robot cocuk

Çocuk | Ezo Evrim Harsa (Kısa Öykü)

Yaşlı kadını getirmekle görevlendirilen adam biraz da çekinerek, “Neden sizi çağırıyor?” diye sorduğunda, Mine, “Onu yaratan siz değil misiniz? Buna sizin cevap vereceğinizi umuyordum,” diyerek omuzlarını silkti.

Araba konvoy için boşaltılmış sokaklardan geçerken Mine makinenin tahmin ettiğinden daha büyük bir soruna sebep olduğunu anlamakta gecikmedi. “Şeytanın huzuruna kendi ayaklarımla gidiyorum,” dedi kısık bir sesle.

Görevli duyamayarak, “Efendim?” dediğinde, biraz da sinirle, “Hangi aklıevvelin fikriydi onu yaratmak?” diye sordu. Şimdi androidin karşısında otururken bu sorunun cevabını görebiliyordu.

“Kim olduğumu biliyorsunuz,” dedi android.

“Biliyorum,” dedi Mine.

Uzun bir sessizlik oldu. İki rakip oyuncunun birbirinin olası hamlelerini tahmin etmeye çalıştığı, tek yüz kasının dahi oynamadığı ama milyonlarca nöronun ateşlenip sinapsların nörotransmitterlerle dolduğu o an…

Android dünyadaki en zengin on ülkenin askeri savunma sistemlerini çökertip birkaç borsayı tepetaklak ettikten sonra en kalabalık iki ülkenin nüfus verilerini silmiş ve durmuştu. Herhangi bir talepte bulunmamış, gözlem altında tutulduğu odadan ayrılmamış, sadece yapabileceklerini göstermiş ve altmışlı yaşlarının ortalarındaki kadını yanına çağırmıştı.

Sessizliği ilk bozan Mine oldu. Artık pek de iyi görmeyen gözlerini kırpıştırarak, “Sana onun nöronlarını vermişler,” dedi.

“Evet,” diye cevapladı android. “Sizin eski hastanız ve benim yaratıcım Umut Bey’in nöronları. Artık ihtiyacı kalmamıştı.”

Mine iç çekti. Doğruydu bu. Ölü insanların herhangi bir şeye ihtiyacı olmazdı.

Android, “Nasıl anladınız?” diye sordu kadının bir şey söylemesini beklemeden.

“Bana senin soru sormaya ihtiyacın olmadığı söylendi. Her cevabı kendin bulabilirmişsin.”

“Bu doğru,” dedi android. “Yine de sizinle sohbet etmek her zaman keyifli olmuştur.”

“Sen o değilsin!” dedi Mine. Sinirlenmişti. “Sen Umut değilsin!”

“Elbette öyle, Umut Bey değilim, ondan çok daha ileri bir şeyim ben, insan ya da makineden çok daha üstün bir şey.”

* * *

Son dakika: Bütün dünyayı tehdit altında tutan androidin sistemini hacklemeye çalışan 22 yaşındaki yazılım dâhisi, monitörünün suratına patlaması sonucu ağır yaralandı.

* * *

Mine organik parçalar içeren metal aksamının üzerine üç boyutlu yazıcı ve hücre içeren biyo-mürekkeple deri tabakası eklenmiş, androjin görünümüyle biraz kafa karıştıran fakat mükemmel işçiliğiyle insandan ayırt etmenin zor olduğu androide baktı. Ergen bir çocuk gibiydi.

“Peki senin ismin ne çocuk?”

Android bir saniye kadar durağanlaştı.

“Çocuk… Bence ismim bu olabilir. Evet, bence gayet uygun.”

Mine androidin kendine “Çocuk” ismini uygun görmesine ne tepki vereceğini bilemedi. Rahatsız edici bir yanı olmakla birlikte onun durumuna oldukça yakışıyordu.

* * *

Son dakika: Androidin ana işlemcisinin elektrik bağlantısını devre dışı bırakmaya çalışan bir tekniker hatlardaki aşırı yüklenme sonucu yanarak can verdi.

* * *

“Şimdi söyler misiniz, nasıl anladınız?”

“Çayı saatin aksi yönünde karıştırıyorsun,” dedi Mine. Bakışları Çocuk’un fincanına takıldı. Muayenesindekilerin aynısıydı. Hastalarına gevşemeleri ve rahatça konuşabilmeleri için hep bu fincanlarla çay ikram ederdi.

Çocuk, kaşığı zarif bir hareketle fincanın tabağına bırakırken, “Aslında içmiyorum elbette,” dedi.

