İsmet son dört yıldır her pazartesi yaptığı gibi saat on birde uyandı. Sizin Laboratuvar marka ürünlerden oluşan tam sentetik kahvaltısını yaptı. Ev tipi santrifüjüne girip on dakika döndü. Yirmi dakika kadar baş dönmesinin geçmesini bekledi. En düşük devirde bile baş dönmesinden kurtulamıyordu. Yine Aleks’in trenini düşündü. Yine midesi bulandı. Aleks, Danışman’ın torpiliyle ona büyük trende yer ayarlayabileceğini söylemişti ama o şeye binmesi imkansızdı. Yarım saat sonra herhalde midesi ağzından ters yüz olmuş olarak çıkardı. Bu kadar gençleşme ona yeterdi. Duş alıp hazırlandı. Çıkmadan önce monitörü açık hava kameralarından birine bağladı. Ekran, dış parlaklığı ayarlamak için biraz karardı. Yüzeyde yaz ortasıydı. Çiftlik Park’taki yüksek kavaklar rüzgarda yavaşça salınıyordu. Sesi açınca hışırtıyı da duydu. Tek eksik karga sesleriydi. Ama Danışman’a şükür yüzeydeki şehirlerde kargalar büyük oranda imha edilmişti. Danışman bunun herhangi bir dengesizlik yaratmayacağını söylemişti. Ekranı kapatıp dairesinden bağlantı tüneline geçti. Özel tramvayına yerleşti. Panodaki üç düğmeden üzerinde Saray yazana bastı. Diğer ikisinden birinde Ev birinde Ofis yazıyordu. Şalteri indirdi. Tramın şeffaf kumanda kutusundaki röleler şakırdadı. Kıvılcımlar çaktı. Araç sert bir kalkışla Saray’a doğru harekete geçti. Tüneller tünellerle kesişiyor, raylar birbirine giriyor kumanda kutusundaki röleler buna takırtılı bir şekilde açılıp kapanarak cevap veriyor, vagon yola sarsıntılı ama tereddütsüzce devam ediyordu. Yer altı şehirlerinde en fazla bu gelişmişlikte bilgisayarlar kullanılıyor olmasına rağmen işlerin aksamadan yürümesi yine sevgili Danışman’larının güçlü öngörüsü sayesindeydi. “Röleli, lambalı makineler her işi yapabilir. Mikroçiplere ihtiyacımız yok.” demişti dijital sesiyle. “Her transistör görünsün. Kapalı kapılar ardında iş çevrilmesin.” Elçilerden biri saygılı bir sesle “Ama efendim sizin kullandığınız sistem..O ne olacak?” diye sorunca bir dakika kadar sessizlik olmuş sonra ekrana önce b sonra u sonra h harfleri düşmeye başlamış, birkaç dakika sonra cümle tamamlanmıştı. “Bu hız nasıl?” Mesajı alınmıştı. Danışman istisnaydı. Onun bilgisayarındaki yapay zekanın evrilerek insanlığı ele geçirmesi olasılığı düşüktü. Ender görülen bir motor nöron hastalığına sahipti. Hiçbir kasını hareket ettiremiyordu. Bu hastalığa yirmili yaşlarında yakalanmıştı. Kısa bir süre sonra konuşma yetisini de yitirmişti. Daha yer altına çekilmemişken Nejat ve ekibinin özel olarak geliştirdiği bir sandalye sayesinde dış Dünya ile iletişim kurabiliyordu. Sandalyenin yastığı hem başını yanlardan destekliyor hem de içindeki alıcılarla Danışman’ın beyin dalgalarını kollardan birindeki bilgisayara aktarıyordu. Bilgisayar bu sinyalleri sentezleyerek fonetik dile çeviriyordu.
Danışman’ın vücut kasları pörsüdükçe sanki beyni kaslanmıştı. Gerçek bir dahiydi. Sadece görünüşünden bile anlaşılırdı. Uzun ince bir yüz, yağlı ve alnına yapışık kahverengi saçlar, şişe dibi camlı gözlükler. Önceleri Danışman’ın çok yıkanmadığı düşünülürdü. Ama kişisel bakıcısı onu her gün yıkıyordu. Cilt yağı beynin teriydi. Hiç durmayan o kıvrımlı organın atığı.
Danışman henüz danışman olmadan, yukarıda açık havada kümesteki tavuklar gibi gamsız yaşarlardı. Her an birinin kümese girip aralarından birini akşam yemeğine dönüştüreceğinden habersiz tavuklar gibi. Dünya’nın onlar için yaratıldığını varsayarlardı. Dünya’daki varlıkları sanki bir nedenle kutsanmış da bir şey olmazmış gibi. O kadar akılsızlardı ki Dünya dışını her türlü aletle izler, yaşanabilen bir uzay parçasının ne kadar küçük ve mucizevi olduğunu görür bunun evrenin tehditlerinden muaf olduğunu var sayarlardı.
