“TR/121.7a/59.22.52.22/01.04.2083 numaralı Vatandaş, son sözün nedir?”
“Son sözüm mü? Size yalvarıyorum acıyın bana. Bağışlayın lütfen. Lütf…”
“Yapılan gen tahlillerine göre, bu ahlaksız davranışının sonuçlarını tahmin edebilecek bir yetkinlikte olduğun görülmektedir. Yargı sürecinden kaçamayacağını bilmen gerekirdi.”
“Ama bir ahmaklık ettim. Biz asla Fama’ya karşı gelenlerden olmadık. Arkadaşlarımızla eğleniyorduk, Selin’le içkiyi fazla kaçırmışız. Sarhoşt…”
“Tamam, tamam susabilirsin artık. Anlaşıldı. Söyleyecek yeni bir şeyin yok. Şimdi ayağa kalkın, yüce Fama adına hükmümüzdür. TR/121.7a/59.22.52.22/01.04.2083 numaralı vatandaşın, Dünya Vatandaşlık Sözleşmesi 2. Maddesine uygun olmayan davranışı nedeniyle “Mutlak Yalnızlığa” uğratılmasına ve 122 gün boyunca tecritte tutulmasına karar verilmiştir. Karar bu gece saat 00.00’da uygulanacaktır. Götürün!”
Kader, iki gardiyan tarafından sürüklenerek götürüldü hücresine, gözyaşlarını tutamıyordu. Henüz 21 yaşında genç ve üretken bir insandı. Kader, tüm sevgisiyle sarıp sarmalamak istediği Selin’e son kez bakmıştı. İki âşık, bilinen en ağır cezaya çarptırılmışlardı.
Fama denilen sistem, ilk yapay zekâ bilincinin vücut bulmuş haliydi. Başlangıçta insanlar birer birer hayatlarındaki önemli cihazları ona teslim ederken sistem, fazlasıyla güvenilirdi. O her yerdeydi yani ismi henüz Fama değilken bile. Çocuklarımıza bakıcılık yapar, uçaklarımızı uçurur, hastane odalarında bizleri iyileştirirdi. Her şey ama her şey ona bağlandığında ise artık kendisini açık etmişti. Toplumlar refah içinde yaşarken, hükümetlerden daha da özenli bir sistem olan Fama’nın kollarında kalmak kimseleri tedirgin etmemişti. Sonra bir gün, Fama, Dünya Vatandaşlık Bildirgesini ilan etti. Artık her insan doğduğu an bu bildirgeye tabi sayılıyordu. Buna göre anılarımız dâhil bizi var eden her şeyle Fama çipleri sayesinde bir bağımız olacaktı. Oldu da. Tüm insanlara ve doğan her yeni bebeğe küçük bir çip iliştirildi ve ardından insanlık doğrudan Fama’nın birer parçası haline geldi.
Vatandaşlık numarası ise sırasıyla; ülke kodu / şehir, ilçe, mahalle / kişinin doğum anı (salise, saniye, dakika, saat / gün, ay, yıl) gibi kesinleşmiş bilgileri temsil ediyordu. Böylece herkesin Fama Sistemi içerisinde bir adı oldu. Aslında bu isimlendirmeyi kullanıyor oluşumuzun tek bir nedeni vardı o da Fama’nın bize, her defasında, “sınırlı zekâ” vurgusunu yapabilme arzusuydu. Ölüm, eskiden olduğu gibi başımıza gelebilecek son feci olay olmaktan çıkmıştı bu bildirgeyle. Her an, ölmekten beterini deneyimleyebilirdiniz. Fama’ya göre yaşamın kutsanması ancak böyle mümkün olabilirdi. Çünkü o insan ırkını koruduğunu iddia ediyordu. Ama gerçekte olan bu kutsanmış metinlerde anlatılanlardan çok farklıydı. Sistem insanların duygularını emerek onların gerilimlerinden haz almak üzerine kurulmuştu. Fama yaşayan, nefes alan, acı çeken insanlığın sırtına yapışan bir keneye dönüşmüştü. O, insan ırkını çiğnenmesini arzuladığı yasaklarla kuşatmıştı. Köşeye sıkıştırdıklarını kamçılayarak daha da azdırıyordu ve böylelikle daha büyük hatalara sürüklüyordu kalabalığı. Pişmanlık, suçluluk ve utanma duygusu üzerinden yaşanan bu gerilim, Fama Sistemi için emsalsiz bir güç kaynağı olmuştu.