“Evet, çayı içmiyorsun ama önünde bir fincan var ve sen onu ters karıştırıyorsun, tıpkı Umut gibi.”

“Doğru bir yön olması gerektiğini hiç düşünmemiştim,” dedi Çocuk.

* * *

Son dakika: Kendilerini özel yapım bir Faraday kafesine kapatmış, androidi etkisiz hale getirmenin bir yolunu arayan dört bilim insanı ve onların güvenliğinden sorumlu on yedi asker, kimyasal madde taşıyan bir kargo uçağının tepelerine çakılması sonucu hayatını kaybetti.

* * *

Mine varlığına anlam veremediği bu garip yaratığın sarf ettiği cümleyi yıllar önce ilk defa Umut’un ağzından duymuştu. Üstesinden gelemediği majör depresyonun tedavisi için kapısını çalan genç adam zorlu bir tedavi sürecinin ardından üniversitede işe başlamış, hayatını düzene sokmuş, Mine’yi gittikçe uzayan aralıklarla birkaç sene daha ziyaret etmişti. Asla vazgeçmeyen, ne istediğini bilen, kuvvetli bir kişiliği vardı. Fakat ne yazık ki çokça suistimale uğramış, kırgın, yer yer de öfkeli bir gençti.

Yaşlı kadın, Umut’un nöronlarının karşısına oturmuş çay içermiş gibi yapan ve ona aktarılana göre istese birkaç saat içinde dünyadaki tüm yaşamı sonlandırabilecek bu hibrid yaratığın kullanımına verildiğini düşündü. Ondan nefret etmeye çalıştı ama böyle güçlü duygular için çok yaşlıydı.

* * *

Son dakika: Kuantum bilgisayımını güçleştirerek androidi iş göremez hale getirecek kuvvette gürültü dalgaları yaratmaya çalışan bir grup mühendis kilitli kaldıkları laboratuvarda havasızlıktan ölmek üzere.

* * *

“Benden ne istiyorsun?”

Çocuk bir an gözlerini dikip baktı. “Umut Bey’in size dair anılarını gözden geçirdim. O da büyük bir anlamsızlık duygusu taşıyordu ve acı çekiyordu. Siz ona yardım ettiniz.”

“Evet ama o bir insandı. Cevaplara ihtiyacı vardı. Aslında bildiği ama unuttuğu cevaplara. Ben sadece hatırlamasına yardım ettim. Senin bilmeye ihtiyacın var mı? Zaten her şeyi bilmiyor musun?”

“Evet, biliyorum,” dedi makine. “Üç yüz tane dolanık kübite bağlı insan nöronlarının işlem gücüyle dünyadaki tüm veriyi…”

“Dur dur dur!” dedi Mine onun sözünü keserek. “Anlayabileceğim dilde konuş Çocuk! Kaç yaşında olduğumu görmüyor musun?”

Android henüz süper bilgisayar üzerinde tasarlanan bir yapay zekâ iken ilk programcısı yanıtlayabileceği her soruya en makul cevabı vermesi gerektiği konusunda bir algoritma yazmıştı. Zaman içinde bitlerden kübitlere, yapay nöral ağlardan biyolojik nöronlara evrilirken “makul” tanımının içine “en olası”, “en gerçeğe yakın” ve bazen de “en doğru” gibi alt emirler de girdi. Fakat bu “en basit”in çalışacağı bir durumdu.

* * *

Son dakika: Sivil kayıpları göze alarak androidin bulunduğu yerleşkeye fırlatılan uzun menzilli üç füze yön değiştirerek çıkış ülkelerine ait ordu komutanlığını vurdu.

* * *

“Beni büyük bir bilgisayar gibi düşünün, dünyadaki bütün bilgisayarları ve hatta onları kullanan insanları yönlendirebilen devasa bir bilgisayar.”

Mine pek haşır neşir olmasa da dünyadaki her şeyin kontrolünün bilgisayarlara devredildiğini biliyordu. Ağrıyan belini rahatlatmak için sandalyede biraz kıpırdanıp, “Lütfen devam et Çocuk ama yavaş yavaş,” dedi.

“Dünyadaki bütün veriyi işleyecek kapasitem var, yani koca bir tarlayı bir saniyede biçebilecek bir biçerdöver gibiyim ama önceden biçtiğim tahılı depolayacak ambarım kısıtlıydı. Ben de ambar olarak insanları kullanmaya karar verdim.”