Onları Danışman uyandırmıştı. Ona daha önce de saygı duyarlardı. Zaten kitaplarını dolduran gammalara alfalara deltalara filere, kısmi türev sembollerine bakıp saygı duymamak elde değildi. Doğru söylemeyen biri o şeyleri oralara yazamazdı! Nejat, Danışman’ın söylediklerini sınamak için onun kurduğu egzotik dili öğrenmek gerektiğini ama insanların buna kalkışmak yerine egzotik yemekler yemeyi tercih ettiğini söylemişti. Nejat’ın hem kimseye saygısı yoktu hem de ağzı bozuktu. Danışman’ın alet kullanabilen hayvanların, özellikle kargaların durdurulmaması haline insanlar kadar akıllı hale geleceğini uçma yetenekleriyle öne geçecekleri ve üç bin yıl içinde kargaların kölesi haline gelebileceğimizi öngördüğü ünlü Bilincin Kanatları makalesini yayınlamasından sonra bu makaleyi etkileyici bulup birbirlerine gönderen insanların değil karga, tavuk kadar beyinlerinin olmadığını da söylemişti. Konuşma aparatını geliştirmek en büyük pişmanlığıydı.
Nejat’a rağmen Danışman’ın uyarısını ciddiye almış sohbetlerde kullanmış ama yine de karga avına çıkmamışlardı. Dal parçalarıyla oyunlar oynayan bulmacalar çözen kuş haberlerini salaklar gibi hayranlıkla izlemeye devam etmişlerdi.
Derken Danışman bir konferansta yaklaşmakta olan göktaşı fırtınasını haber vermişti. Metalik sesiyle “Şu anda bir uzay gemisi tersanesinde vida sıkmak yerine burada beni dinliyorsanız geç kaldınız demektir. Dünya bir asteroid kuşağına girecek. Jupiter Satürn arasındaki kuşaktan on üzeri dört kez büyük. Ters dipolar karbon minerallerinden oluşan en küçüğü birkaç tonluk kayalar Dünya’yı yüz yirmi yedi saat bombalayacak. Mısır piramitlerinde bile taş üstünde taş kalmayacak. Artık tek çözüm yer altına sığınmak.”
Bu herkeste soğuk duş etkisi yapmıştı. Şaka mı yapıyordu? Gözlüklü genç bir astrofizikçiden utangaç bir soru gelmişti; “Neden gözlemleyemiyoruz?”
“Ters dipolar karbon mineral kafesleri elektromanyetik dalga yaymaz.”
Genç fizikçi bir soru daha soracak gibi olmuş ama bakışların etkisiyle vazgeçmişti. Kimse de felaketin ne zaman geleceğini soramamıştı. Ünlü konferans birkaç gün haber olmuş ama sonra eski peygamber mesajları gibi unutulmuştu.
İnsanlığı asıl uyandıran Giza’daki Keops Piramit’inin yan duvarına düşen bir göktaşı oldu. Başka bir yere düşse bilmeyecek, bilseler de umursamayacaklardı. Ama Piramit başkaydı. Bir sabah onu ziyarete gidenler Güney duvarında koca gri bir gölge görmüşlerdi. İncelemeler yapılmış en az elli kilogramlık bir göktaşının duvarın tam ortasına çarptığı sonucuna varılmıştı. Haber şok etkisi yaratmıştı. Kimilerine göre uzaylı atalar yaptıkları piramitlerle onları uyarıyor(Piramitlerin amacı da aslında buydu onlara göre) kimisi bu işte Allah’ın bir müdahalesi olduğunu iddia ediyordu. Bir göktaşının Dünya’nın en büyük en gizemli yapılarından birinin bir duvarının tam ortasına çarpma olasılığı hesapları ortalığa hakim olmuştu. Ama sonuçta herkes uyarıyı almıştı. Danışman zaten sahip olduğu büyük prestiji katladı. Şehirler yeraltına taşındı. İnsanlık zaten bu tür konularda tarihsel bir deneyime sahipti. Kazma ve küreklerle binlerce yıl önce yer altı şehirleri inşa etmişlerdi. Artık modern metro kazma robotları vardı.
Nejat gibileri gelmemişlerdi elbette. Yeraltına gidenler kendilerini Kurtulanlar diye anmaya başlamışlardı. Kehanet içeren bir isim. Göktaşı fırtınası başladığı zaman diğerlerinin her şeyi anlayacak pişman olacak belki bir on dakikaları olacaktı. Sıcak taşlar gökten alevler saçarak inecek, tarlaları, yolları, şehirleri bitimsiz bir bombardımana tutacak, denize düşenler suları cozurdatarak buharlaştıracak ve Kurtulanlar bu manzarayı güvenli tünellerinden seyredeceklerdi. Danışman bu felaketten ancak en fazla yedi bin iki yüz elli üç gram vücut ağırlının altındaki bazı memeli ve kuşların kurtulabileceğini hesapladığını bildirdi. Metalik ses bu kez işi şansa bırakmadı; “Kargalar da kurtulacak.” Bu kez mesaj alındı ve gereği yerine getirildi. Yeryüzüne çıkan ekipler karga popülasyonuna savaş ilan ettiler. Yürek dağlayıcı sahneler yaşandı. Ama ya onlar ya Kurtulanlar demişti Danışman. O’nun sözü artık yasaydı. Çünkü sözleri fizik yasalarına dayanıyordu. Fizik yasasına kim karşı çıkabilirdi? Sonra başka bir bildirisinde “Elektromanyetik dalgaları haberleşmek için kullanmak insanlığın en büyük dangalaklığıdır.” demişti. “Kalabalık bir salonda biriyle konuşmak için salonun bir köşesinden diğerine bağırır mısınız? Bilinmezlerle dolu bir evrende kendi aramızdan konuşmak için uzaya elektromanyetik dalgalarla mesaj gönderiyoruz. Biz buradayız diyoruz. Onların iyi olduklarınız nereden biliyoruz?” Salonda çıt çıkmamıştı. “Akıl almaz bir dangalaklık. Çok geç. Sinyaller her yöne yüz yıldır gönderiliyor.”
