Erkenden uyandım, güneş bile doğmadan önce. Bugün epey yoğun geçecek, o yüzden hiç oyalanmadan kolumdaki damar yoluna, vücudumun biyolojik kısımlarının ihtiyacı olan protein-karbonhidrat-yağ besinlerini içeren sıvıyı enjekte ettim. Hafıza ve algımı yükselten işlemcileri beyin sapındaki beyin-makine arayüzüne yerleştirdim, çünkü bugün kendi nöronlarımdan daha fazlası gerekecek.
Gene soğuktan dolayı uyuyamadım, 3 gündür çürük meyveden başka bir şey yiyemedim zaten. Sırtlan ve akbabaların nehir boyunca ilerlediğini görmüştüm; demek ki o civarlarda hayvan leşleri olmalı, bugün gitmeyi deneyeceğim.
Büyük şehrin banliyösündeki evimden, şehir merkezine gitmem Hava-ray ile yalnızca 15 dakika sürdü, şahsi taşıtların yasaklanması ne kadar da güzel bir kararmış! Hem CO2 seviyelerini düşürerek atmosfer ve iklimimizi kurtardık hem de şehirlerimiz hiç olmadığı kadar ferah ve temiz. Büyük bir enerjiyle son durakta iniyor ve Uzay Ajansı’nın halkla ilişkiler ofisine doğru ilerliyorum. Bugün epey keyifli bir gün olacak. Nihayet Mars ve Ay; turizme açıldı. Artık sanatçı ve sporcular da hiçbir proje ya da göreve dâhil olmaksızın gezegen turlarına katılabilecek. Bugün onlara sunum yapacağım, alışkın olduğum akademik çevrelerin dışından gelen soruları hep yaratıcı ve sürprizli bulmuşumdur, o yüzden biraz da stresliyim. Sol omzumdaki kontrol panelini açtım, kanımdaki stres hormonlarını sınırladım, zihinsel gücümü ortalama ihtiyacın %20 üzerine yükselttim.
Kahverengi tonlarındaki nehir boyunca ilerliyorum. Ağır kokuya rağmen kenarlarında nasıl canlı yaşayabiliyor merak ediyorum. Bugünkü gibi açlık çektiğim zamanlarda, kabilemden ayrıldığıma pişman oluyorum bazen. Ama her gece soyulma ve öldürülme korkusuyla bıçağım elimde uyumaktan bıktım. Bu devirde yalnız takılmak gene de en iyisi. Yürümeye devam ediyorum, nihayet su kıyısında geyik ölülerini gördüm. Karınlarına ok saplanmış, birçok ok ucu da yerlerde. Kabilemdeki yaşlıları hatırladım, metal uçlu oklarla avlanan hayvanları yemezlerdi. Bu metale eski uygarlık zamanlarında uranyum denildiğini, metalin radyasyon yaydığını, bu sebeple insan dahil bütün canlılara zarar verdiğini söylerlerdi. Radyasyon ne demek acaba, bugüne kadar bir zararını görmedim. İştahla etleri kesmeye koyuldum.
Sunum tahmin ettiğim gibi yoğun başladı, sorular art arda geliyordu. Sporcuların kaygılarına hak veriyordum, vücutları her türlü robotik eklentiden arınmıştı, beyin-makine ara yüzü kullanmıyorlardı. O sebeple Homo Sapiens bedeninin, koruyucu giysiler altında ne kadar rahat edebileceğinden endişeleniyorlardı. Ben de onlara, çok değil 50 yıl öncesine kadar uzay görevlerine yükseltilmemiş, hatta bugünkünden çok daha zayıf Homo Sapiens’lerin katıldığını anlattım. Endişelerini gidermeyi başarabildim, bazıları Ay’da, düşük yer çekimli ortamda atletizm egzersizleri yapmak için sabırsızlanıyordu. Hatta Ay turnuvalarında, orada yerleşik olan sporculara bile meydan okumak istiyorlardı. Sanatçılar bu tür kalabalık sunumları pek sevmezdi, çoğu erken ayrıldı. 9 saatlik soru-cevap kısmının ardından nihayet sunumum bitti. Kontrol panelimi açtım, hormon ve algılarımı sakinlik seviyesine çektim. Salondan tam çıkarken, bir kadınla yüz yüz yüze geldik. Oldukça güzeldi, sağ gözündeki kızılötesi-morötesi lensi fark ettim, sanırım sanatçı olmalıydı.
Korunaklı bir noktada, lav silahımla ateş yaktım. Doyana kadar et yedim, epey miktarını da kızartıp yanıma aldım. Karnım doyduğu için nihayet birkaç günlük plan yapabilirdim. Şehir enkazında toplayıcılar vardı, takas için onları bulmaya karar verdim. Ama tek başına şehre gitmek her zaman riskli olmuştur, takasın olduğu yerde avcılar da vardı, bazen tüfek bile taşıdıkları oluyordu. Lav silahım her an yanımdaydı, metal ok uçlarını da cebime doldurdum. Şehir enkazına doğru güvensizce yürümeye başladım.
