Atila karşısındaki küçük kahverengi gözlü, yuvarlak yüzlü, tombul yanaklı genç adama gülümsedi. “Ben bir tane daha votka alacağım. Sen de ister misin?”
Kafa aşağı yukarı sallandı. Bedava içkiyi geri çevirmezdi böyle tipler. “Bence bu işin en iyi yanı parasından sonra şirketin mutfağı. Nereden tedarik ediyorlarsa Dünya’nın en iyi votkası buradaki.”
“Fena değil evet.”
Atila masadan kalkıp bara doğru yaylanarak yürüdü. Acemiler dörtnala yürüyüşlerinden tanınırdı bu işte. İki ayaklı mutant bir at gibi ayaklardan biri önde biri arkada zıplayarak yürürlerdi. En kolayı buydu. Ama insan yıllarını düşük yerçekimli gök cisimlerinde maden peşinde geçirince zıplamayı ayak kaslarına yaptırmayı öğreniyordu. O zaman ayakkabılarında yay olan birinin yavaş çekimde Dünya’daki yürüyüşüne benziyordu yürüyüş. Bardaki otomatın önündeki sırada beklerken etrafına göz attı. Çoğu acemiydi bunların. Belki çoğu gençti demek daha yerinde olurdu. Genç, niteliksiz, hırslı ve hemen hiç birini tanımadığı testestoron fıçısı erkekler. Kendi nesli daha donanımlıydı. Yirmi yıl önce astromaden istasyonlarında iki çift laf konuşulacak insan bulunabilirdi. Dünya’da ne kadar işsiz varsa güneş sisteminin ücra köşelerini dolduruyordu artık. Io gibi yerlere kadınlar zaten gelmezdi. Kendi zamanı çoktan geçmişti. Astromadencilik işi yirmi beş yıl yapılacak bir iş değildi. İnsan bu işte on, on beş, en fazla yirmi yıl çalışır, iyi para kazanır sonra emekli olarak ya Florida’ya ya Akdeniz kıyısında bir köye yerleşirdi. Koca sektörde ellisine merdiven dayayıp hâlâ o gezegen senin bu uydu benim operatörlük yapan elli kişi çıkmazdı.
Para kazanmamış da değildi. Ellisinde değil otuz beşinde emekli olmak için maden işinde kazandığı parayı uzay turizmine yatırmıştı. Ama Uluslararası Yörünge Tahsis Kurulu ekvatorun on sekiz bin kilometre üzerindeki yörüngenin boşaltılmasını isteyince ikinci elden satın aldığı yörünge tahsis lisansı çöp olmuş, otel inşaatı yarım kalmış, kalan üç beş kuruşu da artık işlevsiz metal yığınını yörüngeden çektirmek için kullanmıştı. Gelişi güzel uzaya savrulmasına izin verilmediği için binlerce ton metal ve kablo yığınını transfer maliyeti kendisine ait olmak üzere Ay’daki geri dönüşüm merkezine götürmek zorunda kalmıştı.
İnsan, hayatını yörüngedeki taşı toprağı kazıp, çöp yatırımlar peşinde geçirince evlenip aile kurmaya da zaman bulamıyordu. Gerçi bir kere evlenmişti ama otel işiyle birlikte evliliği de bitmişti. Eski arkadaşları şimdi Dünya’nın ışıltılı kumsallarında yanlarında güzel karıları, yüzlerinden sağlık ve enerji fışkıran çocukları, egzotik kokteyllerini yudumlarken o Dünya’dan yüzlerce milyon kilometre uzakta, içi gökyüzündeki o dev metan topu Jüpiter’in çekim gücüyle bir o yana bir bu yana çalkalanırken gayzerlerinden yüzlerce kilometre yükseğe kükürt fışkıran, göğü güçlü manyetik alanda savrulan yüklü parçacıklarla mor, mavi ve yeşilin zehirli tonlarına boyalı, yukarıdan bakılınca küflü portakala benzeyen Io adlı o ucube uyduda demir ve kükürt çıkartıyordu. Yirmi yıl önce olsa nadir elementler, altın falan ararlardı. O zamanlar astromadenci sayısı az kazançlar da yüksekti. Son yirmi yılda Dünya’da ve Ay’da madencilik tamamen yasaklandığı için Venüs, Mars, Jüpiter’in uydularına akın olmuştu. Ama herkes bu işe girince lisanslı madenci sayısı artmıştı. Peşine düştükleri maden de paladyum falan değil demirdi nihayetinde.