“Danışman..Ne yapalım? Bize bir yol göster?” demişti yer altı şehrinin mimarlarından biri.
“Giden dalgalara yetişip onları durduramayız. Ama yenilerini göndermemek elimizde.”
Yeraltında bunları zaten kullanmıyorlardı. Ama yukarıdakiler, Nejat gibiler hala uzaya biz buradayız mesajı veriyordu. Böylece yüzeye çıkan ekipler menzillerine bakılmaksızın telefon, telsiz ne varsa toplamıştı. Karşı çıkanlar dövülmüş, TV, radyo vericileri, mobil telefon istasyonları imha edilmiş, uydu istasyonları havaya uçurulmuş, faal uydular yerden uzaya füzelerle, lazer toplarıyla vurulmuş, buna sonra ne olur ne olmaz diye faal olmayanlar da eklenmişti. Danışman’ın söyledikleri sonradan o kadar etkili olmuştu ki gönüllü ekipler hala zaman zaman yüzeydeki açık oyuncak mağazalarını basıp kısa menzilli model uçak gemi araba kumandalarını imha ediyorlardı. Yukarıdakilere de haberleşmenin artık kapalı devre telefon hatlarıyla yapılabileceği söylenmişti. Temizlik bitmiş ekipler yer altına dönmüşlerdi ki Danışman “Peki ya aydınlatma?” diye sorunca kimse ne dediğini anlamamıştı. “Işık da elektromanyetik dalga. Gece yakılan sokak aydınlatmasının radyo yayınından ne farkı var? Üstelik ışığı görmek için alıcıya gerek bile yok.”
Bunun üzerine ekipler yüzeye çıkıp elektrik kaynaklarını imha etmişlerdi. Artık aydınlatma için yağ lambası yakılacaktı. Danışman’a göre bunun görülebilmesi ihtimali zayıftı. Ama gece aydınlatma yapılmamasının yukarıdakilere tavsiye edilmesini istemişti.
Tramvay Saray hattına girdi. İsmet bugün Danışman’la görüşmeye yalnız gidiyordu. Bu önemli bir adımdı. Günün birinde Aleks’in yerine geçmeye en önemli aday olduğunu gösteriyordu. Ayda bir yapılan bu görüşmeler Dünya’daki bütün yer altı şehirlerinin merakla beklediği tavsiyelerle sonuçlanıyordu. Danışman son zamanlarda telekonferanslara sık katılamıyor mesajlarını elçilerle iletiyordu. Biri baş olmak üzere iki elçi vardı. Bu düzeni de Danışman istemişti. Görüştüğü kişi sayısının çoğalması hassas bağışıklık sisteminin çökmesine neden olabilirdi.
Tram, Saray platformunda durdu. İsmet biraz da heyecanla uzun dar koridorlardan geçerek mabede doğru yürüdü. Danışman’ın elçisiydi belki. Ama Danışman’da başka bir tanrının, fiziğin elçisiydi. Onun dilini en iyi anlayanıydı. Soyunma odasında tulumunu giydi. Danışman’ın odasının ünlü altıgen kapısında yine tulumlu iki bakıcı ile selamlaştı. Oda da kapısı gibi altıgendi. Danışman tam ortada artık tekerlekleri sökülmüş bir sandalyede oturuyordu. Boynu her zamanki gibi yana büküktü.
Karşısındaki koltuğa saygılı bir tavırla oturdu. Çantasından not defteri ve kalemini çıkardı.
“Nasılsınız Danışman?”
Sandalye kolunun sol koluna monte edilmiş hopörlerden önce bir çıtırdı sonra tiz bir bipleme geldi.
“Daha iyi olabilirdim Aleks.”
İsmet bozulsa da belli etmemeye çalıştı;
“Aleks bugün gelemedi. Ben İsmet.”
“O zaman şöyle gözümün önüne gel İsmet. Sadece göz kapaklarımı hareket ettirebiliyorum.”
İsmet sandalyesini cam gibi duran gözlerin bakış açısına doğru çekti. Biraz da eğildi. El sallama isteğini zor bastırdı.
“Evet. Tamam. Şimdi oldu.”
“Neden iyi değilsiniz Danışman?”
“Hesaplar hep felaket haberi verdi.”
“Evet.”
“Yine veriyor.”
“Ö- öyledi mi? Ben not alıyorum.”
“Yıldızların birbirinden uzaklaşma hızı, tahmini kütle ve ortalama momentumu da denklemlere dahil ettiğimde evren termodinamik ölüme gidiyor.”
“E-evet. Termodinamik ölüm tamam yazdım.”
“Bu ne demek sence İsmet?”
“Ölüm işte. Termodinamik yoldan.”
“Bu insanlığın sonu demek.”
“Ama biz güvendeyiz değil mi Danışman?”
“Aleks nerede demiştin?”
İsmet aşağılanmayı görmezden geldi. Heyecandan saçmalamıştı ama Danışman hoşgörüsü ile ünlü biri değildi.