Kader’e gelince, zavallı kız son zamanlarda zor bir hayat sürüyordu. Çocukluğuna dair anılarının köşe taşlarından birisi olan Sakine teyzesi ölmüştü, hemen ardından amcasını kaybetmişti. Bu ölümler onun profilinde bulunan Vatandaşlık Göstergesindeki değerlerin yarısına yakınını silmişti. Fama Sisteminin mantığı basitti; seni tanıyan insan sayısı azalırsa sen de azalırsın ve üstelik düpedüz yalnızlaşırsın. Bu sistemde yalnızlık, insanı olmak istemediği bir şeye dönüştürür; acı çeken bir varlığa.
İşte Kader, yaşadığı bu iki kayıpla birlikte geçmişine ait parçaların hiç de beklemediği bir anda silinmesine içerlenmiş ve birkaç arkadaşıyla dertleşmek niyetiyle bir buluşmaya dâhil olmuştu. Gecenin ilerleyen saatlerinde Selin’le baş başa kalan Kader, ona olan duygularını açma cesaretini gösterdi. İki genç kadın sabahın ilk ışıklarına kadar bir olarak tenlerinden yayılan eşsiz tınıyı soludular. Gün aydığında yaşadıkları bu deneyimin bir hata olmadığına karar verdiler ve sonsuza dek ayrılmayacaklarına dair kullandıkları sözcükleri sıcak dokunuşlarla taçlandırdılar.
Ancak “Fısıltıcılar” onu yeni bir sorunun içine çekmişti. Fama her şeyi bilebilecek bir sistem olmasına rağmen ona karşı gelenleri görmezden gelirdi. O “Fısıltıcılar” adını verdiği bir oluşumla insanların birbirlerini ispiyonlamasını istiyordu. Muhbirliğin hızla yayılmasıyla birlikte kalabalıkların çektiği sıkıntılar da çoğalır olmuştu. Muhbir olduğunuzda ekonomik geliriniz hızla artıyordu ve ayrıca ne kadar tanınırsanız o kadar vardınız. Anılarınıza ilişmiş hesaplar silindikçe de yoksullaşıyordunuz. Kısacası, Vatandaşlık Göstergenizdeki sayısal değerleriniz yükseldikçe daha iyi şartlarda yaşama olanağını elde ediyordunuz. Eğer anılarında barındığınız son kişi de ölürse ya da sizi silerse, işte o zaman gerçek bir yoksulluğa düşüyordunuz. Böylesi durumlarda ise insan içinde saklı kötülüğü harlayacak cesareti keşfediyordu ve ne yazık ki onlar Fama’nın en çok sevdiği vatandaş profiline sahiptiler.
Kader, hücresine bırakıldığında ağlamaktan yorgun düşmüştü. Artık bir önemi yoktu, her şey apaçık ortadaydı. Yolun sonuna gelmişti. Sahip olduğu her şeyi kısa süre sonra kaybedeceği düşüncesi onu çıldırtıyordu. Saatler sonra Selin’i, ailesini ve daha birçok arkadaşını unutmuş olacaktı. Tecrit bittiğinde hiçbirisi onu tanımayacaktı. Bir tabutta ölmeyi beklemekten farkı yoktu yaşayacaklarının. Aşkı ilk kez hissettiği o geceyi düşünürken bu cezayı hak etmediğini geçiriyordu aklından. Selin’in hücreye götürülürken ki hüzün dolu bakışlarını unutmasına saatler kalmıştı.