Son dört yıldır turizmde buharlaştırdığı yıllarını geri kazanmak için bazı riskli şeyler deniyordu. Io’daki işi bu yüzden kabul etmişti. Gerçekten berbat bir yerdi. Neptün’ün, Uranüs’ün, Satürn’ün sayısız uydusunda bulunmuş böyle çirkefini görmemişti. Tehlikeliydi ve bu tehlike diğer uydu ve gezegen rehberlerinde yazdığı gibi kağıt üzerinde değildi. Büyük İsyasyon’un üzerini kaplayan kurşun kubbenin, radyasyonun ne kadar engellediği şüpheliydi. Ya Cygnus marka köstebeğin üzerine Io görevi için monte edildiği belli kurşun levhalar? Bunlardan bazıları her görev dönüşünde düşer yerine yenileri takılırdı. Birkaç kere sülfür yağmuruna da yakalanmıştı. Bir keresinde ölü olarak bilinen bir gayzer püskürünce çok yakınlarına Cygnus’ın belki on katı büyüklükte şekilsiz silikat bir kaya düşmüştü. O kayanın altında hamamböceği gibi ezilmemiş olması tamamen tesadüftü. Şu masadaki şapşal sosisi ikna edebilirse hem maruz kaldığı riski azaltacak hem de hak ettiği parayı alabilecekti. Io’daki en riskli bölgede kurulan istasyona bu yüzden gelmişti. Birbirini tanıma fırsatı henüz bulamamış elli altı madenciyi bir hafta kadar süreyle vardiya aralarında bu barda süzmüş, gözüne sinsi sinsi kıyıda köşede takılan Aron Polinin’i kestirmişti. Sıra ona gelince iki sek votka diye emir verdi.
Votkaları alıp Aron’un yanına gitti. Hâlâ masada oturduğuna göre teklifle ilgilenmişti. Hep böyle olurdu. Önce süpheyle yaklaşırlar ikna olmak için beklerlerdi. Yüzde elli beş kazanç artışı yabana atılacak bir teklif değildi.
Votka bardaklarını masaya bırakıp oturdu. “İlgini çekti mi?”
“Yüzde elli beş diyorsun ücret artışı! Bana inandırıcı gelmedi.”
“Dinlemekle ne kaybedersin?”
“Yasal mı bu şey?”
“Yasal ama gizli.”
“Pöh! Yasal ama gizli!”
“Sistemin açığını kullanacağız. Suç yok. Ama açık fark edilirse kapatırlar. O yüzden gizli.”
“Eh anlat o zaman.”
“Kaç yıldır bu iştesin Aron?”
Aron omuzlarını silkti. “İlk sene bu.”