“Trende. Gençleşme treninde. Sizin önerileriniz ışığında. Bu aralar herkes onlara biniyor.”
“Öyle mi? Demek moda oldu.”
Termodinamikle ilgili konudan uzaklaşmak İsmet’i biraz rahatlatmıştı.,
“Evet Danışman. Haha. Herkesin ilk işi sabahları merkezkaç trenlerine binmek.”
“Ne güzel.”
“Çok büyükleri yapıldı. En büyüğünün çapı on beş kilometre. Dönüp duruyorlar içinde. Ben evde mikro merkezkaç kullanıyorum.”
“Çok iyi.”
“Bir yarış aslında bu. Şimdi herkesten hızlı zaman geçiren daha az yaşlanıyor ya. Önce genç kalmak için başlamıştı bu iş. Birileri yapmaya başlayınca herkes yapmak zorunda kaldı. Düşünsenize yapmayanlar yapanlardan hızlı yaşlanacak. Herkes dönmeye başlayınca bu kez bu şeylerde uzun kalma konusunda yarış başladı. Ama bu haksızlık. Bütün gününü dönen trenlerde geçirecek kadar parası olanlar diğerlerinin yaşlanmasını izleyecek. Belki de bir sınır getirilmesini önermelisiniz. Ne dersiniz Danışman?”
“Herkesin yaşlanma hızı aynı olursa trene binilmesinin bir anlamı olur mu?”
“Olmaz mı?”
“Düşün üzerinde. Ama fazla değil.”
“Ama siz hız gençliktir demiştiniz? Yani Einstein böyle söylüyordu?”
“Evet. Hız zamanda yavaşlamadır. Ama çok hızlı gidip kaza yaparsan zamanı sündürürken hayatını kısaltmış olursun. Sence net etki hesaplanabilir mi?”
“Siz hesaplayabilirsiniz.”
“Onu boş ver. Yaşlanmayacağım derken ölüp gidenler olmuyor mu?”
“Hem de çok. Bu günlerde önüne gelen rotasyon treni yapıyor. Bunun da bir sertifikası falan olmalı değil mi?”
“Bunu da siz halledin. Konuya dönelim. Evren termodinamik ölüme gidiyor demiştim.”
“Evet. Ama çok uzun zaman var değil mi? Güvendeyiz değil mi?”
“Zaman yok. Hesaplarıma göre önümüzdeki otuz yıl içinde termodinamik çöküş hızlanacak.”
“E-Evet. Not aldım. Peki ne yapmamız gerek? Bir öneriniz var mı?”
“Önümüzdeki otuz yılda yeni bir evren bulmak zorundayız.”
“Yeni bir evren mi? Ama Danışman..Yer altına çekilmeden önce en fazla Mars’a gidebilmiştik!”
“Şimdi o da yetmez. Başka yıldızlar ya da galaksiler de olmaz. Hepsi soğuyacak.”
“E-emin misiniz?”
“Hesapları görmek ister misin? Belki kontrol etmek istersin?”
“Ha-hayır. Öyle demek istemedim. Ne haddime..Ama ne yapacağız? Bir yol var mı?”
“Not alıyordun? Yeni bir evrene geçilecek. Termodinamik ömrü olan bir evren. Çok dikkatli olunmalı. Bizimki gibi yaşlı sonsuz tane evren var..”
“Ama genç evrenler de var değil mi?”
“Var. Onlar da sonsuz sayıda tabii. Sence rastgele sıçransa yedi milyar yıldan genç bir evrene düşme olasılığı ne olurdu?“
“Bilmem..Yüzde elli mi?
“Yüzde yirmi yedi buçuk.”
“D..düşükmüş.”
“Düşük mü? Ölümüne bir milyar yıl kalmış yaşlı bir evren işimizi görmez miydi sence?”
“Ben..bilmiyorum. Görürdü galiba.”
“Neyse sen notlarını aldın. Ne yapacağını biliyorsun.”
“Aslında tam değil. Bunu bildireceğiz tabii. Ama insanlık ne yapacak? Sıçrama dediğiniz şey ne?”
“O kolay. Biraz iş var tabii. Ama mümkün.”
“Nasıl?”
“Basit bir ilkeyle. Enerjinin korunumu. Güçlü jeneratörler gerekecek. En az yüz bin terawatt. Biraz daha tünel kazacağız. Kırk kilometre çapında bir dairesel oda. Yüksekliği on metre. Sütunlar olacak tabii. Hacmini hesaplayabilir misin?”
“Evet.”
“Biraz alet edevat. Bobinler, mıknatıslar. Kurşun, altın, gümüş. Birkaç ton gerekecek. Nadir elementler var. Yeryüzüne çıkmak gerekecek. Bir mikro tekillik yaracağız. Dünya’yı yutacak kadar.”
İsmet hayretle kalın camların ardında arada sırada kırpılmaktan başka bir hareket yapmayan gözlere bakıyordu. Kalın alt ıslak dudaktan salya uzuyordu. Silse miydi?
“Sonrasını enerjinin korunumu halledecek. Dünya’ya karşılık gelen enerji tekillikte uzun süre duramayacak. Yok da olmayacak. O zaman başka bir evrene kusulacak. Yüzde seksen iki olasılıkla en az üç milyar ömrü olan bir evrene.”
“Evet.”
“Şimdi dediklerimi insanlara ilet. Ben de tekilliğin planlarını hazırlayayım.”
İsmet’in aklına sorular doluşmuştu. Hiç birini sormaya cesaret edemedi. Cebinden bir kağıt mendil çıkararak Danışman’a doğru eğildi. “İzninizle.”
Alt dudağı ve öndeki elektronik paneli sildi. Mendil elinden düştü. Almak üzere sandalyenin altına eğilince kabloyu gördü. Ucunda yerinden çıkmış bir soket vardı. Diğer ucunu bulmak üzere gözleriyle kabloyu takip etti. Kablo sandalyenin oturağının altından arkaya geçiyor, oradan yukarı çıkıp Danışmanın boynunu yasladığı aparata giriyordu. Bu, beyin sinyallerini bilgisayara gönderen kabloydu ve yerinden çıkmıştı!
“Danışman affedersiniz. K-kablo yerinden çıkmış. Takabilir miyim?”
“Hangi kablo?”
“Yastığınızın kablosu.”
“Tak hemen.”
İsmet soketi kolaylıkla yerine oturttu. “Tamam.”
“Teşekkürler Aleks.”
“İsmet..Ben İsmet.”
“Teşekkürler İsmet.”
“İzninizle.”
Elinde defteri odadan çıktı. Soyunma odasında dalgın dalgın tulumunu çıkarttı. Şaşkınlık, gurur, endişe içindeydi. Çok önemli bir mesaj almıştı. Danışman onları yaşadıkları ölmekte olan evrenden kurtarabilecek miydi? Buna hemen hiç kuşkusu yoktu. Tekillik dediği her neyse onu kusursuzca planlar, yaptırırdı. Biri düğmeye basında hop başka bir evrene gidiverirlerdi. Ama geçiş nasıl olacaktı? Bu önemli haberi ileteceği için gururluydu. Yarın herkes şimdi sadece kendisinin bildiği şeyi konuşuyor olacaktı. Tüyleri diken diken oldu. Odadan çıkıp tram platformuna girdi. Elinde sıkı sıkı tuttuğu defter vagona yerleşti. Kontrol panosunda üzerinde Ofis yazan düğmeye bastı. Araç kendinden emin takırtılarla geldiği tünellerden ilerleyerek ana tünel hattına katıldı. Yirmi dakika sonra aynı yöne tek sıra halinde akan vagon konvoyundan başka bir tünel hattına ayrıldı. Yol boyunca huzursuzluğunun nedenini düşündü. Evrenin ölümü müydü bu? Danışman’ın ikide bir onu Aleks diye çağırması mıydı? Temizlikçilerin dikkatsiz hareketlerinin kabloyu yerinden sökmüş olması mıydı? Ya mendili almak için eğilmemiş olsaydı? Ya soketin çıktığını fark etmemiş olsaydı? Ne olurdu o zaman? Gerçekten ne olurdu? Danışman görüşme sırasında rahatça konuşmamış mıydı? Kablo tam görüşme bittiği anda yerinden çıkmış değildi herhalde. Kaldı ki soketi elinde tutarken Danışman konuşmaya devam etmiş tak hemen demişti. Oysa konuşması o kablodan aktarılan sinyaller sayesinde gerçeklemiyor muydu? Yarım saattir onu huzursuz eden şey buydu. Belki kabloya ihtiyaç kalmamıştı. Ama o zaman Danışman neden tak hemen demiş olabilirdi?
Ofisler platformunda vagondan indi. Dar koridorlardan odasına yürüdü. Defteri masasına atıp Aleks’i aradı. Telefon hemen açıldı.
“Demek geldin. Danışman neler söyledi bu kez?”
“Odana geliyorum. Konuşalım.”
2
Aleks notları incelerken İsmet onun ince ama gergin yüzüne geriye özenle taranmış saçlarına baktı. Arkadaşı gerçekten gençleşmiş görünüyordu. Einstein treni işe yarıyor olmalıydı. Belki korkusunu bir yana bırakıp o da büyük trene binmeliydi.
“Büyük haber bu. Büyük iş. Akıl almaz.” dedi Aleks.
“Evet.”
“Danışman hiç yanılmadı. Bizi hep felaketlerden kurtardı.”
“Evet.”
“Onun sayesinde yer altında güvendeyiz.”
“Göktaşları inmeye başladığı zaman biz buradan güvenle seyredeceğiz.” dedi İsmet.
“Evet.”
“Ne zaman?”
“Yakın olmalı.” dedi Aleks. “Danışman’a göre olasılık bulutuna girdik.”
“Olasılık bulutu evet.”
“Bunu da başaracağız. Tekillik dediği şeyi. Yaparım diyorsa yapar.”
“Evet.”
“Yarın mecliste beraber açıklarız.”
“Tamam.”
İsmet çıkmak üzere kalktı.
“Ha bu arada. O kablo konusunda yanılıyorsun.”
“Nasıl?”
“Yastığın kablosunu taktım dedin ya. O olmadan konuşamaz.”
“Konuşuyor. Belki başka bir teknoloji kullanıyordur. Kablosuz falan?”
“Kablosuzları Danışman bile kullanmaz unuttun mu? Hem öyle bir şey olsa bizden başka kim bilecek?”
“Yastığın kablosu yerinden çıkmıştı. Bundan eminim.”
“Ben de yanıldığından eminim. Başka bir şeyin kablosudur o.”
