Gereksiz Adam | Kadri Kerem Karanfil (Kısa Öykü)

Kemal kapının eşiğinde dikilen karısına baktı. Selime’nin yüzü solgundu. Her an bayılacak gibi durmaktaydı. Yine de gülümsemeye çabalıyordu. Kemal de zoraki gerdi dudaklarını.

Her şeyden habersiz Rüzgâr dışarı fırlayıp babasının üzerine tırmandı.

“Bana bisiklet alır mısın baba?”

Kemal alırım demek istedi, diyemedi. Daha beş yaşında olan oğlunu kandırmayı kendine yakıştıramamıştı.

“Şu karşı evdeki çocuğun bir bisikleti var baba, öyle hızlı gidiyor ki… Bak böyle.”

Çocuk kucaktan inmiş, hayali bisikletini sürmeye başlamıştı. Kemal bembeyaz bir suratla izliyordu onu. Selime fırladı, çocuğu kolundan tuttuğu gibi yanına çekti. Rüzgâr neye uğradığını şaşırmıştı. Bir annesine, bir babasına bakıyordu. Yanlış bir şey mi yapmıştı acaba?

Kemal karısına sımsıkı sarıldı. Sonra neler olup bittiğini anlayamayan oğlunu öptü, öptü, öptü… Çocuk kıvırcık saçlarını babasından almıştı. Kemal çocuğun kıvırcık saçlarını karıştırdı. Sonra doğruldu, önünden defalarca kez geçtiği halde içine hiç girmediği penceresiz binaya doğru yola koyuldu.

Selime onu gözden kaybolana dek izledi. Onlar tarafından çağırılıp geri dönen biri var mıydı? Hafızasını zorladı. Bir kişi bile umudunu korumasına yeterdi. Ama yoktu. Tek bir kişi bile yoktu.

*****

Duvarları beyaza boyalı oda, bir masa ve iki iskemle dışında boştu. Üzerinde bir telefon duran masanın ardında ufak tefek bir adam oturmaktaydı. Arkasındaki duvarda asılı duran levhada şu iki cümle yazıyordu:

Bireyin, toplum düzeni için hayatından vazgeçmesi fedakârlık değildir. Bu onun ödevidir.

Masanın ardındaki adam odaya birinin girdiğinden habersiz gibiydi. Büyük bir dikkatle önündeki kâğıtları inceliyordu. Sonunda kâğıtlardan kafasını kaldırıp Kemal’e iskemleyi işaret etti.

Kemal yarım kıçla oturdu iskemleye; gömleğinin alttan üçüncü düğmesiyle oynamaya başladı. Yüreği ağzında çarpıyordu.

Adam kâğıtların içinden bir tanesini çekip aldı.

“Burada yedi aydır işsiz olduğunuz yazıyor.”

“İş aradım. İnanın aradım. Ama…”

“Oldukça uzun bir süre olduğunu siz de kabul ediyorsunuzdur herhalde.”

“…”

“Bu süre boyunca sekiz iş görüşmesi yapmışsınız. Hiçbirinden olumlu yanıt almadığınıza siz de şaşırmamışsınızdır herhalde. Yoksa yanılıyor muyum?”

“…”

“Size uygun olmayan işlere başvurarak insanların vaktini boşa harcamanız affedilecek şey değil.”

“Ben… Şey… Aslında…”

“Peki ya hata yapıp sizi uygun olmadığınız bir işe alsalardı, o zaman ne olacaktı? Yol açabileceğiniz şeyin farkında mısınız? Sistemin bozulması için tek bir bozuk çark yeterlidir. Bir de bakmışsınız tüm sistem yerle bir olmuş.”

Kendine uygun olmayan işlere başvurduğunu o da biliyordu ya… Yalnızca bir şeyler yapıyor gibi görünüp başına gelecekleri geciktirmek istemişti.

“Odanın içine bir bakın.”

Kemal denileni yaptı.

“Gereksiz olan tek bir şey göremediniz, değil mi? Bir toplu iğne bile. Bu oda toplumun bir yansımasıdır. Şimdi sabahtan akşama kadar bu odanın içinde, o iskemlede oturduğunuzu düşünün. Ne demek istediğimi anlamışsınızdır herhalde.”

Kemal işittiği her kelimede biraz daha küçülüyordu. Öyle ki sanki birkaç kelime sonra ayakları yere değmeyecek, bedeni gömleğinin içinde yok olup gidecekti.

Adam kaleminin arkasını pat pat masaya vurarak Kemal’e bakıyordu.

“Benden ne yapmamı bekliyorsunuz?” diye sordu Kemal sonunda. Bunu isyan ederek sormamıştı. İsyan etmenin ne demek olduğundan bile haberi yoktu. “İsyan” kelimesi o doğmadan yıllar evvel yasaklı kelimeler arasına katılmıştı.

“Sizden ölmenizi bekliyoruz,” dedi masanın ardındaki adam, gülümseyerek. “İşte bu kadar basit.”

“Ölmek mi?”

Adam onu duymazdan geldi.

“Bekçiymişsiniz. Ama çok sık hastalanıp işinizi aksatıyormuşsunuz. Sonunda sizi işten çıkarmak zorunda kalmışlar.”