İşin en riskli dönemeci ortak bulmaktı. O da bu andı işte. Tombul bebeksi surattaki kahverengi gözlere baktı. Para hırsı vardı bu gözlerde. İstek vardı. Şüphe vardı. Aptallık da vardı. Etrafa göz atıp masaya iyice yaklaştı. “Şimdi Mendoza Astromadencilik, Io’yu altı bölgeye ayırmış durumda. Her bölgenin risk seviyesi farklı. Risk haritasını bağımsız sondaj şirketleri çıkartıyor. Maden şirketi lisans başvurusunu bu haritalarla yapıyor. Kimi uydularda, gezegenlerde risk çok değişmez. Ay’da iki bölge vardı mesela. Karanlık taraf biraz girintili çıkıntılı diye o da. Saturn uydularının çoğu aynı şekilde. Çoğunda bulunmuşluğum vardır. Ama Io farklı. Burada aktif volkanlar var. Şirket bütçe belirliyor. Risk haritası ve sondajlara bağlı bir rezerv tahmini yapılıyor. İstasyon kurmaya karar verilirse makine parkı tahsis ediliyor. Mendoza’nın makine parkında Cygnus ve Delahin’ler var. Operatörün ücreti hangi makineyle hangi risk bölgesinde çalıştığına bağlı. Bir de toplam tecrübe saatine. Aynı miktarda maden için konuşuyoruz tabii. Ben elli bin saati geçtim.”
“Elli bin! Vav!”
“Yirmi dört yıldır bu işi yapıyorum. Senin bin falan mı?”
“O kadar.”
“Güzel. Şimdi Cygnus’lar kendini ispatlamış ama hantal makineler. Delahin’ler pahalı ama daha verimli. Mendoza’nın planlama bilgisayarı iş dağılımını şirketin karını maksimize edecek şekilde yapıyor. Operatörün tecrübesine, lisansına, sertifikalarına bakıyor. Beni takip edebiliyor musun?”
“Sen devam et.”
“Aslında ücret faktörleri sendikayla yapılan sözleşmeye göre belirleniyor. Astromaden Sendikası. Ama şirket faktörleri nasıl dağıtacağı konusunda serbest. Planlama bir ve ikilik bölgelere Delahin göndermiyor genellikle. Tabloya bak. Bütün Delahin’ler üç dört, beş ve altıda. Bunların amortismanı ve sigorta giderleri yüksek çünkü. Hiç değişmedi bu. Bugüne kadar riski yüksek bölgelerde çalışan Delahin görmedim. Delahin’in ücret faktörü onda iki. Yüzde yirmi daha çok kazanıyorsun. Ama tecrüben on bin saatten azsa bu avantaj kayboluyor. Yani tam senin durumun. Delahin’le otuz bin saat tecrübe bir araya gelirse faktör onda üç. En güzeli Delahin, kırk bin saat tecrübe ve birinci risk bölgesi. Bu floş royal demek. Poker bilir misin?”
“Hayır.”
“Yani en çok ücreti böyle kazanırsın. Ortalamadan yüzde yüz on daha yüksek. Bilgisayar öyle bir dağılım yapıyor ki böyle bir ücret asla oluşmuyor. Ben senden en fazla yüzde yirmi fazla kazanıyorum.”
Aron güldü. “Yaşasın sosyalizm.”
“Benim yaşıma gel yaşasın para diyeceksin.”
“Senin yaşında burada olmayı planlamıyorum.”
“Dediğimi yaparsan birkaç yıl sonra da burada olmazsın.”
“Ne diyorsun ki?”
“Kimlik değişeceğiz. Sen benim kimliğimle Delahin’i kontrol edeceksin. Benim lisansla Delahin köstebek bir araya gelecek. Saatlik ücretim yüzde kırk artacak.”
“Benim çıkarım ne?”
“Artışın yarısını sana vereceğim. Hemen. Risk yok.”
“Neden sadece köstebekleri değişmiyoruz?”
“Ben Cygnus’ın her şeyini bilirim. Delahin için ek eğitim gerek. Senin için de Cygnus yabancı.”
“Kimlik değiştirmek suç değil mi? Yüzde yirmi için risk yüksek. Hem elli beş demiştin?”
“Yirmi için risk yüksek. Ben de öyle düşünürdüm. Özellikle birkaç yıl daha çalışmayı düşünüyorsam. Ama Delahin’le birinci zona benim lisansımla girersen..”
“Floş royali bulmuş olurum.”