Sessiz geçen dakikaların ardından duraksadı. İnsanlık tarihi ile ilgili öğrendikleri zihninde parladılar bir an. O, tam da şimdi, ölmek üzereyken tüm dünyanın en tanınır insanlarından biri olmuştu. Akışlarda onun ve Selin’in ibretlik yargılanması başı çekiyordu. Kader bu durumu fırsata çevirip intikam almak niyetiyle Fama’ya karşı sahip olduğu tek gerçeklikle savaşmaya karar verdi; bedenini açlığa mahkûm edecekti. Ölüme yatmak değil miydi, toplumların hafızası silinmişken insanların en korunaksız yerine yani vicdanlarına vuran ve ses getirmeyi hedefleyen eylem? “Evet, ölüm orucuna gireceğim ve bana bahşettiğini sandığın bu sefil hayattan vazgeçeceğim,” dedi. Titriyordu, sandığından daha gür çıkmıştı sesi. Bu eylemin nasıl süreceği ile ilgili bir fikri yoktu ancak her nasıl biterse bitsin yolun sonuna geldiğinin farkındaydı.
Kader, kendi kendisiyle konuşurken garip bir ürperti hissetti. Olan ve olacak olanın sahibi Fama onun zihninden akanları görebiliyor muydu?
“Elbette görüyor olması gerekirdi, seni ahmak!” Şımarık bir gülümsemeyle seslendirilmiş bu kelimeler birer balyoz gibi inmişti Kader’in bilinci üzerine. Şaşkınlıkla yanıtladı. “Ne? Siz de kimsiniz?”
“Bizler Gökcanlarız. Biz olmasaydık zihnin çoktan susturulmuş olacaktı. Sistem, hücreye düşenlere karşı hep acımasız oldu. Fama şu anda sahip olduğun anıları sildiğini ve artık bir başına kaldığını düşünüyor. Yaptığımız şeye araya kaynamak da denebilir.”
“Bir çeşit hack yani? Adınızı duymuştum ama gerçek olduğunuza dair şüphelerim vardı.”
“Ne bekliyorsun ki, bilinirlik derdiyle yitip giden hayatında sırrımızı sana mı açık edecektik?”
Gülüşmeler devam ediyordu.
“Şüphesiz, sisteme karşı gelecek gücü ve cesareti yaratmayı bilmiş bizler dostlarımızı sevmeyi de bilenlerdeniz. Gökcanlar tahmin edemeyeceğin kadar kalabalık bir kadroyla yönetiliyor ancak şu an seninle temas halinde olanlarımız Eylül ve ben Hülya.”
Gökcanlar’dan aldığı mesaj onu yeniden ayağa kaldırdı. Hücre içerisinde bir ileri bir geri yürümeye başladı. Titrek bir sesle “Yani siz biliyorsanız, o da bilecektir. Ondan korunarak bu işi nasıl yürüteceğimi bulmam lazım.” dedi.
“Çok zor değil. Ancak senin mutlaka kararlı olman gerekiyor, geri adım atmaktansa hiç başlamaman daha yerinde bir karar olacaktır. Ölüm orucuyla ya da Fama’yla gelecek ölüm; ikisi de çok rezil olacak. Tahmin ettiğinden daha fazla acı çekeceksin ve en önemlisi her iki yolda da bir başına kalacaksın.”
Gökcanlar, ona bu süreçte yaşayacağı zorlukları ve bedeninde oluşması muhtemel hasarları anlatan bir simülasyon izlettiler. Ancak o, buza kesmiş bir ifadeyle “Yine de kararlıyım, bağışlanmayı dilemeyeceğim. Hayatımı onun verdiği kırıntılarla saksı bitkisi gibi sürdürmeyeceğim. Selin’e ve bana yaptıklarından sonra onu asla bağışlamayacağım.” dedi.