“Evet. Şey… Bünyem… Pek sağlam değil de. Yani…”

“Siz de kabul edersiniz ki hasta olup dururken bekçilik yapamazsınız.”

“Belki… Belki daha kalın giyinirsem…”

Adam bir fıkra dinlemiş gibi güldü. Kemal kıpkırmızı kesildi.

“Maalesef bir yeteneğe de sahip değilsiniz. Hiçbir müzik aleti çalamıyorsunuz. Sesiniz güzel değil. Resim yapamıyorsunuz. Dans edemiyorsunuz. Topluma hiç faydanız yok. Kısacası gereksizsiniz. Varlığınız toplum için artı değer oluşturmuyor. Tükettiğiniz kaynakları hak etmiyorsunuz. Hayatınız son bulmalı. Size acımasızca gelebilir ama doğa da bu şekilde çalışır. Ayağı kırık ya da hasta bir hayvan sürünün gerisinde kalır ve vahşi hayvanlara yem olur. Siz de sürünün gerisinde kaldınız ve birilerinin vahşi hayvan rolünü üstlenmesi gerek. İşte biz de bu yüzden varız.”

Kemal bu sefer de gittikçe büyüyordu sanki. Oturduğu sandalyeye, içinde durduğu odaya sığamaz olmuştu. Duvarlar üzerine üzerine geliyordu.

“Karımla çocuğum ne olacak? Ben olmazsam…”

“Siz olmazsanız mı? Siz olmazsanız ne? Bakın burada karınızın hasta bakıcı olduğu yazıyor. Son beş sene içinde işe yalnızca bir kere gitmemiş. Sağlıklı bir kadın. Gelelim çocuğunuza; doktor kayıtlarına bakılırsa bünyesi sizinkine benzemiyor. Okulu bir gün bile aksatmamış. Dersleri ortalamanın üzerinde. Ayrıca geçen ayın yirmi yedisinde yapılan sınıflar arası yüz metre koşusunda ikinci gelmiş. Onun topluma faydalı olacağını umuyoruz.

“…”

“Onların size ihtiyacı yok. İlle de birine ihtiyaç duyarlarsa bunu biz ayarlarız, merak etmeyin.”

“En azından onları son bir kez görmeme izin verin,” dedi Kemal, zar zor duyulur bir sesle.

“Bu neyi değiştirir ki? İşleri daha fazla zorlaştırmamanızı rica ediyorum. Hem sizinle işimiz bittiğinde yine ailenize teslim edileceksiniz, meraklanmayın.”

Gereksiz adam cevap vermedi. Hiçbir kelime içinde bulunduğu durumu değiştirme gücüne sahip değildi. Başına gelecekleri kabullenmekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Bir daha karısına sarılamayacaktı. Bir daha oğlunu sırtına alamayacaktı. Bir daha…

Masanın ardındaki adam telefonu kaldırıp işlemlerin başlatılması emrini verdi. Kemal ruhu içinden çekilip alınmış gibi oturuyordu. Gözü adamın ardındaki duvarda asılı duran levhaya takıldı.

Bireyin, toplum düzeni için hayatından vazgeçmesi fedakârlık değildir. Bu onun ödevidir.

Yarım dakika sonra odaya iki adam girdi. Gereksiz adam, onu alıp götürürlerken direnmedi.

*****

Selime yine de bekliyordu. Belki geri gelirdi kocası. Belki ona uygun bir iş bulurlardı. Böyle bir şeyin bugüne dek olmaması bundan sonra da olmayacağı anlamına gelmezdi ya. Kemal zeki adamdı. Mutlaka yapabileceği bir iş olmalıydı.

Kapı çalındığında sabah olmuştu. Selime koşup kapıyı açtı. Karşısında duran adam kocası değildi. Adam elindeki kutuyu tek kelime etmeden ona uzattı. Arkadan gelen bir başka adam üç tekerlekli bir bisiklet taşıyordu. Rüzgâr bisikletin kokusunu almıştı sanki. Bir an sonra bisikletin üzerindeydi. Bir yandan pedal çeviriyor, bir yandan “Babam bana bisiklet yollamış anne,” diye bağırıyordu. Yüzü ışıl ışıldı.

“Babam nerde anne? Ne zaman gelecek?” diye sordu nefeslenmek için durduğunda.

Selime, kocasının külleriyle dolu kutuyu göğsüne bastırdı. “Yakında yavrum,” dedi sonra. “Yakında gelecek.”

Rüzgâr annesinin neden ağladığını anlayamadı. Yeniden pedal çevirmeye başladı. Babası yakında gelecekti. O zaman üzerine tırmanıp öpücüklere boğacaktı onu.

Yazar: Kadri Kerem Karanfil

Bu hesap, artık hayatta olmayan bir yazara aittir. (1980-2021)Bilimkurgu Kulübü emektarı. Yalnız bilimkurguyla değil, korku ve çocuk edebiyatıyla da ilgili. Stephen King'in sadık okuyucusu. Ray Bradbury'nin büyük hayranı. 80'lere ait korku filmlerinin tutkunu.

İlginizi Çekebilir

yuvaya donmek

Yuvaya Dönmek | Deniz K. Üstündağ (Kısa Öykü)

25. Eksen Döngüsü Eski Tarih: 2347/ Yıkımdan Sonra MAVİ “Anne, ölmeyeceksin değil mi?” İki bin …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et