“Pokeri çabuk öğreneceksin.”
Aron birkaç saniye düşündü. “Yüzde elli beş mi?”
“Delahin köstebek, benim lisansım ve birinci bölge ekstra maaş faktörleriyle yüzde yüz on fazla yatar hesabıma. Yarısı senin. Hemen. Risk yok. Bunu her gün yaptığını düşün. Amacına giden yolu yarı yarıya kısalır.”
“Fark edilmez mi?”
“İmkansıza yakın. Milyarlık bütçedeki binde bir artışı kimse görmez. Ben yıllardır yapıyorum.”
***
Gözlerini vınlama sesiyle açtı Atila. Loş bir odadaydı. Başını kaldırıp çıplak vücudunun üzerinde dolaşan kırmızı mavi çizgilere baktı. Vınlama yerine müzik olsa kendini bir dans kulübünde falan sanabilirdi. Buraya nasıl geldiğini hatırlamaya çalıştı. Aron Polinin’in açık ocağını kazarken volkanik püskürme uyarısı gelmişti. Ama o volkanik çatlakla arasında en az kırk beş kilometre olduğu için çok endişelenmemişti. Aron yakındı o bölgeye. Derken görünmeyen bir şok dalgasıyla havalandığını hatırlıyordu.
Panikle kafasını kaldırıp vücuduna bir daha baktı. Kollar bacaklar yerinde gibiydi. Ayak parmaklarını oynattı. Dizlerini hafifçe kaldırdı.
“Dokusal tepki taraması sırasında kıpırdamayınız.” dedi bir kadın sesi. Rahatlamıştı. Önemli bir yarası falan yoktu. Sol kolu ve omzu zonkluyordu sadece. Sağ omzunda büyükçe bir plaster, çevresinde morluklar ve kararmış kan izleri vardı. Mavili kırmızılı ışınlar vücudunu defalarda tarayıp omzunda odaklandı. Birkaç saniye sonra “Dokusal tepki tarama işlemi tamamlandı.” mesajı duyuldu. Sağ kolunu yavaşca kaldırmaya çalıştı ama plaster kaplı omuzuna sanki bıçaklar saplandı. Belki kas ezilmesi falandı sadece. Aron nasıldı acaba? Odanın diğer tarafında yatan o olmalıydı. Demek ki ölmemişti.
“Aron?”
Cevap yoktu. Belki de o değildi. Gerçi elli kişilik istasyonda kaç tane yatan hasta aynı anda revirde olabilirdi ki?
Kalkabilir miydi acaba? Önemli bir şeyi olsa bilgisayar onu uyarırdı. Ayaklarını yataktan dikkatle indirdi. Bir uyarı falan gelmeyince yavaşça ayağa kalktı. Bir an omzuna bıçaklar saplandı. Ama bunun dışında bir şeyi yok gibiydi. Dikkatli adımlarla diğer yatağa doğru yürüdü.
Bembeyaz yüzüyle Aron’u neredeyse tanıyamayacaktı. Daha çok tüyü andıran ince kahverengi sakalı artık biraz daha belirgindi. Alnında kan izleri vardı. Bel altı plastik bir kapağın altında kalıyordu.
“Aron? Aron?”
Aron gözlerini hafifçe kırpı. Aralık ağzından görünen ön dişlerinden biri kırıktı. Başına bir darbe mi almıştı? Bir kaya falan düşmüştü belki.