3
Ofis platformunda vagondan inerken heyecanlıydı. İlginç ve hareketli bir hafta geçirmişlerdi. Meclis’te Danışman’ın termodinamik ölüm öngörüsünü beraber açıklamışlardı. Büyük gürültü kopmuş hararetli tartışmalar yaşanmıştı. Kimse öngörüye itiraz etmiyordu elbette. Ama proje ekibinin kurulması, fon sağlama, denetim, kamuoyu bilgilendirme işlerine Danışman karışmazdı. O istediğini söyler, Kurtulanlar bir şekilde bunu yapardı. Bu sayede sürekli kurtuluyorlardı.
Ama haftayı dolduran tek gelişme bu değildi. Kablo meselesi de ilginç bir durum almıştı. Aleks’le birlikte ertesi gün Saray’a gitmişler Danışman’la görüşmüşlerdi. Aleks önceki günkü kablo arızasını kontrol bahanesiyle eğilip İsmet’in yerine taktığını iddia ettiği fişi usulca sökmüş ama Danışman konuşmaya devam etmişti. Yastıktan bilgisayara giden başka bir kablo olup olmadığını dikkatle incelemiş ama bulamamıştı. Beyinden gelen sinyaller bilgisayara nasıl aktarılıyordu? Fişi boşta bırakarak Saray’dan ayrılmışlardı. Aleks durumu açıklığa kavuşturmak üzere yukarıdan Nejat’ı çağırmak konusunda ısrarcı olmuştu. Sistemi o kurmuştu. Nasıl çalıştığını o biliyordu. Bunun üzerine yukarı bir ajan gönderilmiş Nejat’ı laboratuvarından gizlice getirmişlerdi. Durum ona anlatılınca gelmeye itiraz etmemişti. Danışman’ın yanına sistem bakım teknisyeni kılığında girmiş, odada Aleks ve İsmet olduğu halde bir saat kadar çeşitli testler yapmış veriler toplamıştı. Bir gün de veriler üzerinde çalışmak için izin istemişti. Raporu bu gün onlarla paylaşacaktı. Ofisteki toplantı odasına yürürken Aleks’le karşılaştı. Toplantı odasına beraber girdiler. Nejat’ın yüzünde gizlemeye çalışmadığı garip bir gülümseme vardı. Önünde bir dosya, yer altına gizlice indirdikleri bir de bilgisayar duruyordu. Karşısına oturdular. Aleks boğazını temizledi. “Nedir sence durum?”
“Durum çok ilginç Aleks. Çok çok ilginç.”
“Gizemi bir tarafa bırak da söyle neler oluyor?”
“Önce sen söyle. Evrenin termodinamik ölümünün otuz yıl içinde başlayacağı, başka bir evrene gidilmesi için tekillik inşa edileceği haberleri doğru mu?”
“Evet. Geçen hafta açıklandı. Danışman’ın son kehaneti.”
Nejat’ın alaycı gülümsemesi iyice belirginleşti. “Ne yapacaksınız bunun için?”
“Tekillik inşa edeceğiz. Danışman mümkün diyorsa mümkündür. Sen bizim yeraltına inemeyeceğimizi iddia etmiştin.”
“Bunun teknik olarak mümkün olmadığını söylemedim. Aptallık olduğunu söyledim. Burada fareler gibi yaşıyorsunuz. Hala göktaşı bekliyorsunuz.”
“Gelmiyor mu? Büyük Piramit’e düşmedi mi?”
“Her yıl milyonlarca göktaşı Dünya’ya da milyonlarca noktaya düşer. Büyük Piramit de o noktalardan biri.”
“Danışman piramitlerde taş üstünde taş kalmayacak dedikten sonra oraya düşmesi tesadüf mü?”
“Evet.”
“Bunu tartışmayalım. Biz burada mutluyuz. Siz kafanıza güneş ışığı yerine taş yağana kadar keyfini çıkarın. Bize burada neler olduğunu söyle!”
“Yaptıklarınız bizi etkiliyor. Toplumun çoğunu yatalak bir adamın fantezilerine esir ettiniz. Yüzeyde kalan bir avuç insanın telsiziyle, ışığıyla uğraşıyorsunuz.”
“O sizin de güvenliğiniz için.”
“Şimde de tekillik inşa edeceksiniz?”
“Evet.”
“Ne yapacak bu tekillik?”
“Nejat bak. Bırak bunları. Çıkık kablonun gizemi nedir? Onu sen inşa ettin. Başka kimse de dokunmadı. Telsiz sistemi mi?”
“Hayır. Telsiz yok. Sinyaller kablodan iletilmek zorunda.”
“Ama kablo çıkık?” dedi İsmet.
“Evet. Hem de uzun zamandır. Kütük kayıtları iki yıl yedi ay on iki gün üç saat diyor.”
“O zamandan beri nasıl konuşuyor o halde?” dedi Aleks sabırsız bir tonda.
“Konuşmuyor.”
“Ne demek konuşmuyor? Onun danışmanlığında inşa ettik her şeyi.”
“Öyle sandınız.”
“Ne demek öyle sandık? Sandalye hopörlörlerinden çıktı sözleri.”
“Bu Danışman’ın konuştuğu anlamına gelmez.”
“Kim konuştu o halde?” dedi İsmet.
“Bu doğru soru. Şu kablonun ucunda kim varsa o!”