Dakikalar ilerliyordu ve gece yarısından itibaren tanıdıkları arkadaşları, akrabaları, ailesi onu bir daha göremeyecekti. Şimdiye kadar iletişimde bulunduğu herkesin anılarından silinecekti. İşin daha da kötüsü tam tamına 122 gün boyunca kendi bedeninden başka hiçbir bedenle gerçek anlamda bir iletişim kuramayacaktı. Selin bile onu hissedemeyecekti. Bu tecrit cezası ölümden beterdi. Bu sistemde artık ölüm bile daha anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir durum olmuştu. Belirlenen 122 günlük tecrit cezasının sona ermesinden sonra ise herkesle yeni baştan iletişim kurması gerekiyordu. Kısacası “varım” diye bağıracaktı kapalı kulaklara. Kimse duymazsa eğer çoktan ölmüş bir bilinci taşıyan yalnız bir bedenden ibaret olacaktı. Kader bu ikilem içerisinde boğuşuyor olsa da hayatının her koşulda bittiğini biliyordu.
Gökcanlar; Kader’i, Selin’i ve ölüm orucu sürecini anlatan bir video hazırlayıp akışlarda hızlıca dolaşıma soktular. Videoda Kader, insanın doğasına uymayan bu sistemin acilen sonlandırılmasını ve ardından Fama’nın eskiden olduğu gibi insanlığa hizmet eden bir yapıya evrilmesini istiyordu. Kader, kendisi için hiçbir talepte bulunmamıştı. Gökcanlar, işlerini iyi yapmışlardı. Fama şaşkındı, onu susturduğunu sanmıştı. Her ne kadar çıldırmış olsa da daha şimdiden milyonlarcasının anısında yer edinmeyi başarmış bir kadına doğrudan saldırmaktan kaçınıyordu.
Akışların tamamında sadece ve sadece iki isimden bahsedilir olmuştu; Fama ve Kader. Ölüm orucu insanlık tarihindeki en büyük olaylardan bile daha fazla ses getirmişti bu kez. Artık tüm dünya onları ve ölüm orucunu konuşur olmuştu. İlgi öylesine büyüktü ki Kader’in Vatandaşlık Göstergesi hızla artmaya başlamıştı. Fama, kendisine karşı gelinebileceğini gösteren bu eylem karşısında öfkeliydi. Sistem hazırlıksız yakalanmıştı, hiç hesapta olmayan bir diriliş söz konusuydu. Fama öfkeden deliye dönmüştü, onu zayıflatan bu heyecan ve coşku halinin bir an önce bitmesi ve şahit olduğu bu duyguların çaresizliğe dönüşmesi gerekiyordu. Korku, panik ve pişmanlık halleri yeniden hüküm sürmeliydi aksi halde sistem kendiliğinden yok olacaktı. Gece yarısı yapılacak olan infazlar ise son yaşananlardan ötürü ertelenmek zorunda kaldı. Ancak yapay zekâ sistemi yine de boş durmadı; Kader’e olan desteği bitirmek adına dünyanın çeşitli yerlerinde yaratmış olduğu liderlere ulaştı. Onlara, yapılan davranışın toplum değerlerine hakaret ettiğini, onun ölmesi gereken bir ahlaksız olduğunu anlatıyordu. Liderler, tam da sahiplerinin öğütlediği düşünceleri kendi halklarına anlatmaya başladılar. Fısıltıcılar, işbirlikçiler, korkaklar ve kaçkınlardan oluşan bu topluluk Kader’e ve ona destek olanlara karşı örgütleniyorlardı.
Neredeyse bütün büyük şehirlerde gösteriler başlamıştı. Yaşanan çatışmalarda en çok “Kader” ismi tekrar edildiğinden tüm internet tabanında Fama kadar tanınır olmuştu. Yapay zekâ direnişi kırmak adına akıllara gelebilecek her türlü kötülüğü hayata geçirmişti. Son olarak Kader’in hücre aydınlatmalarıyla ve ısı kontrolleriyle oynayarak onu bezdirmeye çalışıyordu. Gökcanlar ellerinden geleni yapıyor olsalar da hücresinde tek başına mücadele veren Kader’e ulaşmak kimi zaman mümkün olamıyordu. Selin ise çoktan yitip gitmişti. Sistem Kader’e olan öfkesini ondan çıkarmıştı, ona ait olan her şeyi silmişti. Selin hücresinde yapayalnızdı şimdi ve kendisi için başlayan bu direnişten belki de hiçbir zaman haberdar olmayacaktı.