Bu olay soruşturulacaktı. Aron Polinin’in neden o bölgede olduğu araştırılacaktı. O zaman başı belaya girerdi işte. Aron da konuşursa tazminat davaları falan açılması işten bile değildi. Bölgeler arasında takas yapmanın yasak olduğunu sanmıyordu. Ama kimlik değiştirmek işin rengini değiştirirdi. Kendi yatağına gitti. Aron Polinin’in kimliği kendi üzerinde bulunmamalıydı. Bir yerlerde elbiselerini koydukları bir dolap falan olmalıydı. Kimliği yatağın başucuna takılı gri küçük bir tepside buldu. Kartları omzundaki vahşi sancıya aldırmadan çabucak değiştirdi. Kendi yatağına giderek uzandı. Omzundaki bıçaklar çekilene kadar dişlerini sıktı. Bu bir işe yarar mıydı bilmiyordu. Belki her şey için çok geçti. Belki yörüngedeki gözlem istasyonundan bir müfettiş yola çıkmıştı bile. Bu ortaya çıkarsa sistemdeki açığı kullanan iki uyanık olmaktan iki dolandırıcıya terfi ederlerdi. Elindeki tüm birikim gider, kara listeye girer, astromadenciliğe ömür boyunca veda ederdi. Yapabileceği başka bir iş yoktu ki! Olabilecekleri hayal edince içi karardı. Belki geçmiş iş hayatı da mercek altına alınacak, Europa ve Callisto’da çevirdiği işler ortalığa saçılacaktı. Bu ikinci iş felaketini kaldıramazdı. Bu işin sonunda beş parasız Dünya’ya dönmek ve ölene kadar devletin üç kuruşluk yardımıyla geçinmek zorunda kalmak vardı. Ama başka nasıl önlem alabilirdi? Ne çıkardı ki soruşturmadan? Bölgeler arasında takas yönergelere falan aykırı olabilirdi ama suç değildi. Kimlik değişimi ortaya çıkmazsa belki uyarı falan alırdı en fazla. Kimlik en büyük riskti. Şimdi onu da düzeltmişti. Ama Aron bir soruşturmada konuşabilirdi. Hemen korkutularak çözülebilecek bir tipti. Belki kendiliğinden ölür giderdi. Hayati riski var mıydı acaba? Bilgi alabileceği kimse de yoktu ki! Keşke ölseydi. Belki bir müdahaleyle küçük çenesini sonsuza kadar kapatmak mümkün olurdu. Yerinden yavaşça doğruldu. Odada kamera falan görünmüyordu. Ayaklarını yere indirdi.
“Hareket etmeniz sağlığınız açısından sakıncalıdır. Hareket etmeniz sağlığınız açısından sakıncalıdır.”
Neyi vardı ki? Biraz önce kalkmıştı işte. Uyarı falan da gelmemişti. Yatağa ne zaman yattığı ne zaman kalktığı kaydediliyor muydu acaba? Gerçi tam karar vermemişti. Duruma bir bakacaktı sadece. Omzundan gelen sinyallere dikkat ederek Aron’a doğru yürüdü. Ne durumdaydı acaba? Yatağın başında bir monitör falan da yoktu. Teşhis tarama cihazlarıyla yapılıyor tedavi ya uzman sistemce öneriliyor ya da yörüngedeki büyük istasyondan gelen talimatlara göre yürütülüyordu. İnsanın olmadığı bir hastane hâlâ bir şeylerin eksik yapıldığı endişesi yaratıyordu. Ama bu alışkanlıktan başka bir şey değildi. Kimsenin olmaması işini kolaylaştıracaktı. Aron’un gözleri aralıktı. Uyanık mıydı?
“Aron beni duyuyor musun?”
Üzerindeki beyaz plastik kapak neyi gizliyordu? Volkandan püsküren kayaların altında falan mı kalmıştı? Öyle olmalıydı. O zaman hayatta kalması bile mucizeydi. Eğer Aron’u oraya göndermeseydi şimdi onun yerinde yatıyor olabilirdi. Yüzde elliyi kabul edecek kadar saftı Aron Polinin. Ona yüksek riski bedavaya itelemiş risk de gerçekleşmişti. Parmağıyla beyaz kolunu dürttü. “Hey Aron?”