Sanatçı kadınla ayaküstü konuşmaya başladık, gezegen turizminin ne kadar yaygınlaşabileceğine dair genel sorular sordu. Beni dinlemekten hoşlandığını fark ettim, ona terastaki kafede oturmayı teklif ettim. Kabul edince çok mutlu oldum çünkü bir sanatçıyla zaman geçirmek bir bilim insanı için büyük bir ayrıcalıktı. Körfez manzarasını gören bir masaya oturduk. Kontrol panelim, bugün 2 tane 50lik bira içebileceğimi hesapladı, bunu gören kadın güldü. “İyi ki bunlardan birini kullanmıyorum.” Ona neler yaptığını, neler ürettiğini sordum. Belli bir planı olmadığından, önceliğinin gezmek ve hayatı keşfetmek olduğunu söyledi. Sanatçı olduğu ilk yıllarda, filtreli lenslerle saatlerce Güneş’i izlediğini, güneş fırtınalarının resmini çizmeye çalıştığını anlattı. Şimdi de Ay’a gidip, oradan Güneş’i izlemek istiyordu. Ona “gezegenler arası sanatçılar” gibi bir projeye katılıp neden şimdiye kadar Ay’a ya da Mars’a gitmediğini sordum. Güldü, “hayatında hiç proje tamamlamadığını, özgür, başına buyruk yaşamak istediğini” anlattı. Sonra bana cesurca bir soru sordu.
Şehrin sınırlarına vardığımda asit yağmuru başlamıştı, üzerinde semboller olan geniş metal levhalarla basit bir sığınak yaptım hemen. Çocukluğumda, yaşlıların bu sembolleri bize öğretmeye çalıştığını hatırlıyorum, sanırım harf deniyordu bunlara. Uygarlık zamanında insanlar bu sembollerle anlaşırmış. Yaşlılardan harfleri öğrenen birkaç kişi olmuştu, ama ne işe yaradığını bir türlü öğrenemedim, doğada hiç harf yoktu. Asit yağmuru dindi nihayet, sıçrayan damlalar ceketimde delikler açmıştı. Elimde silah, temkinli şekilde enkazların arasından yürümeye koyuldum. Her yer metal, taş ve toz yığınlarından ibaretti. Sanırım işe yarar hiçbir malzeme kalmamıştı, çünkü hiç toplayıcı göremedim. Yürürken bir el silah sesi işittim, bir bina kalıntısının tepesinde bir adam vardı. İyice süzdü beni, çantamın boş olduğunu fark etti. Mermisini harcamaya değmeyeceğini düşünerek sırtını döndü.
Yapay Zekâ’nın seçiminden mutlu muydum, bu seçimi hiç sorgulamış mıydım? Bu tarz bir tartışmaya katılmayalı yıllar olmuştu. Hatta bunun üzerine pek az düşünmüştüm. 30 yaşına kadar, çok kararsız bir hayatım olmuştu. Çocukluğum güzel geçmişti ancak ergenlikten itibaren hissettiğim tek şey can sıkıntısıydı. Hiçbir eğitimde, hiçbir projede istikrar sağlayamamıştım. Yaşamım yarıda kalan işlerle doluydu. Bir süre sonra kendi arayışlarımdan da bıkıp Seçim Günü’ne kadar hayatı rasgele yaşamaya başlamıştım. Sanırım son birkaç yıl, en çok sevdiğim şeyin okumak, araştırmak ve insanları gözlemlemek olduğunu düşünüyordum. Nihayet Seçim Günü geldi. Yapay Zekâ 30 yıllık yaşamımı, fizyolojik ve genetik altyapımı, bilişsel yeteneklerimi değerlendirerek bir sonuca ulaştı. Bilimi insanı olarak yetiştirilecektim, beyin-makine ara yüzüne erişerek zihinsel kapasitemi artırma yetkisine de ulaşabilecektim. Nihayet yıllar süren kararsız bekleyişim sona erdi ve artan zihinsel olanaklarımla sosyal bilimler projelerine dahil oldum. Evet, başarılı, keyifli ve umut dolu bir hayatım vardı. Ve hayatımdaki güzel her şeyin kaynağında, Yapay Zekâ’nın seçimi vardı. Heyecanla anlattım ve kocaman bir gülümsemeyle sustum. Verdiğim cevap, sanatçı kadını çok tatmin etmemiş gibi görünüyordu, “iyi geceler” dileyerek ayrıldı. Parmağımdaki çiple hesabı ödedim, sonra da mekândan ayrılıp caddeye çıktım. Sanatçılar ne kadar da anlaşılmaz insanlardı, davranışlarını kestirebilmek için daha çok kafa yormam gerekecekti. Eve dönmekten vazgeçtim, gecenin bu saatinde kütüphanede çalışmanın puan katsayısı yüksekti. Her gün yeni bir şeyler öğrenmek ne kadar da keyifli!
Şehri boydan boya dolaşmama rağmen, 2 küçük metal boru dışında yanıma almaya değecek bir şey bulamadım. Hiçbir canlılık ve yiyecek maddesi zaten yoktu, şehirde kalmak açlık demekti. Şehirden ayrıldım, patikayı izledim. Belki bir toplayıcı konvoyuna denk gelirdim, ya da hayvan avlardım. Çantamda 2 gün yetecek kadar et vardı, yürümeye devam ettim. Bir günü daha hayatta kalmayı başararak atlatmıştım, daha ne isteyebilirdim ki?
Yararlanılan Kaynaklar:
- 21.Yüzyıl İçin 21 Ders, Yuval Noah Harari, Kolektif Kitap-2018
- Homo Deus-Yarının Kısa Bir Tarihi, Yuval Noah Harari, Kolektif Kitap-2017
- Life 3.0: Being Human in the Age of Artificial Intelligence, Max Tegmark, Penguin Books, 2017