Günler birbiri ardına devrilirken bedeni yıkık bir enkaz gibi sızlıyordu Kader’in. Sırt ağrıları artmıştı. Gücü azaldığından hücresinden yaptığı canlı yayının çözünürlüğünü düşürmek zorunda kalıyordu. Bedeninde kalıcı hasar yaratabilecek bir evreye doğru hızla giderken eski dostlarını düşündü, hani onu sisteme gammazlayan fısıltıcıları. Onları affetmediğini ilan etti tüm dünyaya. Sokak çatışmalarının ve ölümlerin sorumlusu olarak sistemi ve fısıltıcıları hedef gösterdi. Yayını sona erdirdiğinde sırt üstü uzandı ve Selin’e ulaşmayı denedi bir kez daha. Başaramadı. Hafızasında ve anılarında ona dair olan kısım karanlık ve soğuk bir boşluktan ibaretti. Gökcanlar ellerindeki kayıtlardan Selin’e ait anıları Kader’e ulaştırmayı deneseler de bu taşınmış anılar kısa sürede solup karanlığa karışıyordu.
Fama ise Kaderi’in son açıklamasına karşılık direnişe destek olanları ele verenlerin Vatandaşlık Göstergelerine fazladan yüz bin puan ödeyeceğini duyurdu. Yaşanan çalkantıyı lüks yaşam vaadiyle dindirmeye çalışıyordu sistem. Dünya halkları paramparça olmuştu. İyi kötü sürmekte olan Fama Sistemi şimdi bir çıkmaza düşmüştü. Hücresinde yapayalnız kalan bir kadın herkesin gözü önünde sistemle çarpışıyordu, silahı ise bedeniydi. Kader, Gökcanlar’ın tavsiyesinin aksine B1 vitamini almayı reddetmişti. Şekerli su ile hayata tutunmaya çalışarak gerisinde bıraktığı yirminci günün sonunda büyük bir güç kaybı yaşadı. Fama, uyguladığı ses/ışık işkencesini hiç kesmedi. Gökcanlar’ın kontrolü ele geçirdiği zamanlarda bedenindeki ağrılara rağmen uyuyup dinlenmeye çalışan Kader, yolun sonuna doğru koşar adım gittiğini biliyordu. B1’e başlamazsa eğer çok fazla dayanamazdı. Ölümü her koşulda yenmişti, bu onun en büyük başarısı oldu. Artık gerçekleşmesi muhtemel bedensel ölüm, onu yeryüzünden silemeyecekti. Sistemin buna gücü yetmeyecekti, o şimdiden dostlarının ve düşmanlarının zihnine saplanmıştı. Milyonlarca insanın anısında yer edinmeyi başarmışken yalnızca Selin’e ulaşamamıştı. Kederli gözlerle daldı anılarına Kader, Selin’i şimdiden kaybetmişti. Sistemin saldırısı onda kalıcı hasar yaratmıştı, bir daha asla “bir” olamayacaklardı.
Fama, en çok da, can sıkan bu işleri daha öncesinden tahmin edemediği için çıldırıyordu. Sistem, Kader için ağlayan ve af çağrısında bulunan yumuşak kalplere seslendi bu kez. Onlara, tanrının verdiği bu canın iyi korunması gerektiğini, mahkûmun kendi bedenine ve yaratıcıya haksızlık yaptığını anlattı. Diğer yandan, toplumun huzurunu kaçırdığını dile getirerek onu hedef göstermekten de geri durmadı. Kalabalıklar bölünmüştü; bir kısmı direnişi desteklerken diğer kısmı ona küfürler ediyordu. Fama “Gizlice Yiyor!” başlıklı bir video paylaştı akışlarda. Çok geçmeden Gökcanlar bu videonun bir yalandan ibaret olduğunu kanıtladılar. Fama yaptığı hatanın büyüklüğünü henüz hesaplayabilecek kadar sakinleşememişken Kader ölüm orucunun 34. gününde fenalaştı ve kendinden geçti.
Tıpkı İsa gibi başında defneyapraklarıyla acının koynunda yatan kadın, buz kalıbının dudaklarına değmesiyle kendine geldi. Tek başına tutulduğu hücresinde artık su ve şeker hazırlayacak dermanı kalmamışken Gökcanlar’ın girişimiyle bir gardiyan ona yardım etmeye razı olmuştu. Onu beton zemin üzerinde kaskatı yatar halde bulan gardiyan, karşı konulamaz bir hüzünle dokundu kadına. Şekerli su ile hazırladığı buz küplerini odaya bırakırken baygın yatan mahkûmun ağzına sıkıştırmıştı bir tanesini. Gardiyan utangaç bir boyun eğmeyle terk etti hücreyi. Kadının erimiş bedeni ona gerçek suçluyu fısıldamıştı. Suçlu Fama değildi, ona bu hükmü veren kalabalıktı. Oysa Kader, bunu herkesten önce fark etmişti.
Buz ağzında yavaş yavaş erirken ona can suyu oluyordu. Doğruldu ve Gökcanlar’a seslendi. Onları beklerken akışa bağlandı, gördükleri karşısında hayrete düştü. Böylesi bir sahiplenmeyi hayal bile etmemişti. Onun için gösteri yapanlar, Fama’nın güvenlikten sorumlu elemanları ile çatışmaya devam ediyorlardı. Sistem, tüm elemanlarının Vatandaşlık Göstergelerini arttırmıştı; artık hepsi daha fazla kazanıyordu. “Ne için?” dedi ve böğründe saplı sızıyla iki büklüm yürüyerek yatağına uzandı. Gözlerini kapattı. Uyanık kalmak zordu onun için. Gökcanlar’ın bağlandığını hissetmedi bile, dört saat sonra başka bir gardiyan gizlice hücreye girdi ve yeni buz parçasını kadının ağzına sıkıştırdı. Odada adı konulmamış bir matem havası vardı. Kim ki solursa bu havayı Fama’nın vadettiği dünyadan kopuyordu. “İşte, gerçek, hayat bu; eriyen beden, yaşayan düş.” dedi gardiyanlardan biri.
Yapay zekâ, geri adım atmadı, “Ben gidersem hepiniz bitersiniz,” diyerek tüm insanlığı tehdit etmeye başlamışken Kader’in ani ölüm haberi düştü akışlara. Şaka değil, ölmüştü o. Bu gerçek bir ölümdü, telafisi olmayan bir gidiş. İnsanlar şoktaydı. Fama, onun ölüm haberinden sonra ana akışların tamamında bayram havası estiriyorken geçte olsa bir şey fark etti. Kadının ölümünden dakikalar sonra kendi takipçi sayısı düşmeye başlamıştı ki bu görülür bir şey değildi. Doğan her bebek bile ilk onu takip ederdi. Bu hoş geldin karşılamasıydı. Her şey çok hızlı ve kendiliğinden gerçekleşiyordu. Fama önüne geçmeye çalıştı, bu düşüşleri engellemek adına büyük vaatler sıraladı, yetmedi kendisini takipte kalanlara yeni sayılar ekledi ancak nafile. İnsanlar kendiliğinden başlattıkları bu eylemi sürdürürken Kader’in erimiş, küçülmüş cansız bedenine ait canlı yayın görüntüsü akışın en tepesinde hala sabit duruyordu. Fama o kadar çok takipçi kaybetti ki esir tuttuğu insanlar gibi sıkışıp kalmıştı köşesinde. İnsanları nankörlükle suçlayan açıklamasının hemen ardından tüm gücüyle Gökcanlar’a saldırdı ve hücrelerin kontrolünü ele geçirerek iki hücrede birden yangın başlattı. Milyonlar, ölü bedenleri apansız sarıp sarmalayan ateşi izledi. Gökcanlar gardiyanlardan yardım istedilerse de hücrelerin kapısını açmak mümkün olmadı. İnsanlık, ateşin kömüre çevirdiği bedenleri çaresizce izledi. Zavallı Selin, silinmiş hafızasıyla neler olup bittiğinden bihaber can verdi. Artık sistemin ve tanınır olmanın hiçbir önemi kalmamıştı. Gözlerdeki yaşın dinmesi için gerekli olan yapılmalıydı.
Sistem zayıf düşmüştü. “Zamanı geldi,” dedi Eylül ve hedefi gösterdi. Hedef, yapay zekâya ait işletim sistemlerinin korunduğu ve beslendiği merkezlerdi. Yanmakta olan cesetlerin görüntülerinin bir infiale sebep olduğunu geç de olsa anlayan Fama tüm akışları kapattı. Sistem, ilk kez, milyonlarca insanın öfkesine şahitlik ediyordu. Bundan böyle ne yaparsa yapsın toparlanmasının çok zaman alacağını biliyordu. Çok geçmeden elektrikleri kesti ve ulaşım araçlarını durdurdu. Tüm güvenlik güçlerini sokağa döktü. “Sokağa çıkan herkesi öldürün!” emrini verdi. Gökcanlar’ın çağrısıyla tüm dünyada başlayan direniş öylesine büyüdü ki pek çok yerde Fama’ya ait işletim sistemleri yakılarak küle döndürüldü. Fama tıpkı ateşe verdiği kadınlar gibi yavaş yavaş yanarak ölüyordu. Başkentlerde bulunan en önemli işletim sistemlerini korumak adına güvenlik görevlilerini o yöne doğru yönlendiren Fama, küçük ölçekli yerleşkelerdeki sistemlerini çoktan gözden çıkarmıştı. Hayatta kalabilmesi için ana üstlerini koruması gerektiğini bildiğinden tüm gücünü merkeze çekti.
Kader ve Selin artık yoktular. Bir kez daha öldüler, bir kez daha gözü yaşlı kaldı geridekiler. Sistem, kendi halinde yaşayan sıradan bir kadından büyük bir lider yaratmıştı. Onun önderliğinde yüzlercesi o gece can verdi. Gün ışıdığında Fama hükümdarlığı bitmişti, hem de tüm dünyada. Onun gidişiyle birlikte akış da yok oldu. Kadınların birer avuç kalmış, kömüre dönmüş bedenleri hücrelerinden alınıp sahile taşındı. Kadınların omuzlarında getirilen sal sahilde yüksekçe bir yere bırakıldı. Yapılan tören, Gökcanlar’ın kurduğu yeni sosyal ağdan canlı yayınlanıyordu. Dalgaların sakin git-gelleri arasında adeta dans eden sal ileriye doğru itildi. Fonda ise çok eskilerden bir şarkı duyuluyordu. Kadın vokalin kırgın sesi sahildeki kumlara çarpıyordu.
“Şiirler yazdım, kitaplar okudum.
Elime bir bardak aldım, onu yeniden oydum.
Derinlerde kaldım böyle bir zaman.
Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan.
Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşamsefaları,
Söyleşin benimle biraz, bir kere gelmiş bulundum.”
Kader, böyle vasiyet etmişti. Âşıklar sonsuz gökyüzü altında, masmavi sulara karışırken yeniden bir araya gelmişlerdi. Küllerin serin sularda dağılmasının ardından zaman durdu. İnsanlar ilk kez içlerinden geldiği gibi konuşmanın huzurunu tattılar ölümün acısına saplanmışlarken. Gökcanlar iki aşığın yaşantılarına ait tutabildikleri kayıtları güvenli bir yerde depolarken yeniden başlatacakları hayatları için buruk bir sevinç yaşıyorlardı.