Düşlerin Gözetimi Altında

Düşlerin Gözetimi Altında | Onur Başak (Kısa Öykü)

Uyandığında ilk yaptığı şey avucunun içine bakmak oldu. Ardından ağzının içini yokladı, gözlerini yumarak derin bir oh çekti. Yatağının yanında bulunan ve üzerinde “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh” yazan ajandayı alarak özenle not aldı. “Dişlerimin hepsinin teker teker avcumun içine döküldüğünü görüyorum, elimde dişlerimle insanların arasında bir umutla koşturuyorum. Sonra bağırmaya başlıyorum ‘Aranızda dişçi var mı? Lütfen yardım edin, dişlerim sebepsizce dökülüyor.’ Gördüğüm insanlar bana deliymişim gibi bakıyorlar. Sonunda adamın birinin yakasına yapışıp sallıyorum onu. Adam sırıtmaya başlıyor, çaresiz hissediyorum,uyanıyorum.”

Rüyasını not aldıktan sonra, her seferinde yaptığı gibi bir satır boşluk bırakarak içinden geçenleri düşünmeden, tek seferde bir paragrafa döktü:

“Rüyalardan daha iyi bir ilham kaynağı olabilir mi? Yaşamımızın kontrol edilemeyen, o en gizemli anında ışığın büyüsüne kapılan sinekler gibi üşüşürler bilinçaltımıza. Yaratıcılığın ve sanatın ışığını saçan bu sulu meyveyi patlatarak,akıtırlar dört bir yana parıldayan özsuyunu.Kutsal sıvı akar,doldurur, hayal gücünün karmaşık kanallarını.Dünyadaki en akılsız,en basit adamın bile zihninde ne sıradışı,ne doğaüstü rüyalar vardır ki, gün yüzüne çıkmayı bekleyen.”

Ajandayı kapatıp yavaşça sehpaya bıraktı. Sağ dirseğinden destek alarak hafifçe doğruldu, Öykü’yü izledi bir süre. Göğsü aldığı sağlıklı nefeslerle kalkıp iniyordu. Beliyle kalçaları arasındaki oranı hayranlıkla izledi. En sonunda bakışlarıyla genç kızın yüzünde keyifli bir yolculuğa başladı. Öne doğru çıkan etli üst dudağına, oradan hafifçe havaya kalkmış gibi görünen burnuna, en sonunda da ona hırçınca bir güzellik veren kalın kaşlarına bakarak sona erdirdi gezintisini.

Kız parıldayan gözlerini açtığı anda, onu bu şekilde yüzüne bakarken görünce: “Ne oldu?” diye sordu .Sonra gülümsedi, zaten henüz doğru dürüst açılmayan gözleri iki çizgi halini aldı.

“Baştan al.”

Uyandı ve eline baktı, ardından ağzını kontrol etti, her şey normaldi. Rahatladı, sırıtan kadını hatırladı, ajandasını eline aldı, rüyasını not etti. Bir satır boşluk bırakarak, “Freudyen bir yaklaşımla tek söyleyebileceğim şey, düşlerimizin gerçek dünyada yaşadıklarımızın yeniden canlandırılması olduğudur, tekrar eden üretimden başka bir şey yaratamazlar.”

Ajandayı yerine bıraktı. Yatağında doğrulup oturdu. Öykü’nün açık ağzına, aralıktan görünen kararmış dişlerine baktı. Kulağının arkasından boynuna kadar inen metal parçayı ve derisinin içine giren kabloyu inceledi. REM evresindeyken göz kapaklarının altından gelen mekanik sesleri hatırladı. Yol kenarında bir fare ölüsü görmüş gibi tiksinti hissetti.

Kız uyandı, beyaza çalan donuk mavi gözbebeklerini birkaç kere döndürüp kalktı. Masanın üzerindeki paketten bir sigara alıp yaktı. Dumanı havaya doğru üfledi. Havada mükemmel bir yuvarlak oluşturan dumana, tekrar masanın üzerinden aldığı SSVR (stimulant of supporting virtual reality) spreyini sıktı. Fosforlu yeşil bir renge dönüşen dumanı, ağzını açıp bir nefeste içine çekti. Gözbebekleri büyüdü,dönüp tehditvari bir şekilde Soner’e, “Bir haftadır paramı vermiyorsun, allahın belası herif!” dedi. Soner gayet kayıtsız bir şekilde,”Tamam, yarın elime para geçecek, ayarlarız,” diye cevap verdi. Sözünü bitirmesiyle, kızın koşarak boğazına yapışması bir olmuştu. Yarı metal yarı organik kolunu kullanarak genç adamı yataktan kaldırdı, ayakları yerden kesilen Soner bacaklarını çaresizce sallıyor, boğazını sıkan mekanik eli tutarak engellemeye çalışıyordu. Kız beyaz gözlerini sonuna kadar açarak, “Yarın diye bir şey yok, bugün akşama kadar, anladın mı?” dedi öfkeyle. Soner sadece göz kapaklarını kapatıp açarak evet dediğini gösterebildi. Öykü onu tutup sertçe duvara çarptı. Çarpmanın etkisiyle duvardaki tablo da kırılmıştı. Ardından yere düştü ve öylece kaldı. Kız çantasını alıp dışarı çıktı.

“Devam et.”

Son zamanlarda kafası çok karışıktı. Aynı rüyaları arka arkaya görüyor, ardı ardına deja-vu’lar yaşıyor, kendisine dahi açıklayamadığı bir huzursuzluk hissediyordu. “İzlendiğimi hissediyorum. Devletin video kayıt yapmak için gözlerimize yerleştirdiği biyo-kameralardan bahsetmiyorum. Bu daha spesifik bir durum, bana özelmiş gibi,” demişti Melih’e. Melih empati kurmayı denedi, anlıyormuş gibi davranarak bir nebze olsun arkadaşına destek olmaya çalıştı. Fakat bunların hiç biri, Soner’in içine akan bu zehrin kurumasına yardımcı olmuyordu. Gün geçtikçe daha çok şüphe duymaya, daha çok diken üstündeymiş gibi hissetmeye başladı.

Tabloya ait kırık cam parçalarını topladıktan sonra, “En iyisi bir şeyler içerek kafa dağıtmak,” diye düşündü. Ceketini alıp metal plakaların hızla küçülmesiyle açılan daire kapısından çıktı. Yerçekimsiz asansör boşluğuna girdi, yeşil ışıkların yanışını gördüğü anda havada bir ‘0’ sayısı çizerek zemine indi.

Apartmandan dışarı çıktığında sağ kulak memesine baş parmağıyla alttan bastırdı, ardından eliyle havada bir “C” çizdi. Sol gözünün sağ üst kısmında “calling…” yazısı göründü. Bir süre bekledi, Melih telefonu açmıyordu.

“Ekleme yap.”

Sokağa çıktığı anda yine aynı hisse kapıldı. “Deja-vu” diye düşündü. Yürümeye başladı, soluna baktığında kahverengi deri montlu, elinde siyah spor bir çanta olan bıyıklı adamı gördü. Adam onunla aynı hızda yürüyordu ve baktığında kafasını çevirmişti. Adımlarını hızlandırarak dar sokaktan sağa saptı. Arkasına döndüğünde adamın hala peşinde olduğunu gördü. “Birileri tarafından izlendiğimi biliyordum,sonunda ortaya çıktılar işte,” dedi kendi kendine.

Tam koşmaya başlayacakken, sağ tarafındaki karanlık sokak arasından çıkan güçlü bir el, kolundan yakaladığı gibi onu duvara çarptı. Ne olup bittiğini anlayamadan ağzının ortasına öyle bir yumruk yedi ki, kafasında adeta bir şimşek çaktı. Ağzının kanla dolduğunu fark ettikten sonra,ön dişlerini eline tükürdü.

“En başa dön.”

Korkuyla sıçrayarak elini ağzına götürdü, şükürler olsun ki dişleri yerli yerindeydi. Sehpanın üzerindeki ajandayı eline aldı, önceki yazdıklarına şöyle bir göz atmak istedi. Son yazdığı iki paragrafa bakarken hayretler içerisinde kaldı. “Bunları yazdığımı hatırlamıyorum. Neler oluyor, yoksa aklımı mı yitiriyorum? Hem bu yazdıklarım birbiriyle tam bir tezat oluşturuyor. Bir paragrafta rüyalardaki yaratıcılığı överken, diğerinde Freudyen bir tekrar mekanizması olduğunu savunmam ne anlama geliyor olabilir?”

Öykü’yü uyandırmadan dikkatle üzerinden atladıktan sonra üstünü giyindi. Uzun süredir televizyon izlemediğini ve gündemden hiç haberi olmadığını düşündü bir an. Ardından tavandaki ışığa bakarak gözleriyle bir T harfi çizdi. Haberleri sunan kadın odanın ortasına üç boyutlu şekilde projekte edildikten sonra konuşmaya başladı.

“Uzmanlar dünyanın dört bir yanında, geçen yıla oranla ruh hastalıklarına sahip olan insanların sayısının tam yirmi beş kat arttığını belirtiyorlar. En çok karşılaşılan vakaların ise şizofreni, major depresif bozukluk ve somatoform bozukluklar olduğu bilgisi veriliyor. Prof. Dr. Canan Derelioğlu yaptığımız röportajda, ‘Hastalar üzerinde yaptığımız araştırmaların çok yüksek bir bölümünde, tekrar eden rüyaların ve sürekli olarak görülen deja-vu’ların ortak noktalar olduğunu görüyoruz. Bildiğiniz gibi günümüz dünyasında yüksek teknoloji hareketsizliği ve yoğun stresi de beraberinde getiriyor. Ben buradan hastalarımızın tümüne bol egzersiz yapmalarını ayrıca yoga ve meditasyon gibi uygulamaları hayatlarına dahil etmelerini şiddetle tavsiye ediyorum…”

Kadının konuşmasının yarısında televizyonu kapatan Soner, tam bir çöküntüye uğramıştı. Ruh hastası olduğuna inanamıyordu. “Durduk yerde insanın başına neden böyle bir şey gelsin? Hem ben genel olarak mutlu olduğumu düşünürdüm hep.Depresyona bile girdiğim aklımın ucundan bile geçmezdi,” diye düşündü. Birden durumunu Öykü’yle paylaşmak için dayanılmaz bir istek duydu.

Tam zamanında uyanmıştı. Yataktan kalktığı anda onu tutup yatağa oturttu, kendisi de yanına oturduktan sonra merakla, “Bu günlerde bende tuhaf herhangi bir şey görüyor musun? yani eskiden olmayıp da bu ara olan bir şeyler,” dedi. Kız elini ağzına götürerek bir şeyler hatırlamaya çalışır gibi sağ üst tarafa bakmaya başladı.Sonunda hayretle ağzını ve gözlerini sonuna kadar açıp,işaret parmağını ona doğru salladıktan sonra, “Şimdi hatırladım, performansında gözle görülür bir düşüş var, ” dedi ve kıkırdamaya başladı. Soner dayanamayarak, “Öykü saçmalamayı bırak ya, durum çok ciddi diyorum sana, çıldırmak üzereyim,” diye bağırdı.

Öykü durumun ciddiyetini geç de olsa kavramıştı. Bu kez önemli bir şey hatırladığını düşünerek, “Yeni farkına vardığım bir durum var aslında. Seninle konuşurken, bazen bakışlarının donuklaştığını ve anlamsızlaştığını görüyorum. Belki kulağa biraz tuhaf gelecek ama, o durgunluk anından sonra konuşmaya devam ettiğim kişi sen değilmişsin gibi hissediyorum,” diye cevap verdi.

Soner bu sözler üzerine derin düşüncelere daldı. Sanki bazı şeylere yaklaştığını hissediyordu. Tekrar yaşama hissi, aynı rüyalar, deja vu ve değişen bir kişilik. Bütün parçaların yerine oturmasına az kaldığını görebiliyordu.

Bunları düşünürken, kulağına duvarın arkasından bazı ayak sesleri geliyor gibi geldi. Çok hızlı bir şekilde gözündeki biyo-kameradan mikrodalga dalga boyundaki radar sinyalini aktive ederek duvarın arkasına gönderdi. Ortaya çıkan yeşil-sarı karışımı görüntülerin, silahlı altı askere ait olduğunu anlamasıyla, ayağa fırlaması bir olmuştu. Fakat yüzü maskeli, ağır teçhizatlı askerler kapıyı patlatarak anında içeri girmişlerdi. Yarı çıplak halde ayakta kalan genç çift, kaçacak bir yer bulamadıklarından yalvararak bağırmaya başlamışlardı. Adamlar soğuk kanlı ve ruhsuz bir şekilde enerji silahlarını doğrultarak ateş açmaya başladılar. Soner ve Öykünün bedenleri delik deşik olmuş, sürekli gelen ışınların kuvvetiyle bir süre ayakta kalmışlardı. Yere yığıldıklarında ise genç kızın sarı saçlı güzel başı, erkeğin omzuna düşmüştü, hala canlı iki sevgili gibi görünüyorlardı.

“Son bir kez daha.”

Uyandı, gözleri faltaşı gibi açıldı. Odasının etrafına baktı. Sol gözü seğirdi, dudağının sağ kenarı hastalıklı bir şekilde yamuldu. Gülmeye başladı. “Beni bulamazsınız. Şimdi ne olacak ha? Buradan kalkmayacağım. Sonsuza kadar bu yataktayım artık. Kurtuldum sizden, kurtuldum,kurtuldum!” Kahkahaları gittikçe artan bir şekilde uzayıp giderek, evin duvarlarında yankılanmaya başladı.

“Bitir.”

“Elimizden geleni yaptık evlat, biliyorsun bizim işimiz böyle küçük işlerle uğraşmaktır. Hep daha iyisini bulana kadar uğraşırız. Daha ilgilenilecek sayısız evren, sayısız zaman dilimi ve sayısız insan var. Sen büyük düzeni kafana takma .Bildiğin gibi, onunla ilgilenen biri zaten var.”

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

nebula

Spinoza’nın Hayaleti | Varlık Ergen (Kısa Öykü)

Varsayım. Bu kelimeyi herhangi bir yerde herhangi bir insandan duymuşsundur. Hatta sen de sık sık …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et