geri ruyalama

Geri Rüyalama | Oruç Can Hasmaden (Kısa Öykü)

Uyandı. Aniden. Bu ani uyanışı Kamras’ı sersemletti. Kötü tarafı ise hiç uyumamış gibi hissediyordu. Belki de gerçekten uyumamıştı daha. Ama hiç uyumadıysa nasıl uyanmıştı, neyden uyanmıştı? Belki de hâlâ uyuyordu ve bu sadece bir rüyaydı. Uyanmasıyla ilgili. Bunu çok saçma buldu ve yatağından kalktı.

Çok aç hissediyordu. Sanki daha hiç yemek yememişti. Doğal bir düşünceydi, sonuçta daha yeni sabah olmuştu. Buzdolabına gidip ekrana baktı. En sonunda ekrandaki üç orino yumurtasına, bir peltaya, bir arna ve yağa bastı. Buzdolabı istenilenleri bir kolla uzattı ve kolu geri çekti.

Önce pelta ve arnı iyice doğrayıp yağla birlikte tavanın üstüne bıraktı, sonra aklına ocağı açmadığı geldi. Ocağı açıp beklemeye başladı. Tava ve içindekiler ısınmamakta inat etti. Belki de ısıyı yükseltirsem akılları başlarına gelir, diye düşündü. Öyle de yaptı. Tava ve içindekiler yüksek ısıya daha fazla dayanamayıp pes etti. Pelta ve arn iyice piştikten sonra üstlerine yumurtaları da kırdı. Sürekli karıştırıyordu malzemeleri. Bu kadar karıştırmayla kendilerinden geçtiler ve başka bir şey olmak istediklerini fark edip birbirlerine bağlandılar.

Tavanın içindekiler artık yeni bir şeydi. Daha güçlü, daha sağlıklı, daha iyi bir şey. Onlar kendilerine yeni bir isim ararken evrenin geri kalanının onlara menemen dediğinden haberleri yoktu. Hiçbir menemen yarım saatten fazla var olamadığı için kendi isimlerini öğrenme noktasına ulaşamamıştı. Gerçi bunun için kendini zorlayan ve tam yenecekken çatal ya da kaşıktan kendini atan menemenler olmuştu ama onlar da genelde kendilerini hiç istemedikleri bir yer olan ‘yemek mezarlıkları’nda buluyordu.

Menemeni bitirmişti. O midesini rahatsız eden açlık duygusu gitmişti. Kamras ayağa kalktı ve tekrar geri oturdu. Menemen lokmaları ağzından çatalına, oradan da tabağına geri gitti. Bütün yemek gerisin geri tabakta buluşana kadar da durmadı. Tabakta da fazla durmadı menemen. Kamras onu tavaya geri boşalttı, aynı tavadan tabağa boşalttığı gibi. Kamras önce ocağı açtı, sonra hızla menemeni karıştırmaya başladı. Bu sefer menemen kendinden geçti ve aslında eski hallerini daha çok sevdiklerini anlayıp pişmiş pelta, arn ve pişmemiş yumurtalara dönüştü. Kamras ustaca kırıp içindekileri boşalttığı yumurtaları kendi de şaşırarak kırılmamış ve içi dökülmemiş o ihtişamlı dönemine, Üç Yumurtalar Dönemi’ne geri soktu. Pelta ve arn pişmemiş olmayı kabullendi. Kamras ve bir bıçak yardımıyla yeniden bütünlüklerine kavuştular. Sonunda Kamras bütün malzemeleri buzdolabının koluna koydu ve geri yolladı.

Bunları neden yapmıştı? Yine açtı. Madem yine acıkacaktı, neden yemek yapma zahmetine girmişti? Daha da önemlisi bunları nasıl yapmıştı? Yemek yapmayı üç kere daha denedi ama uğraşları hep malzemelerin buzdolabına geri girmesiyle sonuçlandı. Kamras pes etti. Yemek yenmek istemiyorsa yapılabilecek bir şey yoktu. Bir ara acaba dördüncü denemeyi atlayıp beşinciyi mi denesem, diye düşündü ama çok saçma bir fikir olduğuna karar verip vazgeçti. Daha sonra onları haklayabileceğine emindi.

Kamras bir an irkildi. Bugün portal kulesinden Esas Gezegeni’ne gidip iş gelişim seminerine katılması gerekiyordu. Gerçi bundan önce birkaç kere zaten katılmıştı bu seminerlere. Hepsini birbirinden ayıran tek özellikse seminerin başlangıcında kendini tanıtan konuşmacının adıydı. Belki istese Kamras da semineri sunabilirdi ama diğerleri kadar sıkıcı olmayı başaramayacağından hiç bu işe kalkışmamıştı. Zaten onun alanı da değildi.

Mutfaktan, yenilginin bile körükleyemediği kadar bıkkın bir şekilde yatak odasına geri döndü. Dolabın önünde bekledi. Sağ kapağı açtı. Aralarından kötü günlerde giydiği ve başına bir şey gelse de umursamayacağı bir gömlek, pantolon ve bir çift çorap seçti. Pijamalarını çıkardı. Yavaş yavaş seçtiği kıyafetleri giydi ve dolabın kapağını kapadı. Acil bir işi yokmuş gibi davranarak semineri atlatabileceğini düşündü. Düşünme yöntemi doğruymuş gibi geldi başta.

Dolabın sağ kapağını yeniden açtı. Üstündekileri çıkarıp geri katladı ve eski ütülü hâliyle dolaba geri soktu. Pijamalarını geri giydi. Acaba giymek için seçtiği kıyafetleri nasıl tekrar seçmeyeceğini merak etti ama dolabın kapağını kapatmakla yetindi. Mucize gibiydi. Mutfaktaki yenilgiden sonra bu iyi gelmişti Kamras’a. Eğer evren onun seminerlerden birine gitmesini istemiyorsa yapacak bir şey yoktu. Evet, evrenin böyle küçük konularla uğraşması bilindik bir şeydi, aksi hâlde günlük yaşantıları çok iyi geçerdi.

Yaptığı her şeyi geri sarması, atlatılması gereken bir gerçekti. Düşünceleri kapının çalınmasıyla yarıda kesildi. Bir gariplik vardı ama. Hemen fark edilen türden. Zil sesinin geriye akıp yok olmaması gibi.

“Bay Kamras İreg için kargo var!” diye seslendi kapıdaki.

Neden sesler geriye sarmıyor, diye düşündü Kamras başta. Acaba sesleri etkilemiyor olabilir miydi bu zamanın garip akıntısı? Kapıya geldiğinde kargo dağıtım elemanının ısrarlı sesi geliyordu.

“İçeride misiniz, Bay İreg?”

Normal bir kargo dağıtım elemanının tutumunu sergilemiyordu kapıdaki. Bu da doğal olarak Kamras’ın olaya şüpheli yaklaşmasına neden oluyordu. Acaba, diye düşündü kendi kendine; seminerler hakkındaki düşüncelerimin farkına mı vardılar? Tereddütle kapıya yaklaştı.

“Kim o?” dedi titrek bir şekilde. “?o miK” diye geri yuttu dediklerini. Kamras için şok edici bir deneyimdi. Sözlerini geri yutması değil, sözlerini geri yutmasının hoşuna gitmesi.

Aslında kapının diğer tarafındakine de küçük bir şok etkisi yaratmıştı. Kargo dağıtım elemanı ilk cümleyi bekliyordu ama ikincisi onu gafil avlamıştı ve “Pardon anlayamadım!” olmuştu cevabı.

Bu sefer ses tellerinin titreşmemesi için bütün enerjisini kullanarak ağzını açtı, “Kim o?” dedi Kamras ve ağzını geri kapadı. Sanki birkaç saniye önce yaşananları unutmuş gibi. Doğal olarak konuşmasından oluşan ses dalgaları bir çanak gibi açılan ağzında toplandı ve ses tellerine geri ulaştı, “‘?o miK”.

Bir sessizlik oldu. Kamras kapının öbür tarafında ne olduğunu bilmese de iyi bir şeyler olmadığını anladı. Kamras’ın sessizliği ise aklına takılan bir şeyden kaynaklanıyordu. Eğer kendi ses dalgalarını yutuyorsa söylediği şeyi tersten nasıl duyuyorlardı? Bunun imkânsız olması gerekirdi. Mantık sınırları içerisinde değildi bu. Ama mantıksızlık çok ileri boyutlara ulaşırsa mantıklılık ile yer değiştirme olasılığı da vardı. Mantığın uzun süreli deformasyonundan kaynaklanan bir Ters Mantık Alanı. Ters Mantık Alanları hakkında aldığı o saçma sapan seminerleri hâlâ hatırlıyordu.

O zaman bunu kendi yararına kullanma vakti gelmişti. Kargo dağıtım elemanının hâlâ kapının öbür tarafında durduğunu umut ederek, “?o mi…” diyordu ki kargo dağıtım elemanı sözünü kesti. 

“Neyin peşindesiniz bilmiyorum Bay İreg ama bu hiç komik değil, kapıyı şimdi açmazsanız gidiyorum.” 

“…O mi?” 

“Efendim?”

Kamras bunu öngörememişti. Zaten olayları öngörme gibi bir yeteneği de yoktu. Kamras daha fazla dayanamadı ve kendi kapı açma adabına ters düşerek kapının arkasındakinin, ‘Kim o?’ sorusuna cevap vermeden açmayı kabul etti ilk defa. 

Kendiyle çok mücadele etti. Herkesin bir sınırı vardı ve Kamras’ın sınırları da buralarda zorlanmaya başlıyordu. Yavaşça kapıyı açtı. Bir sağ kol, bir sağ omuz, bir gövdenin sağ tarafı ve sağ bacak, sağ kulak, sağ yanak, sağ göz, ağzın ve burnun sağ tarafları, sol göz, ağzın ve burnun sol tarafları, sol yanak, sol kulak, bir gövdenin sol tarafı ve sol bacak, bir sol omuz, bir sol kol. Bir an kargocunun gövdesinin orta kısmının ve kafasının saçla kaplı olması gereken bölümünün olmadığını farz ederek adama iyice bir daha baktı ama neyse ki oradaydılar. 

“En sonunda Bay İreg. En zorlandığım müşter…”

Kamras kapıyı yavaş yavaş yeniden kapamaya başladı. Bir sol kol gitti, bir sol omuz gitti, bir gövdenin sol tarafı ve sol bacak gitti, sol kulak gitti, sol yanak gitti, sol göz gitti, ağzın ve burnun sol tarafları gitti, kafasının saçla kaplı olan sol kısmı gitti, bir gövdenin orta kısmı gitti, ağzın ve burnun sağ tarafları gitti, sağ göz gitti, sağ yanak gitti, sağ kulak gitti, bir gövdenin sağ tarafı ve sağ bacak gitti, bir sağ omuz gitti, bir sağ kol gitti. Kapı tamamen kapandı. 

“!elnid ineb nedemsek ümüzöS” dedi Kamras. Kendisinin nasıl bu kadar kolay tersten konuşabildiğine inanamıyordu. 

Söylediklerini, “Sözümü kesmeden beni dinle!” diye geri yuttu. 

“?um rulo nesleg nıraY .muroyiriçeg nüg rib ütöK” 

“Kötü bir gün geçiriyorum. Yarın gelsen olur mu?” 

“Olur Bay İreg. Yarın sabah geri gelirim.” 

Sonunda kargo dağıtım elemanı gitmişti. Artık konuşması gerekmeyecekti. Hemen bilgisayarını açıp patronuna bir mesaj yazdı ama mesaj aynı tuşlara basılarak geri yazılmadı. Kimseye haber veremeden gününü nasıl devam ettirecekti? Ama şu anda daha önemli işleri vardı neyse ki. Bugün olanların kaynağını bulmak gibi. 

Sabah, uyanınca düşündüğü ilk şey geldi aklına. Belki de gerçekten bir rüyaydı bu. Evinde Rüyalopedi olduğunu hatırlıyordu. Onlara bir göz atabilirdi. Kütüphanesine gitti, terminale Rüyalopedi’yi arattı. Raflar hareketlendi ve Rüyalopedi karşısına geldi. Kitabı aldı ve içeriklere bir göz attı. 

Zaman Rüyakülmesi’ne takıldı bir an. Sayfaları çevirdi. “Zaman Rüyakülmesi” bölümüne geldi. Her zamanki gibi uzun ve sıkıcı görünen paragraflardan ibaretti. Hızlıca okumadı. “Semptomlar” kısmına indi direkt ve içinden okudu. 

Zamanın rüya âleminde bükülmesine verilen bir isimdir. Kişi, kendinin farklı zamanlardaki yansımalarıyla, zamanda tek bir noktada buluştuğunu düşler. Zamanın bu noktası kendi bulunduğu noktadır. Çoğunlukla Zaman Rüyakülmesi’nde KerKil pastasının boğucu lokmalarıyla cebelleşildiği düşlenir. Uyanıldığı zaman kendi yaşınızın bilincini sorgulamak en çok rastlanan sonuçtur.

Tek başınaydı. Her zaman olduğu gibi. Hırslı bir kargo dağıtım elemanı bile evine girememişken kendinin farklı zamanlardaki yansımaları nasıl girsindi? Yeniden “içerik” sayfasına döndü. Hızlı hızlı taradı neler olduğunu. 

“Rüyadoks” olduğunu sanmıyordu. Tınısı hoş gelmiyordu. 

“Zaman Durüyası”na bakmak istemedi. Zaman Rüyakülmesi’nden pek de farklı olmayacağını düşündü. 

“Geri Rüyalama” ismi komik geldi Kamras’a, ama buna da bir olanak tanıma fırsatı vermeden kitabın kapağını kapadı, rafa geri koydu ve rafın kendi yerine geri gidişini izledi. 