Nejat’ın işaret ettiği yere baktılar. Güç kablosunu gösteriyordu. Kablo zeminden uzanıyor, bir düzenleyici üniteye giriyor oradan çıkıp şebekeye bağlanıyordu.
“Güç kablosu bu?” dedi Aleks.
“Sinyaller buradan geliyor. Kablo elektrikle birlikte dijital sinyaller iletiyor.”
İsmet de Aleks de şüphe ve şaşkınlık dolu yüzlerle bakıyorlardı Nejat’a.
“Daha açık konuşayım. Sisteme virüs girmiş. Yedi buçuk yıl önce. Siz daha yer altına inmemiştiniz galiba. Neyse virüs çeviriciyi ele geçirmiş. Kontrolü de kim olduklarını bilemeyeceğim birilerine vermiş. Elektrik şebekesinin bir ucundaki birilerine. Belki sadece bir kişi.”
“B-bi dakika bir dakika. Sen ne dediğinin farkında mısın? Yedi küsur yıldır Danışman değil miydi konuşan?”
“Değildi.”
“Saçmalama.” dedi İsmet. “Tabii ki o konuşuyordu. Bize bütün bu direktifleri o verdi!”
Nejat dudaklarını bıkkınlıkla büzdü. “O vermedi.”
“O verdi. Telsizleri onun tavsiyesiyle yok ettik.”
“O değildi.”
“Kargaları öldürttük çok zekiler diye. Bilgisayarları hayatımızdan çıkardık. Yoksa Dünya’yı ele geçireceklerdi. O dedi ya bunları? Öyle değil mi Aleks? Sen yıllardır büyük gençlik trenine o dediği için binmiyor musun?”
Aleks İsmet’i duymazdan geldi. “Bundan emin misin?”
“Gözlerinizle görünüz ya. Fişi çıkmış ama konuşmaya devam ediyor. Virüsle ilgili çalışma biraz teknik. İsterseniz bakabilirsiniz.”
“Emin olmamızın başka bir yolu yok mu?”
Nejat birkaç saniye düşündü. “Var.”
4
Ertesi gün Saray’a gittiler. Aleks 12 voltluk bir çanta akü de getirmişti. Tulumlarını giydiler. İsmet Danışman’ın kapısını tıklattı.
“Girin.”
İçeri girdiler. Aleks öne çıktı. “Danışman. Sandalyenizde elektrik kaçağı var. Onarılması gerekiyor. İzninizle.”
“Onarın tabii. Tekillik merkezi çalışmaları nasıl gidiyor?”
“Harika. Komisyonlar kuruldu. Teknik ekip seçimleri devam ediyor. Hiç merak etmeyin.”
“Güzel. Güzel.”
Nejat bu arada güç fişini çekti. “Boşuna zaman harcıyorsun. Konuşan belki de on beş yaşında bir velettir.”
İsmet irkildi. Dehşetle Nejat’a baktı. “Saygısızlık etme!” dedi yarı fısıltıyla. Nejat gülümsedi. Aküyü bir çift probla sandalyeye bağladı. Kendi bilgisayarını da bir ara kabloyla sandalye bilgisayarına bağladı. Birkaç tuşa bastı. “Oooo. Burası casus yazılım kaynıyor. Bir kişi değil arkadaki. Bir dakika. Hop. Şimdi hepsi gitti. Kart fabrikadan çıktığı günkü kadar temiz.”
Sonra kendi bilgisayarını sistemden ayırdı. Yastığın kablosunu sandalye bilgisayarına bağladı.
“Artık Danışman’ı dinleyebiliriz.”
Aleks saygılı bir tavırla Danışman’ın baktığı yöne doğru eğildi. “Danışman..Nasılsınız? Şu tekillik merkezinden konuşuyorduk?”
İsmet kusursuz sessizlikte bir kaç saniye iyice yükselmiş nabzının kulaklarındaki uğultulu atışlarını dinledi. Sonra hopörlörden tiz dijital bipler geldi. Birkaç saniye sessizlik oldu. Sonra sert bir çıtlama. Ardından anlamsız uzun bir hece; “RRRRRRRRRRRRRRRRRRRR..”
“E efendim?”
“SSSSSSSSSSSSSSSSSSSSSSSSSS..”
Aleks neler oluyor dercesine Nejat’a baktı.
Nejat başını bilmiyorum anlamında salladı. “Uzun süredir iletişim kurmuyor sizinle. Delirmiş bile olabilir.”
“Danışman iyi misiniz?”
“RRRRRRRRRRRRRRRRİ SSSSSSKALRRRRRRRRR.”
“Efendim?”
“GRRRRRRRRRRİ ZKALLRRRRRRR!”
“Galiba geri zekalılar demeye çalışıyor.” dedi Nejat.
“DAANGLAK!”
“Bu dangalak galiba.” dedi İsmet.
“BBYİNSZ ÖTZÇLERRLERR.”
Aleks panoda bir düğmeyi çevirdi. “Sesi kıssak iyi olacak.”
“Son söylediğini anlamadım.” dedi İsmet. “İkinci kelime..İlki beyinsiz..”
“Tamam İsmet biz de o kadarını anladık.” dedi Aleks. Nejat’a döndü. “Çok teşekkürler. Gerisini biz hallederiz. Danışman biraz öfkeli.”
“Zevkti. Şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz?”
“Hazırlanmamız gereken bir termodinamik ölüm var değil mi İsmet?”