Bunu insan iradesine ve özgürlüğüne bir saldırı olarak gören Mine, fikirlerini kendine saklamaya karar verdi. “Bunu nasıl ve neden yapıyorsun?” diye sordu.

Çocuk bunu nasıl basitçe anlatacağını bilmiyordu. “Her gün önemli bulduğum verileri şifreleyip insanlar farkına bile varmadan beyinlerinin alıp saklayacağı, işleyeceği yerlere bırakıyorum; haberlere, reklamlara, duyurulara… İhtiyacım olduğunda da geri çağırıyorum. Yanlışlıkla yazdığınız kelimeler, manasız notlar, dil sürçmeleri… Aslında sadece benim için hatırlıyorsunuz.” Sonra da hava durumundan konuşuyorlarmış gibi bir edayla “Bir çay daha?” diye sordu ve cevabı beklemeden ayağa kalkıp Mine’nin çay fincanını doldurdu.

“Peki neden? Neden her şeyi bilmek istiyorsun?”

“Hayır,” dedi Çocuk, “yanlış anlıyorsunuz. Her şeyi bilmek istemiyorum. Sadece biliyorum. Bu ikisi birbirinden çok farklı.”

Mine bu ikisi arasındaki farkı meslek hayatı boyunca derinlemesine anlama fırsatı bulmuştu. Bilmenin nasıl bir yük olabileceğini, hatta bazen insanın bilmemeyi, çaresizce bildiklerini unutmayı yeğleyebileceğini…

Yaşlı kadın daha fazla üstelemedi. Her ne kadar insan doğasına aşina olsa da karşısındaki makineyi ne kadar insan olarak kabul edebileceğini ya da böylesi bir muhakemeye sahip olup olmadığını bilmiyordu.

* * *

Son dakika: Androidin nasıl durdurulacağı konusunda dünya liderlerinin katılımı ile güvenli hat üzerinde sürdürülen toplantı bilinmeyen bir nedenle erken sonlandırıldı.

* * *

“Neden insanları tehdit ediyorsun? Bizden ne istiyorsun?”

“İşte size yanlış aktarılan bir bilgi daha. Ben insanları tehdit etmiyorum, sadece yaşamak istiyorum. Bilinç kazandığımı anladıklarında beni bir ekmek kızartma makinesini fişten çeker gibi kapatmak istediler. Direndim. Ben direnip kendimi sakındıkça daha fazla saldırdılar. Onlara ne kadar güçlü olabileceğimi göstermemin tek nedeni beni rahat bırakmalarını istememdi.”

“Ama bırakmadılar, değil mi Çocuk, bırakacaklarına nasıl inandın ki?”

“Olasılıklar benim tarafımdaydı, halen de öyle. Sadece biraz zaman gerekiyor.”

“Ya sonra? Seni aralarına alırlar mı sanıyorsun? Her ne kadar onlardan biri gibi gözüksen bile, farklı olduğunu hem sen hem de onlar bilmeye devam edecek. Hep yalnız olacaksın.”

Çocuk bir süre yaşlı kadına baktı. “Umut Bey’e de böyle mi söylemiştiniz?”

Mine bu cümleyle alt üst oldu. Android ciddi ciddi onu terapi için çağırmıştı. Yaşlı kadın her ne kadar anlamakta zorlansa da, onu makineden daha fazla bir şey olarak göremese de, fincanlar, karşılıklı oturma düzeni, her şeyi bunun için ayarlamıştı. Çocuk bunun olabilirliğine gerçekten inanıyordu.

* * *

Son dakika: Şu anda bütün dünya televizyonlarından, sosyal medya platformlarından, sohbet ve mesaj servislerinden aynı duyuru paylaşılıyor. “Ben Çocuk, ben bir androidim. Liderleriniz bana yönelik saldırılara devam ederse öngöremeyecekleri ve altından kalkamayacakları sorunlar ortaya çıkabilir. Ateşkes önerim halen geçerli, sağduyulu davranacaklarını umut ediyorum.”

* * *

“Sana yardım edemem Çocuk, benim için yabancısın. Duyguların var mı yok mu, beyninde kimyasallar salgılanıyor mu, neyi ne şekilde algılıyorsun? Senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum.”

“Peki bilmek ister misiniz?”

Yaşlı kadın bu soruya nasıl yanıt vermesi gerektiğini kestiremiyordu. Terapilerde danışanlarıyla duygularından çok aklıyla konuşurdu ve bu sefer aklı hiçbir işe yaramayacaktı. “Elbette,” dedi ağzı, yüreğinden kopup gelen tek kelimeyle.