Sonra raf yeniden önüne geldi. Kitabı geri aldı sayfaları tersten yeniden karıştırdı. Kapağını kapatıp rafa geri koydu. Raf eski yerine geri gitti. Büyük bir zaman kaybı yaşanmıştı ama evrenin geri kalanı için anlaşılmayacak kadar değersiz bir zaman kaybıydı. 

Şimdi ne yapacaktı? Fiziksel olarak yaptığı hiçbir şey yaptığı gibi kalmıyor, eski hâline dönüyordu. Kamras hiçbir şeyi unutmadığının uzun zamandır farkındaydı ama şimdiye kadar bu bilgiyle ne yapacağını bilmiyordu. Her şeyi geri yapmıyor olabilirdi ama hiçbir şeyi geri unutmuyordu. Demek ki zamanın geri sarması her şeyi etkilemiyordu.

Bir tür hastalık mı acaba, diye düşündü ama zamanı böyle kurcalayan herhangi bir mikrop olduğunu hatırlamıyordu. Olsa kesinlikle büyük manşetlerle haberlere çıkardı. Kendisinin haberi olmadığı bir üne sahip olurdu.

Yoksa dün yediği bir şeyin mi dokunduğunu düşündü. Çoğu dışarıda yenilen yemeklerin içine ne tür kimyasallar konduğunu bilmiyordu. Birkaç hafta önce iş arkadaşlarından birinin yediği bozuk yemek üç gün boyunca onun farklı dillerde konuşmasına neden olmuştu. Ama herkesin kulaklarına çeviri aparatı monte edilmiş olduğu için herkes ne dediği anlayabiliyordu. Bozuk yemeğin amacını yerine getirememesi ise bozuk yemek için onur kırıcı bir olaydı.

Hayır, bozuk bir yemek yememişti, evde yemişti.

Bu konunun içinden çıkamayacağını biliyordu. O bir mühendis ya da bilimci değildi. Bu tarz olaylara onların kafa yorması gerekiyordu, bir seminer izleyicisinin değil.

“O zaman,” dedi kendi kendine, “bugünü tamamen düşünmeyle harcarım.” Uyandığından beri sadece iki saat geçmişti. Yaptığı her şey onu zamanda yaptığı şeyi yapmadan önceki noktaya ittiği için sadece düşünmekle zamanı ilerlemişti.

Düşündü, düşündü, düşündü, daha çok düşündü. Sıkıldı. Sıkılmayı düşündü. Ondan da sıkıldı. Kafasında oyunlar oynadı. Ondan da sıkıldı. Öğlen oldu. Çok ileri gidip bundan da sıkıldı. Sıkılmayı mantıksız buldu ama bu fikirden hemen vazgeçti. Eğer bir Ters Mantık Alanı’ndaysa, ona daha fazla mantıksızlık yüklemek mantıksız geldi. Kitapları düşündü. Aklına düşünecek düzgün bir kitap gelmedi. Şimdiye kadar katıldığı seminerleri düşündü. Şimdikinden daha fazla sıkıcı olamazlardı, değillerdi de zaten. O anlarda en azından bir şeyler oluyordu.

Aynı bağırsaklarında olduğu gibi. Tuvalete gitmesi gerekiyordu. Bu kadar düşünmek bağırsaklarını çalıştırmış olmalıydı. Hızlıca kalktı ve hiç beklemeden tuvalete gitti.

Bazen bazı şeylerin olmaması gerekir. Tuvalette olan ve sonra olmayan o can sıkıcı şeyin önüne geçilebilirdi, bütün gün başına gelenleri unutmayarak. Ama bir faydası yoktu artık. Olan olmamıştı. Bu da bir sorundu. Tuvaletini yapmıştı ve sonra yapmamıştı. Bu da bardağı taşıran son damlaydı.

Bugünü atlatmanın en kesin yolu uyumaktı. Hâlâ pijamaları da üstündeyken gidip yatsa ne değişecekti? Havanın kararmasına kadar zaman geçirebilmişti. Yatak odasının yolunu tuttu. Yatağını gözüne kestirdi ve kendini üstüne attı. Uyudu. Aniden kalktı. Saatine baktı. Daha uyanmasına çok vardı. Etrafı süzdü ve yeniden saatine baktı. Yeniden uyudu.

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

kisa oyku

Kaplumbağalar ve İnsanlar | Erhan Yıldırım (Kısa Öykü)

Yaşaması için ilk kural neydi hakikaten? Su mu? Hava mı? Yoksa lezzetine bakmadan midesine tıkacağı …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin