“Yaşadığınız tarih diliminden hangi sebeple kaçtınız?”
Zaman Mültecileri Yüksek Komiserliği’nde görevli bir hâkim olarak bu soruyu her gün sayısız zaman sığınmacısına yöneltiyorum. Başvurularını onaylayabilmem için iltica talebinde bulundukları anın neden onlar için önemli olduğunu da ayrıca öğrenmem gerekiyor. Sadece macera veya fantezi peşindeki kaçakları ise cezalarını çektikten sonra ilk zaman gemisiyle ait oldukları tarihe geri gönderiyorum.
Mesela karşımda duran, M.S. 22. Yüzyıldan oldukları giydikleri metalik kıyafetlerden belli genç çift. Pop tarihinin ünlü sanatçılarından Michael Jackson’ı hologramda değil canlı olarak konserinde izlemek istemişler! Geçen gün Hitler’i öldürmek ve böylece milyonlarca insanın hayatını kurtarmak isteyen romantik bir devrimci hakkında hüküm vermem gerekti. Niyeti benim açımdan ne kadar halis olursa olsun Zaman Sürekliliğini İhlal gibi evrensel güvenliğe tehdit oluşturan anayasal bir suça teşebbüs etmişti. Onu bu yüzden Görecelik Hapishanesi hücrelerinden birinde 5 dakika kalmaya mahkûm ettim. Hücreyi kaplayan duvarlardaki yerçekimi bükücüler bu 5 dakikayı onun zihninde 1000 yıl geçmiş gibi hissettirecekti. Bu ceza kodu, M.S. 2001’deki 11 Eylül saldırılarının engellenmesinin yol açtığı ve neredeyse tüm evreni parçalayacak zaman yarıklarının zar zor tamir edilmesinin ardından caydırıcı olması için yürürlüğe girmişti.
Dünya Turizm Bakanlığı’ndan zaman yolculuğu vizesi almanın şartları sıradan vatandaşlar için çok ağır. Herhangi bir paradoksa yol açmamak için kısırlaştırma operasyonu geçirmek, gitmek istenilen tarih diliminin kültürüne ve o dönemde konuşulan dile hâkim olunduğunu gösteren uyum sınavlarını geçmek gibi. 16. Yüzyıl Osmanlı İstanbul’unda Cumhuriyet sonrası bir öz Türkçe ile konuşmanın sebep olabileceği sıkıntılar açık! Bu zor kabul şartlarından ötürü pek çok insan yasadışı tünellerden dilediği zamana kapak atıp kurtulmak veya çok istediği bir anı görebilmek için kaçak zaman gemilerinde ölümcül yolculukları göze alıyor. Denetimi yapılmadığından ve kapasitesinin çok üzerinde yolcu taşıdığından bu gemiler sıklıkla uzay-zaman örüntüsündeki vorteks akıntılarına kapılıp alabora oluyor. İçindekilerin cansız bedenleri bir kara deliğin tekilliğinde sonsuza dek dönüp duruyor.
“Sıradaki dava!”
Michael Jackson konseri için M.S. 1996 yılına kaçak solucan tünellerinden giriş yapan çifti 1 saliselik hücre hapsine mahkûm etmemin ardından robo-mübaşir böyle sesleniyor. Mahkeme holo-salonunda robo-avukatıyla beraber siyahî bir kadın beliriyor. (Bazen bozulup programlarının dışında davranışlar sergileseler de androidler günümüzde her türden meslek sahibi olabiliyorlar.) Savcılık makamının iddiasına göre, M.S. 2252 yılı Amerika Birleşik Vakıfları vatandaşı olan kadın, tedavisi o tarihte henüz bulunmayan virütik bir hastalık için gelecekten yüklü miktarda ilaç kaçırmış. Dünya Sağlık Bakanlığı, sadece saatlik ödediği vergi ilk zaman makinesinin icat edildiği yıl olan M.S. 2182’nin 1 Ocak tarihli kuruyla 1 milyon Yuan-Dolar’ın üzerindeki ultra-zenginleri hastalıklarının tedavisi için geleceğe yolluyor. Bu yüzden pek çok ölümcül hasta ve yakınları, eğer üst-vatandaş olmak için gerekli servete sahip değillerse, tedavinin bulunduğu gelecek zamanlardan ilaç temin etmeye çalışıyorlar. Robo-avukatı, kadının ilaçları satmak amacını gütmediğini, onları mahallesinde bu hastalığa yakalanan çocukların çektikleri acılara bir son vermek için getirdiğini söyleyerek vicdanımın dişil yüzüne seslense de yasalar açık. Bilim tarihinin sürekliliğini bozmamak için ilaçların imha edilmesine karar vererek kadını 1 dakikalık cezasını çekmesi için Görecelik Hapishanesi hücresine yolluyorum.
[zaman boşluğu]
Saatime bakıyorum, 16 saatlik mesaim bitmek üzere. Çıkmak için hazırlanıyorum. Fabrikalarda, ofislerde ve vakıf dairelerinde kullanılan ters yerçekimi bükücüler sayesinde herkes gibi ben de mesaimi 1 saat geçmiş gibi hissediyorum. İş çıkışı oğlum Bora’yı Mars’ta yeni açılan Galaktik Hayvanat Bahçesi’ne götürmeye söz vermiştim. Değişik yıldız sistemlerindeki gezegenlerden toplanan envai çeşit canlının sergilendiği bu hayvanat bahçesinde, Dünya’daki hayatın evrimsel gelişimini gösteren özel bir alan da bulunuyor. Bu alandaki örneklerin hepsi geçmişte soyları tükenmiş hayvanların zamanda yolculuk ile günümüze taşınan doku örneklerinden klonlanmış. Dinozorlar, mamutlar, neandertal insanları, kediler… M.S. 2050’lerde ortaya çıkan bir virüsün tüm kedileri yok etmesinden beri Dünya gezegeni bu şirin canlıların mırlamalarından ve pati izlerinden mahrum. Bora M.S. 21. yüzyılda çekilmiş ve o zamanlar oldukça popüler olan kedi videolarını izlemeye bayılıyor. İlk defa canlı bir kedi göreceği için günlerdir çok heyecanlı.
Otoparka inip arabama biniyorum. Bora’nın okulunun koordinatlarını bilgisayara girip teleport tuşuna basmamla arabayla beraber okulun oraya ışınlanıyorum. Bora çıkalı birkaç dakika olmalı, beni bekliyor. Yanında Çince robo-öğretmeni Bay-x Fu var. (Androidlere hitap ederken insanlar için kullanılan Bay/Bayan gibi kalıpların sonuna x harfini getirmek Anadolu-Trakya Vakfı Dil Kurumu’nun uzun süredir kabul ettiği bir dilbilgisi kuralı.) Bora beni görür görmez koşup boynuma sarılıyor.
“Anne, Bay-x Fu da bizimle birlikte gelebilir mi? O da kedileri benim gibi çok merak ediyor ve görmek istiyor.”
“Neden olmasın tatlım. Hem ben de kendisiyle biraz Çince pratik yapmış olurum.”
Bora henüz bebekken terk etmişti babası bizi. Onun yokluğu yüzünden herhangi bir eksiklik hissetmemesi için Bora’nın bütün isteklerini karşılamaya çalışıyorum. Bir android de olsa Bay-x Fu ile geliştirdiği yakın ilişki hoşuma gidiyor. Belki de Bora onda hiç görmediği baba sevgisinin bir simülasyonunu tadıyor. Fakat evde sürekli ondan bahsetmesi, yakında ergenliğe girecek oğlum hakkında bazen şüpheye düşürüyor beni. Bora da babası gibi mi acaba? Felsefe Profesörü olan babası, bir erkek öğrencisiyle beraber Eski Yunan dönemine iltica etmişti. Cinsel yönelimleri yüzünden baskı hisseden insanların sığınmayı en çok talep ettiği tarih dilimi Eski Yunan. Başvuruları çok büyük olasılıkla reddedilmiyor. Bunun sebebi küresel rejimin eşcinsellere karşı duyduğu hoşgörü değil, tam tersine mevcut zamandan ne kadar çok arındırılırlarsa insan ırkının geleceğinin o kadar saf ve temiz kalacağına dair egemen resmi doktrin. Sadece eşcinsellerin değil, muhalif politik gruplara veya dini azınlıklara mensup kişilerin (içinde bulunduğumuz yüzyılda herhangi bir dine inanan herkes toplum içinde azınlık kalıyor) başka zamanlara iltica taleplerini de hemen her zaman kabul ediyoruz. Sosyalistler başvurularını genellikle M.S. 1917 Rusya’sı; Hristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudiler ise peygamberlerinin henüz ölmediği dönemlerdeki kutsal topraklar için yapıyorlar.
Yola çıkmadan önce bir anti-madde istasyonuna uğruyoruz. Mars’taki Galaktik Hayvanat Bahçesi’ne gitmek için milyonlarca kilometre ışınlanacağız, bu yüzden arabanın deposunun dolu olması gerekiyor. Koordinatları girip teleport tuşuna basıyorum. Birkaç saniye içinde Mars yörüngesindeki gümrük uydusuna varıyoruz. Pasaport bio-kontrollerinin ardından hayvanat bahçesinin bulunduğu şehre doğru arabayı tekrar çalıştırıyorum. Hologram tabelasıyla Galaktik Hayvanat Bahçesi karşımızda. Arabayı otoparka bıraktıktan sonra gişede gözlerimi taratıp üçümüz için bilet satın alıyorum. İçeri giriyoruz. Kızıl çöl gezegende kurulu şehirler, diğer gezegenlerdekiler gibi üstlerini kapatan cam fanuslarla dış etkilerden korunuyor. Fanusların içindeki yapay iklimlendirme sistemleri sayesinde insanlar tıpkı Dünya’daki gibi rahatlıkla kask olmaksızın dolaşabiliyorlar.
Orada ne kadar vakit geçirdiğimizi tam hatırlamıyorum. Ama eğlence mekânlarında kullanılan yerçekimi bükücüler sayesinde hissettiğimizden daha az olduğu kesin. Dünya Canlılarının Evrimi Salonu’nda dinozorlar seksiyonundaki camekândan T-Rex’i seyretmeye dalmışken Bora’nın ve Bay-x Fu’nun yanımda olmadığını fark ediyorum. Kediler seksiyonunda olabilirler mi? Hızlı adımlarla oraya doğru yönelirken kocaman bir güneş gözlüğü takmış, koyu siyah saçlı bir kadına çarpıyorum. “Pardon!” diyemeden ondan uzaklaşıyorum. Kediler seksiyonuna varıyorum. Orada yoklar.
Bir el lazer atışı sesi ve ardından duyduğum çığlıklarla irkiliyorum. İleride bir kalabalık birikmeye başlıyor. Oraya doğru koşuyorum. Bay-x Fu yerde yığılmış, hareketsiz yatıyor. Alnında açılan delikten sızan beyaz kanı zemine dağılmış. Bora’yı göremiyorum! Arıyorum, holofonuna erişilemiyor. Bileğimdeki ekrandan konum uygulamasını açıyorum. Bora’nın sinyali kayıp gözüküyor! Kalp atışlarım hızlanıyor. Tekrar deniyorum, olmuyor! Çıldırmak üzereyim. Kuantum dolanıklığı teknolojisiyle desteklenen bu uygulama, konum sinyalini önceden kaydettiği herhangi bir kişinin nerede olduğunu o kişi başka bir galakside olsa bile anlık gösterebiliyor. Beyne doğuştan entegre edilmesi zorunlu olan kimlik çipinden yayılan bu sinyalin kayıp uyarısı vermesinin iki anlamı var. O kişinin ya mevcut zamandan başka bir zaman boyutunda olduğu ya da… Hayatını kaybettiği…
Rejim robo-muhafızları olay mahalline ışınlanıyorlar ve holo-şerit çekerek kalabalığı dağıtıyorlar. “Bu androidle birlikteydik, oğlum kayıp!” bağrışlarımla onların dikkatini çekiyorum. İki kadın robo-muhafız sakinleşmemi emrediyor, koluma girip ifademi karakolda almak için araçlarına götürüyorlar…
[zaman boşluğu]
Kaç saniyedir bu hücrede olduğumu bilmiyorum; üç, belki de beş olmalı. Artık hesaplayamıyorum. On yıllar geçmiş gibi geliyor. Hakkımdaki suçlamalar vakıf malı bir androide zarar verecek ve zaman sürekliliğini ihlal edecek olmam. Şimdiki benin henüz işlemeye yeltenmediği, ama androidin biyonik hafızasından kurtarılan verilerden açıkça görüldüğü üzere gelecekteki benin çoktan işlemiş olduğu bu suçlardan ötürü hüküm giymiş bulunuyorum. Zaman Yasası’nın bu ilgili maddesini iyi biliyorum. Bir kişinin ileride zaman sürekliliğini ihlal edeceği kanıtlanırsa, önleyici bir tedbir olarak bu ihlali gerçekleştirmeden kişi hapsediliyor ve bu girişimden vazgeçmesi için ona bir şans tanınıyor. Çünkü ihlali gerçekleştirdikten sonra yakalanırsa, bu sefer ömür boyu hapse mahkûm ediliyor. Bu da görecelik hücresinde milyonlarca yıl geçirmiş gibi olmak demek!
Görüntüleri mahkemede izlemiştim. Android, camekânın ardındaki Neandertal insanlarını seyrediyor. Kayıtlardaki kesintinin ardından bir kadın sesleniyor ona, benim sesimle: “Bay-x Fu, demek buradasınız, ben de sizi arıyordum!” Android kendisine seslenen kadına dönüyor. Benim yüzüm, tanıyorum. Sadece saçlarım kırlaşmış ve yüzümdeki kırışıklıklar daha belirgin. Birden lazer tabancasını androide doğru tutuyorum ve ateşliyorum. Görüntü cızırdayarak kararırken 9-10 yaşlarında bir erkek çocuğuna, Bora’ma kilitleniyor. Bora yaşadığı şoktan donakalmış vaziyette. En son, Bora’yı kucaklıyorum ve elimdeki mobil teleport aletine tuşlamamla ortadan kayboluyoruz.
Bora’m, onu bu hücrede ne kadar da çok özlüyorum. Nerede, hangi zamanda olduğunu hâlâ bilmiyorum. Eğer yaşıyorsa (aksi ihtimal aklıma geldikçe deliriyorum) bulunduğu zamanın tespit edilmesi çok uzun sürebilir. Onu gelecekteki ben kaçırdığına göre aslında güvende olmalı diyerek avutuyorum kendimi. O da annesi sonuçta, bir zarar vermez, vermem. Peki niçin yaptı böyle bir şeyi, hangi sebeple yapacağım? Belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğim. Geçmişte baktığım davalarda ölmüş çocuklarını görebilmek için zamanda kaçak yolculuk yapanların anlattıklarını düşünüyorum. Aralarında çocuklarını kaçırmaya yeltenenler de vardı. “Onu kurtarmak için yaptım” diyorlardı. Ben de mi tüm bunları Bora’yı kurtarmak için yapacağım?
[zaman boşluğu]
Birkaç saniye süren ama zihnimden ve bedenimden yıllar süpüren hücre cezam biteli çok oluyor. Ne kadar çok, bilmiyorum. Bora’dan hâlâ bir haber yok. İşleyeceğim suç yüzünden meslek lisansım elimden alındı. Kendisi zaman sürekliliğini ihlal edecek olan bir hâkim, önüne gelen davalarda kaçak zaman yolcuları hakkında nasıl sağlıklı hüküm verebilir ki?
Bora’nın yer aldığı holo-resimleri odasının boşluğunda dönüyor. Yatağında uzanırken onları seyre dalıp uyuyabiliyorum. Oğlum şu an bilmediğim başka bir zamanda olsa da, kokusu henüz bu zamanda, yastığında. Elimde, Bora’ya sekizinci yaş gününde aldığım aynayı tutuyorum. Bu aynada yıldızların aksini izlemeyi ne de çok seviyordu. Uzay Bilgisi dersinde, gökyüzündeki yıldızlara baktığımızda ışık hızının limiti yüzünden onların geçmiş hallerini görebildiğimizi öğrendiğinde çok heyecanlanmıştı. Bir gün balkonda otururken yıldızların aynadaki yansımalarını göstererek “Anne, biliyor musun, bu ayna bir zaman makinesi aslında!” demişti, “Bize uzayın farklı zamanlarını gösteriyor.” Bunları düşünürken aynadaki kendi görüntümü fark ediyorum. Hücre cezasının fiziksel yan etkileri yüzünden kır düşen ve yıpranmış saçlarımı, yüzümdeki artan kırışıklıkları. Tıpkı, Bora’yı kaçıran halim gibiyim…
[zaman boşluğu]
Mars’ta, Bora ve Bay-x Fu ile beraber Galaktik Hayvanat Bahçesi’ne gittiğimiz o kara gündeyim. Yıllar boyunca sayısız zaman kaçağını mahkûm etmiş olan ben de artık bir kaçağım. Çok istesem de Bora’yı kaçırmayacağım, sadece onu bir kez daha canlı görmek istiyorum. Yakalanıp görecelik hücresinde ömür boyu hapsi göze alamam. Çünkü oğluma o zaman asla kavuşamayacağımı biliyorum. Onu kaçırmayacağımdan emin olmak için bu ana gelmeden önce dış görünüşümü değiştirdim. Sarı saçlarımı koyu siyaha boyayıp kır telleri kapattım. Neredeyse yüzümün yarısını kaplayan bir güneş gözlüğü taktım. İzlediğim olay kaydı holo-videolarında Bora’yı kaçırırken saçlarımda kırlıklar vardı ve gözlük takmıyordum. Bu yüzden onu bugün kaçırmayacağımdan eminim.
Galaktik Hayvanat Bahçesi’nde Neandertal insanlarının bulunduğu yere doğru ilerliyorum. Gelecekteki ben Bora’yı orada kaçıracaktı. Belki de onunla konuşabilirim, neden olmasın? Oğlumu(zu) nereye kaçıracağını öğrenirim. Hatta Bora’yı geri getirmesi için ona yalvarırım.
Birden duraksıyorum. Ben, hızlı adımlarla bana doğru ilerliyor. Heyecanlanıyorum. Bora’yı kaçırmaya mı gidiyor yoksa? Hayır, saçlarında hiç kır yok. Birden bu anı hatırlıyorum. Bir dejavu hissi kaplıyor vücudumu, tüylerim diken diken oluyor. Geçmişteki ben, bana çarpıp uzaklaşıyor. Acele etmeliyim. Az sonra gelecekteki ben Bay-x Fu’yu öldürüp Bora’yı kaçıracak. Koşmaya başlıyorum. İşte, Bora ve robo-öğretmeni oradalar!
Beni fark etmeyecekleri bir mesafeden arkalarına yaklaşıyorum. El ele tutuşmuşlar, Neandertal insanlarını seyrediyorlar. Bora arada başını Bay-x Fu’ya kaldırıp sevgiyle bakıyor. Bay-x Fu da ona tebessüm ederek karşılık veriyor. Bu tebessümde beni rahatsız eden bir şeyler seziyorum. Yanılmıyorum. Bay-x Fu uzun parmaklarıyla Bora’nın başını okşamaya başlıyor, omzundan tutup sıkıca ona sarılıyor. Kulağına eğilip bir şeyler fısıldıyor. Bora’nın yüzü asılıyor. Bay-x Fu bu kez yanağından öpmek istiyor. Bora geri adım atarak ondan uzaklaşırken robo-öğretmenine karşı sesini yükseltiyor: “O oyunu artık oynamak istemiyorum Fu, canım acıyor!” İşte o an, bir kadın (Gelecekteki benim bu!) yaklaşıyor ikisine. Elindeki lazer tabancasını saklayarak sesleniyor: “Bay-x Fu, demek buradasınız, ben de sizi arıyordum!” Tabancayı Bay-x Fu’ya doğrultup ateşliyor: PİYUV! Sonra Bora’yı kucaklıyor, onunla birlikte ışınlanarak ortamdan kayboluyor…
Şahit olduğum sahnenin dehşetiyle titriyorum. Kızgınlık ve nefret duyguları, gerçeği öğrenmenin verdiği huzurla birleşiyor. Artık ne yapmam gerektiğini biliyorum. O aşağılık androidi niçin öldürmem gerektiğini, Bora’yı neden kurtarmam gerektiğini, hepsini biliyorum. Bir an evvel ayrıldığım zamana dönüp hazırlıklara başlamalıyım. Oğluma nihayet kavuşacak olmamın heyecanı ile uzun zamandır ilk kez mutluyum…