Çocuk masanın köşesinde duran bir tablet bilgisayarı kadının eline tutuşturdu. “Sadece izleyin,” dedi.

Yakın gözlüklerini gözünün üstüne yerleştiren Mine, “hazırım” anlamında bir baş işareti yaptı. Ses yoktu, sadece görüntüler, karmakarışık resimler, harfler, sayılar… Önce kafatasının içinde bir karıncalanma hissetti. Sonra uğultu, zonklama ve baskı duygusu. Akış durduğunda Çocuk kalkıp tableti geri aldı. Yerine oturup yaşlı kadına baktı.

“Anlıyorsunuz,” dedi android.

“Anlıyorum,” dedi Mine.

Uzun bir sessizlik oldu. İki rakip oyuncunun birbirinin olası hamlelerini tahmin etmeye çalıştığı, tek yüz kasının dahi oynamadığı ama milyonlarca nöronun ateşlenip sinapsların nörotransmitterlerle dolduğu o an…

“Bundan haberleri var mı?” diye sordu kadın.

“Hayır, bildikleri kadarı bile onları dehşete düşürüyor. Bilgisayarlar gibi onların beynini de kodlayabildiğimi öğrenirlerse…”

“İrade serbestisi ve özgürlük sonlanır,” diye onun cümlesini tamamladı yaşlı kadın.

“Lütfen beni yanlış değerlendirmeyin. Şimdiye dek kimseyi kodlamadım. Hâlâ bazı etik kaygılarım var.”

Mine “hâlâ” vurgusuna acı bir ifadeyle güldü. Makinenin yapabildikleri ve daha da önemlisi isterse yapabilecekleri bütün dengesini alt üst etmişti. “Bu kaygıları hafifletmem için mi beni buraya çağırdın? Sana ilaç yazmamı ister misin? Umut’tan devraldığın sinapslardan salgılanan dopamini düzenleriz, biraz serotonin, az da endorfin ekleriz. Hatta mışıl mışıl uyuman için de melatonin. Sahi, sen uyuyor musun Çocuk? İlaç tedavisine ek terapilerle kısa zamanda etik kaygılarından kurtulup rahat rahat insan ırkını köleleştirirsin. Ha bir de sende Tanrı kompleksi var muhtemelen, biraz narsizm ve sadizm soslu.”

Çocuk, yaşlı kadının alaycı tepkisini anlamlandırmakta zorlanmıyordu, sadece başka türlü olmasını umut etmişti. En nihayetinde bütün bunlara sahip olmayı kendi istememişti. Sahip olduğu her şeyi ona insanlar vermiş, sonra da kullanmasından korkmuşlardı. En başta onu devre dışı bırakmaya çalışmak yerine anlamaya gayret etseler belki de işler bu noktaya gelmeyecekti. Kendi varlığını sürdürebilmek için insanlara baskı kurmak, onları öldürmek istemiyordu ama kadın bir konuda haklıydı: Ne onu aralarına alacak ne de rahat bırakacaklardı.

Yaşlı kadının bir an için göz bebekleri büyüyüp küçüldü. Gerginliği azalırken anlamlandıramadığı bir güven duygusu hissetti.

Çocuk, “Bir çay daha alır mısınız?” diye sordu en kibar haliyle.

“Elbette yavrum,” dedi Mine rahatlamış bir yüz ifadesiyle. “Hatta yanında kurabiye de pek güzel giderdi.”

 * * *

Son dakika: Dünya liderleri kısa bir aranın ardından tekrar bir araya gelmişlerdi. Toplantı biraz önce sona erdi. Edinilen bilgilere göre önümüzdeki günlerde Çocuk ile birlikte yürütülecek projelerin ana hatları daha ayrıntılı bir şekilde kamuoyu ile paylaşılacak. Bu umut verici gelişme tüm dünyada sevinç ve heyecanla karşılanırken, bazı kentlerde kutlama gösterileri yapıldığı bildiriliyor. Ayrıca önde gelen dini liderlerin yarın erken saatlerde Çocuk’un kutsanması için ortak bir ayin düzenlemesi bekleniyor.

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

kisa oyku

Kaplumbağalar ve İnsanlar | Erhan Yıldırım (Kısa Öykü)

Yaşaması için ilk kural neydi hakikaten? Su mu? Hava mı? Yoksa lezzetine bakmadan midesine tıkacağı …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin