bile zarar gelmiyor ya da biz nasıl oluyor da bu manzaradan korkmayıp öyle duruyoruz. “Bir sonraki reklam tüy dökücü sprey. Reklama on saniye…” ibaresi karşımdaki camın sağ alt köşesinde bir saniyeliğine görünüp kayboluyor. İzlediğim şeylere yeterince odaklanmayıp çok fazla düşününce mutlaka reklamlar başlıyor. Algoritmanın gözünü seveyim.

Çizgili pijamalarımız ve köpek suratlı pofuduk terliklerimizle çok şık bir restoranda oturmuş camın ardında yaşananları seyrediyoruz. Biz dediğim ben, eşim ve bizim gibi çiftler. Arkamızda kalan ışıksız sahnedeki orkestra, dışarıda yaşananlara uygun, heyecanlı bir şeyler çalıyor. Restoranın en şık giyinenleri garsonlar. Üzerlerindeki smokin ile biz pijamalılar için ellerinden geleni yapıyorlar. Masaların arasında gözleri kapalı vaziyette dolaşıyor, müşterilerden biri, bir şey istemek için garson çağıran hareketlerden birini yapmadan masanın yanında bitiveriyorlar. Servis kusursuz işliyor. Tabii kimsenin umurunda değil. Herkesin gözü dışarıda. Herkes gibi eşimin de gözü dışarıda. Camın öteki tarafında. Camın kenarına rahatsız etmeyecek ama orada olduğunu belli edecek şekilde işlenmiş WWW (world war window) markasına dikkatimi kurban etmeden dışarıda olanlara odaklanmaya çalışıyorum. Orkestranın çaldığı tedirgin edici müzik, camın ardında gerçekleşenleri izleyince daha anlamlı geliyor.

Bizi koruyan camın ötesindeki sokakta ejderha ağızlı tanklar köşe başlarını tutmuş, ufak bir hareket bekliyorlar. Dünya savaşları sayısıyla beraber tanklara da güncelleme gelmiş. Yuvarlak ağızlarından füzelere ek olarak tazyikli ateş de püskürebiliyorlar. Yollarına çıkan ne olursa olsun birkaç saniye içinde üzerine kızgın yağ dökülmüş gibi eriyip yok oluyor. Güvenli bölgelere kaçmaya çalışan insan dolu arabalar, havada uçan kuşlar, yerde yürüyen karıncalar hatta bu savaşa karşı gelen anarşist grupların sağlam neferleri bile kızgın tanklar tarafından birkaç saniye içinde yok ediliyorlar.

Rahatsız edici tüylerden siz de sıkılmadınız mı?

Camın öte tarafında dünya birbirini çiğnemeye devam ederken reklamlar başlıyor. Kulaklıklarımı çıkarıyorum. Orkestranın çaldığı klasik müzik senfonisinin ortasına yetişiyorum. Reklamı fırsat bilen garson, siparişlerimizi almak istiyor. Eşim, ağzının kenarından akıp kurumuş salyasına aldırmadan camın ardını seyrediyor. Ne yiyeceğini bildiğimden onu rahatsız etmiyorum. Baharatlı cips ve kola siparişini alan garson masamızdan hızla uzaklaşıyor. Reklam bitiyor. Kulaklıklarımı takıyorum. Orkestranın gerilim müziği kaldığı yerden devam ediyor.

Yanarak uçan arabaları ya da ateş kusan tankları değil de bir cepheyi izliyoruz şimdi. Eşim kanalı değiştirmiş olmalı. Atılan bombaların havaya kaldırdığı toprak parçaları yerde uzanan iki askerin üzerine yağıp duruyor. İkisinin de sımsıkı tuttukları tüfekleriyle, toza ve kana bulanmış yüzleri net olarak görünüyor. “Buraya kadarmış,” diyor biri ötekine. Diğeri sessiz. Etrafına bakıyor. Bombalamaya ara verildiğinde nereye kaçabileceklerini düşünüyor. “Birazdan bir tabur asker inecek buraya. Kaybettiğimizi biliyorlar. Hepimiz… Hepimiz öldük onlar için anlıyor musun?” Öteki anlıyor gibi değil. Hatta arkadaşını dinlemiyor. Arkadaşı ise konuşmaya devam ediyor. “Geldiklerinde bizi sağ bulurlarsa ne yaparlar biliyor musun? Gönderilen askerlerin tamamı ölmeden bir tabur asker daha gönderdiklerini öğrenirlerse ne olur haberin var mı senin?” Haberi yokmuş gibi davranıyor. Sürekli konuşan asker ise arkadaşının içinde bulunduğu şaşkınlığa sinirlenip, “Bana bak!” diye bağırıyor. Sesi az önce düşen el bombasının havaya kaldırdığı toprak parçaları içinde kayboluyor fakat arkadaşı nihayet onu dinlemeye başlıyor. “Bitti! Anlıyor musun? Bitti! Buradan çıkarsak… Bizi buradan sağ çıkartırlarsa götürecekleri yer hastane değil, dönüşüm fabrikası olacak. Hasarlı vücutları ne yapıyorlar hiç gördün mü? Haa? Vücudumuzdan geri kalan parçaları kullanarak savaşın gitmediği ülkelere hediye olsun diye çöp konteynırına dönüştürecekler bizi. Savaştan küçük hasarlarla kurtulanlar bile hiç bilmedikleri ülkelerin parklarında ağızlarına kadar plastikle yaşıyorlar. Böyle mi yaşamak istiyorsun gerçekten? Başka bir hayatın mümkün olduğunu mu zannediyorsun?”

Susuyor. Arkadaşının söylediklerini anlamasını bekliyor. Yeni bi’ bomba havada süzülürken, “Özür dilerim kardeşim, biz kaybettik,” diyor. Son sözüyle birlikte elini arkadaşının boynuna uzatıyor ve kafasının arkasında bulunan renkli kabloları tek hamlede çekip koparıyor. Az önce gözlerinde hem umudu hem korkuyu besleyen asker, şimdi aslında görmediği gri gökyüzüne bakıyor. Kamera uzaklaşıyor. Artık ikisinin de vücudu tam olarak görülüyor. Belden aşağıları yok. Bacakları cephenin herhangi bir yerinde kalmış olmalı. Gövdelerinin altından dökülen kablolar cızırdayıp duruyorlar. Manzaraya daha fazla bakamayan asker, arkadaşına yaptığının aynısını kendisine de yapıyor. Kafası cansız şekilde yere düşerken boş bir teneke sesi duyuluyor. Duyulan teneke sesinin ardından kulaklığımı çıkarıyorum. Garson elinde tuttuğu kutu kolayı önümdeki bardağa boşaltmak isterken tenekeyi fazla sıkıp birazını üstüme döküyor. Üstüme dökülen koladan irkilip uyanıyorum.

Yatak odası epey karanlık. Doğrulup parmağımı şıklatarak yatağın başındaki ışığı açıyorum. Gözümün önünde beliren ekrana garsonun kodunu yazarak merkeze bildiriyorum. Hayatta kalmayı başarırsa garsonluk üzerine güzel bir ders almış olur. Bildirimleriniz bizim için çok değerli yazısı düştüğünde ekran kapanıyor. Restorandaki garsonun gözlerinin açıldığını ve diğer garsonlar tarafından camın öteki tarafına atıldığını bilmek beni rahatlatıyor.

Bacaklarıma sıktığım tüy dökücü spreyin yavaştan etki etmeye başlamış olması hoşuma gidiyor. Dönüp hâlâ uykuda olan eşime bakıyorum. Yarı açık ağzından akıp kurumuş salyası beni güldürüyor. Gözlerindeki N harfi hâlâ izlemeye devam ettiğini gösteriyor. İki dakikadır uyanık olduğumu bildiren izlemeye devam et yazısı yatağın karşısındaki duvarda yanıp sönmeye başlıyor. Dışarıdan duyulan patlamalara ve çığlıklara aldırmıyorum. Tekrar yatağa uzanıp dışarıdaki savaş bitene kadar izlemeye devam ediyorum.

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

nebula

Spinoza’nın Hayaleti | Varlık Ergen (Kısa Öykü)

Varsayım. Bu kelimeyi herhangi bir yerde herhangi bir insandan duymuşsundur. Hatta sen de sık sık …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et