Hayır bu uyku değildi. Belki ilaçla uyutuluyordu. Belki komada falandı. Belki bilinci bir daha gelmez kaktüs gibi yaşardı yıllarca. O zaman onu öldürmesine gerek de kalmazdı. Ama öyle kalacağını biliyor muydu? Etrafa bakındı. Yüzüne bastırabileceği bir şey aradı. Başının altındaki yastığı kullanabilirdi. Kalbi hızlandı. Aslında şu ana kadar bunu ciddi olarak düşünmüş değildi. İşin yapılabilirliği, bir metre, iki dakika ileride oluşu cesaretini artırmıştı. Belden aşağısını örten plastik kapağı ucundan tutup kaldırdı. Kapak, yatağın çerçevesine bağlı olmamasına rağmen ağırdı. Biraz kaldırınca felaketi gördü. Her iki bacak diz kapaklarının hemen üzerinden ayaklara kadar morarmış ve bağırsak gibi şekilsizleşmişti. Kapağın altındaki ızgara üzerinde hareket eden kafalar bir şey püskürtüyordu. Belki bir tür ağrı kesici. Bir şeyin altında ezilmişti Aron. Belki bir kayanın veya şok dalgasıyla devrilen tankın. Orada bacakları pelteye dönmüş yatan o olabilirdi. Belki Aron kadar şanslı da olmaz oracıkta ölürdü. Bu bacakları kurtarabilirler miydi? Cerrahi robotları harikalar yaratabiliyordu ama bu bacaklara ne yapabilirlerdi ki? Kemikler un ufak olmuş gibiydi. Belki onu bu acıdan kurtarmak iyi bile olabilirdi. Bir gün içinde sağlam bir insandan yarıma dönüşmeyi kim kaldırabilirdi? Hem Aron’un acılarına son verecek hem kendi başının belaya girmesini engellemiş olacaktı. Mantık ona yapması gerektiğini söylüyordu. Uzatmasa iyi olacaktı. Yastığı kafasının altından çekip yüzüne bastırıverdi. Tam o sırada kapı açılınca irkildi. Beyaz bir hasta bakıcı robot sessiz lastik tekerleklerinin üzerinde içeri girip durdu. İnsansı bir üst gövde ve kafası vardı. Bakışları kendi üzerine odaklanmıştı. Ne yaptığını anlamış mıydı? Anlayabilir miydi? Kaydediyor muydu? Hasta bakıcı robot bir iki saniye sonra yatağın çevresinden dolaşarak Aron’un beyaz koluna bağlı serumu yerinden çıkarttı. Atila yastığı Aron’un kafasının altına yerleştirip düzeltti. “Böyle daha iyi misin Aron?”
Kendi yatağına gidip uzandı. Hasta bakıcı robot yatağın arkasında bir iki işlem daha yaptıktan sonra odayı terk etti. Kaldığı yerden devam etse miydi? O robotun kameraları kayıt yapıyor muydu? Görünüşe göre Aron’un sadece bacakları hasarlıydı. Belki ağrı çekmesin diye uyutuluyordu. Kesin konuşurdu bu çömez! Şirketin kurt müfettişleri onu korkutup öttürürlerdi. İfadeleri ayrı ayrı alınır bütün plan öğrenilirdi. Son dört yılda yaptığı minik servet elinden kayıp gidiverecekti. Buna izin veremezdi. Ayaklarını yere indirdi. “Hareket etmeniz sağlığınız açısından sakıncalıdır. Hareket etmeniz sağlığınız açısından sakıncalıdır.”
“Sağlığım açısından neyin sakıncalı olduğunu biliyorum.” diye mırıldandı. Hasta bakıcı robotu sonra düşünürdü. Başladığı işi bitirecekti. Ama o sırada Aron’un yatağı hareket etti. Atila yatağı kontrol eden servo motorların yüksek devirli vıjırtılarla yatağı kapıya doğru kaydırmasını seyretti.