İsmet’in bakışları donuklaşmıştı. “Danışman değilmiş! Ama nasıl? Onca şey? Yer altı şehri? O kadar şey yaptık.
“İsmet iyi misin?”
“Değilim. Sen iyi misin ki?”
“Fena değil.” dedi Aleks.
“Yıllardır bu tünellerde bir yalan uğruna mı yaşıyoruz?”
“Tabii ki hayır.”
“A-anlamadım. Hepsi yalan değil miymiş? Danışman değilmiş ki konuşan!”
“Konuşan Danışman’dı İsmet. O sesler onun sandalyesinden geldi. Sandalye onun bir parçası. Bilgisayar onun bir parçası. Düşüncelerin beyninden mi başka bir yerden mi geldiğini biz bilemeyiz. Bilmek zorunda da değiliz.”
“Biliyoruz. Her şey yalanmış. Bu-bu bir skandal!”
“Hşşş sakin ol. Skandal falan yok. Asıl skandal bunlar duyulursa patlar. Bizim başımıza patlar. Bu yüzden her şey aramızda kalmalı! Eğer birileri bunu öğrenirse Kurtulanlar halkı derimizi yüzer.”
İsmet ve Nejat hayretle baktılar Aleks’i yüzüne.
“Nasıl yani bunu açıklamayacak mıyız?”
“Sen istersen açıkla. Özür dile. Hayatlarınızı yıllardır birkaç sivilceli çocuk yönetiyordu yeni fark ettik de. Güzelim güneşli günleri terk etmemiz bir şakaydı de. Karga soykırımını boşuna yaptık de. Seni durduramam. Ben ortadan kaybolduktan sonra istediğini yap.”
“Siz açıklamazsanız ben açıklarım!” dedi Nejat.
“Sana inanmazlar. Bugüne kadar inanmadılar. İnanırlarsa senin de derini yüzerler. Bu sandalyeyi yapan ekibin başındaydın. Senin teorin kullanıldı.”
“Virüs koruma programı kullanmayan sizdiniz.”
“Danışman bilgisayar kullanımını yasaklamıştı. Unuttun mu?”
“Yasaklayan Danışman değildi ama önemi yok. Bu işin sorumluluğunu bana yıkabileceğini mi sanıyorsunuz? Onu dinleyen, dediklerini yapan sizdiniz. Ben sürekli uyardım. Yüzlerce kayıt beni destekler.” dedi Nejat. Çantasını toplamaya başladı. “Üstelik bu skandalı ortaya çıkaran da benim.”
“Herkes eleştirilerini değil sandalyeyi senin yaptığını hatırlayacak. Sorumluluk bizim gibi bir iki silik elçiye yıkılamayacak kadar büyük. Ceza halkasına ilk gireceklerden olacaksın Nejat. Buraya giriş çıkış kayıtların bulunacak. Seni yargılayıp hapse atacaklar. Ömür boyu.”
“Beni siz çağırdınız! Virüsü ben buldum!”
“Kim dinler bunu? Gerçeğin önemi yok. Anlamıyor musun? Bu insanlar yıllarca yer altında yaşadılar. Derileri beyazladı. Çim kokusuna hasret kaldılar. Köstebeklere döndüler. Sadece seni beni değil, tamamen ilgisiz yüzlerce kurban da isteyecekler. Belki seni yargılanmadan linç ederler.”
Nejat çantası elinde birkaç saniye yere sonra Aleks’e baktı.
“Canınınız cehenneme o halde.” Kapıya doğru yürüdü.
“Kararın nedir?”
Nejat döndü. Aleks’e, sonra Danışman’a baktı. Çantasından bir keski çıkartıp yere attı.
“Şu kabloyu kesin. Temizlikçilerden biri takmaya kalkmasın.”
Nejat çıktı. İsmet de arkasından dalgın dalgın kapıya doğru yürüdü.
“Sen nereye İsmet?”
“Eve. Biraz uyusam iyi olacak.”
Aleks yerdeki keskiyi eğilip aldı. “Bence gitme de tekillik merkeziyle ilgili çalışalım.”
“Nasıl yani?”
Elinde keski Danışman’ın yanına yürüdü. “Bir inşaat yapılacak değil mi? Çok hevesliler hem. Yapmalarına yardım edelim. En az yirmi yıl sürer bu. Uzun bir süre! Yirmi yıl ağzımızın içine bakacak bir halk. Ne dersen yapacaklar. Ne diyeceğimize de biz karar vereceğiz. Ne diyorsun?”
“Danışman söylemiş gibi.” dedi İsmet.
“Danışman söylemiş gibi.” dedi Aleks. Yere oturdu. Danışman’ın gözlerine bir iki saniye baktı. Kalın camların arkasında gri göz bebeklerinin üzerindeki kirpikler titredi, gözler kırpılacak gibi oldu. Çok ilginçti. Sesi açsa Danışman’ın ağza alınmayacak küfürler ettiğini çığlıklar attığını duyacaktı. Ama gözler, kirpikler hariç doldurulmuş bir hayvanınkilerden farksızdı. Yastığın soketini yuvadan çıkarttı. Ucunu keskiye yerleştirdi. Bu kez İsmet’le göz göze geldiler. İsmet bir şey söyleyecek gibi oldu ama söylemedi. Aleks kabloyu kesti.