***
Nereye gitmişti ki? Belki de ölmüştü Aron. Ölüsünü yörüngeye çıkararak gemiye yüklüyorlardı. En güzeli bu olurdu. Gerçi bu aralar beyin dağılmadıkça insanı yaşatmayı bir şekilde başarıyordu doktorlar. O şanssız sosisi de yaşatacaklar sonra Mendoza müfettişleri onu konuşturacaktı. Evrak sahtekarlığı, şirketi dolandırmak suçlarından falan dava açılacaktı. İçi karardı. On dakika erken davransa Aron Polinin’i acılarından, sefil hayatından Io’dan kurtarmış olacaktı. Yine geç kalmış yine fırsatı kaçırmıştı. Turizm işinde olduğu gibi her şeyi mahvetmişti. Gerginlikten omzu şiddetle sancımaya başlamıştı. Omzundaki plaster, ağrı kesicinin dozunu biraz artırınca bütün can sıkıcı düşüncelerden sıyrılıp huzurlu bir uykuya daldı.
Uyandığında Aron’un yatağı yerine dönmüştü. Kurtarmışlar mıydı herifi? O bacaklara kim ne yapabilirdi ki? Yatağında doğruldu. “Hareket etmeniz sağlığınız için sakıncalıdır. Hareket etmeniz sağlığınız için sakıncalıdır.”
Görünmeyen iyilik meleği yine söylenmeye başlamıştı. Kalkıp Aron’un yatağına doğru yürüdü. “Aron?”
Ameliyat falan ettilerse hâlâ uyutuyor olabilirlerdi. Belki yarım kalan işi bitirebilirdi şimdi. Uyansa bile Aron’un kendini savunabileceğini sanmıyordu. Suratı, üzerinde yattığı yastık kadar beyaz, gözleri açıktı. Sağ omzuna plaster takılmıştı. Bacaklarını ağrı kesiciyle spreyleyen kapağı kaldırdı. Bacakları mor iki kalın bağırsak gibi uzanmıştı. Parmağıyla omzunu dürttü. “Aron?” Kafa hafifçe sağa sola sallandı. Göğsüne dikkatle baktı. Hareket yoktu. Ölmüştü Aron Polinin.
***
Ağrı kesicinin etkisi ve Aron’un ölümünün üzerinden kaldırdığı baskıdan huzurlu ve mutluydu. Aron’un konuşma riski ortadan kalkınca zihninde başka olasılıklar belirmeye başlamıştı. Omzundaki yara ve maruz kaldığı radyasyon Mendoza’ya sağlam bir dava açması için yeterli olabilirdi. Belki bir iki hatta beş milyonluk bir dava. Onu emekli edecek bir dava. Bu tür davalarda kazanılan paralar dudak uçuklatacak cinsten olabiliyordu. O zaman Dünya’da döner, koca bir yazı bütün Akdeniz kıyısını kaptanlı teknesinde dolaşarak geçirir, kendine yer arardı. Denizin tuzunun, alkollü meyve kokteylinin, genç kadın teninin kokusunu aldı neredeyse. Bir felaket, hızla mucizeye dönüşüyordu. Gerçi dava açınca olay kütüğünü deşeceklerdi. Ama burada en fazla bölge takası yaptıkları ortaya çıkardı. Bu da suç değildi. Şirketler de bu tür davalarda genellikle tazminatı davaya gerek kalmadan öder, olayın büyümesini, Dünya’da zaten tartışmalı bir konu olan astromadenciliğin yeniden gündeme gelmesini engellerlerdi.
“Operasyon için ameliyathaneye götürülüyorsunuz.”
Yatağı hareket etti. Sonunda koluna ve omzuma müdahale ediliyordu. Ameliyattan sonra sağ kolunu eskisi gibi kullanamadığını iddia edecekti. Kendini buna alıştırması gerekecekti. Teknesine binip denize açılana kadar rol yapacaktı. Parasını alacaktı madencilikten. Heba olmuş yıllarını kurtaracaktı.
Yatak ameliyathaneye girdi. Robot cerrah, odanın ortasında altı koluyla ayağa kalkmış dev beyaz bir örümcek gibi duruyordu. Şunları biraz sevimli hâle getiremezler miydi?
Yatak, robotun önündeki kızağın içine girerek kilitlendi. Güçlü servo motorlar ve hidrolik sistemlerle kontrol edilen beyaz kolların altında çırılçıplak bedeni savunmasızdı.
“Operasyonla ilgili bilgilendirme; Vücudunuz dokusal tepki taramasıyla haritalanmış, hasarlı dokular tespit edilmiştir. Tarama raporunun yörüngedeki Hattusa ana istasyonunda analiz edilmesi sonucu hazırlanan operasyon yönergesi cerrah tarafından otonom olarak uygulanacaktır. Operasyon sırasında boynunuzdan itibaren hareket edemeyecek ve herhangi bir şey hissetmeyeceksiniz. Ancak bilinciniz açık kalacak. Konuşmakta zorluk çekebilirsiniz. Eğer izlemek isterseniz operasyon tavandaki monitöre yansıtılacak. Operasyonu izlemek istiyor musunuz?”
“Evet.”
Tavanki büyük monitör açıldı. Bu arada başı döner gibi oldu. Anestezi verilmiş olmalıydı. Vınlamalar vıjırtılar duydu. Cerrahın kolları canlandı.
“Aron Polinin. İki bacak transfemoral ampütasyon operasyonu başlıyor. Tahmini süre yirmi beş dakika.”
Bacak ampütasyonu mu? Bir dakika! Bunda bir yanlışlık vardı. Aron Polinin değildi ki o! Müdahalenin omzuna olması gerekiyordu. Aron’un omzundaki plasteri hatırladı o zaman. Kimliği karıştırmışlardı. Nasıl böyle bir şey yaparlardı? Sonra yatak başlarındaki gri kutulardan kimlikleri değiştirişi aklına geldi. Bunu tarama teşhisinden sonra yapmıştı!
Robot kollar yumuşak ama kendinden emin manevralarla dizleri üzerine yaklaştı. Hayır diye bağırmak istedi. Çeneleri sanki birbirine zamkla yapışmış gibiydi. Hafifçe aralanan ağzından belli belirsiz bir inilti çıktı. Kontrol edebildiği kaslar sadece göz kaslarıydı. Gözlerini sağa sola deviriyor, dehşet içinde açmaya çalışıyordu. Cerrah robot bunu görebilir miydi? Belki Hattusa’da izleyen birileri vardı. Belki bir yanlışlık olduğunu anlarlardı. Cerrahın siyahlı beyazlı mekanik kolları ve kollara bağlı aparatlar hareket ediyor dizleri üzerinden geçiyor, vıjırdıyor yeniden geçiyor birkaç saniye duruyor yeniden geçiyordu. Kıskaç gibi uzantısı olan bir kol yaklaştı. Kıskacın iki ucu arasında parlak mavi bir çizgi belirdi. Atila çırpınmaya, şiddetle nefes alıp vermeye çalıştı. Yukarıdaki ekranda görünen yüzü sakindi. Bütün gücüyle bağırınca bir hırıltı duyuldu. Kollar durdu. Mavi çizdi yok oldu. Tekrar hırıldadı. Çenesi biraz açıldı. “Ben Aron Polinin değilim!” diye fısıldadı.
Kıskaçlı kol sağ dizine yaklaşırken parlak mavi çizgi yeniden belirdi. Gözlerini sımsıkı yumup yarı kontrol edebildiği ciğerlerindeki son nefesle Polinin değilim diye fısıldadı. Vıjırtılar durdu. Gözlerini açmaya cesaret edemedi. Burnuna yanmış et kokusu gelene kadar geçen birkaç saniye başardığını bile düşündü.